Cemre Düştü Yaz Göründü
“Karın yağdığını görünce/ kar tutan toprağı anlayacaksın/ toprakta bir karış karı görünce/ kar içinde yanan karı anlayacaksın/…” Sezai Karakoç’un “Kar Şiiri”nin ilk bölümünde anlatıldığı gibi tabiat ve insan ruh hali ne güzel benzeştirilmiş ve betimlenmiş. İnsan bu, bütün bu halleriyle beraber tabiatta bir karşılığı, bir izdüşümü taşınmaktadır. “Sanmasınlar yıkıldık/ sanmasınlar ki çöktük/ başka bir bahar için/ sadece yaprak döktük” diyen Hz. Mevlâna’nın insana bakışını mevsimler ve tabiat üzerinden anlatması ayrıca insan ve tabiat bütünlüğünü yansıtması açısından ne çok kıymetli değil mi? Bu bağlamda Yazar Vedat Güneş’in “Cemre Düştü Yaz Göründü" * kitabına değinelim istiyorum.
Kitabın ana temasının Halk Meteorolojisine, gözlemlerine odaklanıldığını söylesek de Meteoroloji’nin tarihi, bu çerçevedeki bilimsel gelişmeler şeklinde de konular ele alınıp işlenmektedir. Yazarın mesleğinin, Meteoroloji Uzmanı olması hasebiyle de bu konu daha etraflıca ele alınmaktadır. Atalarımızın, havayı gözlemleriyle oluşturdukları bilgi (novhav) ile beraber hava olaylarını anlamak için ölçme, kaydetme ve analiz etme gibi bilimsel metotlarını da en etkili şekliyle göz önünde bulundurmak gerektiğinin altı çizilmektedir. Bu anlatımlara kısa kısa da olsa değinmek istiyorum izninizle.
Meteoroloji, Hipokrat'ın M.Ö. 5. Yüzyılda Tıbbı Meteoroloji konularındaki raporları ve tespitleriyle başlatılmaktadır. Devamında yine Milattan Önce 340 yılında Aristo'nun 'Meteorologica' eserine yer verilmektedir. Bu süreçlerden daha yakın tarihlere ve bize gelecek olursak; bu süreç on beşinci yüzyılda Ali Kuşçu ve Uluğ Bey ile başlatılır. 1867 yılında Rasathane-i Amire (Kandilli Rasathanesi) kurulur. 1909'da İstanbul Halkalı Ziraat Mekteb-i Âlisi'nde "Alaim-i Cevviye" adlı ilk meteorolojik dersinin okutulması; 19 Şubat 1937'de Atatürk'ün onayı ile Devlet Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün kurulması gibi birçok sürece yer verilir. Bütün dünyada özellikle İkinci Dünya Savaşı şartları ve ihtiyaçları dahilinde, teknik olarak meteorolojinin gelişimine yönelik ciddi kazanımlar sağlanmıştır. 17. yüzyılda termometrenin; atmosfer basıncını ölçen barometrenin de 1643 yılında keşfedilmiş olduğunu öğreniyoruz. Daha sonraki yıllarda nem, rüzgâr hızı, buharlaşma, güneşlenme gibi birçok hava parametresi ölçüm cihazlarının geliştirilerek hayatımıza dahil edilmiştir. Bunun gibi örnekleri daha da artırmak mümkün.
Esas konumuz olan, halk meteorolojisi ve buna dair kültürümüzde yer edinmiş söz varlığımıza dönelim istiyorum. Özellikle mevsimler ve takvim üzerinden genel bir çerçeve çizecek olursak; halkımızın, güneş sisteminden hareketle seneyi iki mevsime ayırdığını söyleyebiliriz. Hıdrellez ile başladığına inanılan yaz mevsimi Rûz- î Kasım'dır. 6 Mayıs ile 7 Kasım arasında hüküm sürdüğüne inanılan 186 günlük bir zaman dilimidir. 8 Kasım ile 5 Mayıs aralığındaki geri kalan zaman dilimine Rûz-î Kasım, yani ‘kış ayları’ olarak tanımlanmaktadır. Bu da 179 günü kapsamaktadır. Artık gün olan senelerde de 180 günlük bir zaman dilimidir. Kış ayları içerisinde erbain (zemheri) ve hamsin (kara kış) dönemleri vardır. Arapçada kırk manasına gelen ve kırk gün süren erbain 22 Aralık- 31 Ocak aralığında yaşanır. Yine elli manasına gelen ve elli gün devam ettiğine inanılan hamsin 1 Şubat- 21 Mart aralığında hüküm sürmektedir. Bu günlerin karakteristik özellikleri çokça vardır elbette ama konuları kısa daha çok özet geçiyorum izninizle.
Belki de bunlardan önce İslamiyet öncesi Türklerde 12 Hayvanlı Takvime ve diğer bazı uygulamalara da değinmek gerekiyor. On iki Hayvanlı Türk Takvimi’nin ilk gönü Nevruz günü olarak bilinir. 21 Mart, yaratılışın da ilk günü kabul edilmektedir. Gerçi İslamiyet öncesi ve sonrası birçok bakışın ve uygulamaların yansımalarının, söz varlığımızda ve inanışlarımızda bolca kalıntılarını görmemiz mümkün. Eski Türk takviminde on iki yıl, bir hayvanla sembolleştirilmiş ve her yıl kendine özgü bir karakteristik özellik taşımaktadır. "Sıçan Yılı, Sığır Yılı, Pars Yılı, Tavşan Yılı, Ejderha Yılı, Yılan Yılı, At Yılı, Koyun Yılı, Maymun Yılı, Tavuk Yılı, İt Yılı ve Domuz Yılı" şeklindedir. Bu takvimde on iki yıl bir devreyi, her beş devre de bir çağı (60 yıl) oluşturmaktadır. Bu sıralamaya göre 2024 Ejderha Yılıdır. 2025 Yılan Yılı, 2023'te Tavşan Yılıdır.
Ana hatlarıyla, Türklerde kullanılan takvimlere bir bakacak olursak; "12 Hayvanlı Takvim, Hicri Takvim, Celâlî Takvim, Rûmî Takvim ve Miladi Takvim" olarak sıralayabiliriz. Hicri Kameri Takvim de Muharrem'in ilk günü sene başı kabul edilir. Hicretin olduğu zaman başlangıç kabul edilmiştir. Yaklaşık olarak yıl 354 gündür. Bundan mütevellit Miladi Takvime göre dini bayramlarımız on bir gün öncesine kaymaktadır. Celâlî Takvimi, Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah himayelerinde ve Ömer Hayyam başkanlığındaki bir kurul tarafından, güneş sistemine göre tasarlanarak kullanıma sokulmuştur. 15 Mart 1079 tarihi başlangıç alınmış ve daha çok da devlet işlerinde kullanılmak üzerek, 1092 yılına yani Melikşah’ın ölümüne kadar kullanılmıştır. Rûmî Takvim de Peygamber Efendimizin Hicretini (622) başlangıç kabul eder. Miladi 1840 yılına kadar Hicrî Kamer takvimini işletir, bu yıldan sonra Şemsi Takvim (Miladi) takvimine geçiş yapılır. Mesela kullandığımız Miladi Takvimde, 1 Ağustos 2024 tarihi, Hicri 25 Muharrem 1446 tarihine, Rûmî 1 Ağustos 1440 tarihine karşılık gelmektedir. Miladi ve Rûmî Takvimi karşılaştırmak açısından, Rûmî takvimin, Miladi Takvimi 584 yıl geriden takip etmekte olduğunu söyleyebiliriz. Miladi Takvime, Gregoryen Takvimi de denmektedir. Kısa bilgilerle bu bahsi sonlandırmış olalım.
Hıdırellez’le başlayıp mevsimlere, aylara, havamıza dair söz varlığımızda yer edinmiş gözleme dayalı anlamlı, nasihat nüveleri barındıran sözlerle girizgâh yapalım. 6 Mayıs tarihlerinde başlayan Hıdırellez’de yiyecek kaplarının, ambarların ve para kâselerinin ağızları açık bırakılır. Ev, araba gibi isteği olan kimseler, gece bir ağacın veya gölün dibine istedikleri şeyin resmini, maketini bırakırlar ki Hızır gelip onlara dokunup istediklerini almalarına vesile olsun. Mesela Hıdırellez’de yaş ağaç kesilmez, ağaç dalları kırılmaz ve dikiş dikilmez. Söz varlığımızda “Hızır gibi yetişmek”, “Hızır uğramış”, “Hızır eli değmiş” gibi çokça söz ile karşılaşmaktayız. Türklerde, Nevruz günü çok önemlidir. Senenin başlangıcıdır. Cemrelerin havaya, suya ve toprağa düşmesinden sonra tabiatın uyanmaya başladığı önemli bir gündür. Divan-ü Lügat-it Türk’ün ifadesiyle bugün, “Sellerin, suların çağlaması, karların eriyip dağ zirvelerinin görünmeye başlaması, dünyanın nefesinin ısınması, renk renk çiçeklerin açması, yeryüzüne yemyeşil ipek kumaşın serilmesi, hayvanların doğurması” şeklinde bahsedilmektedir. Başka rivayetlere göre Allah, kâinatı ve insanları Nevruz’da yaratmış ve bütün yıldızlar bugün dönmeye başlayıp Koç Burcu’ndan geçmişlerdir. Nevruz zaten “yeni gün” (nev-ruz) demektir. Anadolu’da Nevruz, “Sultan-ı Nevruz”, “Nevruz Sultan” olarak da anılmaktadır. Her gün sabah keçinin pöçüğüne bakarak (pöçük havada ise yağmur yağmaz, aşağıda ise mutlaka yağar) o günün yağış durumunu tahmin eden çobanın çabası boş ve gereksiz değildir elbet. Bunlarla birlikte Kur’an’da “gök gürültüsü, yıldırım” manasına gelen “Rad” suresinin yer alması, apayrı anlamlar taşımaktadır muhakkak.
Hava, iklim, mevsim konularında gerek Türk ve Anadolu gerekse diğer kültürlerin söz varlığı da bir hayli zengindir. Bunlardan örnekler serdedelim. “Mart yağar nisan övünür, nisan yağar insan övünür”, “Mart ile mayıs arasında yağmur yağarsa öğ sabahı, yağmazsa sat sabanı”, “Yılın eksiğini nisan yetirir, Nisan’ın eksiğini yıl yetiremez”, “Nisan sağanakları mayıs çiçeklerini açtıracaktır”, “Yağmur yağsın da varsın kerpiçti ağlasın”, “Çiftçi yağmur ister tuğlacı kurak, ikisinin de muradını veren Hak”, “Kork zağardan, çok yağardan”, “Yağmurun hayırlısı, bağın bayırlısı”, “Yağ yağışla, süt sağışla”, “Akşamın kırmızısı sabahın gönlünü hoş eder”, “Dağ başı tandır başı”, “Zemheri zürafası”, “Havanın gözü yaşlı”, “Mangal başı kış gününün lâlezarıdır”, “Kar yılı var yılı”, “Kar kuytuda eğleşir”, “Sitte-i Sevir, kapıyı çevir”, “Ne kadar çok yağarsam yağayım yaza kalmam, giderim”, “Evin ilk çocuğu dolu tanesi yerse dolu kesilir”, “Gökyüzünde kaz göğsüne benzer bulutlar varsa bir taraftan rüzgâr eseceğini gösterir”, “Koç sürüye katılınca siyah koyuna yaklaşırsa kış hafif geçer, beyaz koyuna yaklaşırsa şiddetli kış olur” Bunların yanında bazı tanınmış isimlerden ve farklı ülkelerden örnekler verelim. “Bulutlar ağlamasaydı, yeşillikler gülmezdi” (Hz. Mevlâna), “Bizim sohbetimiz Nisan yağmuruna benzer. Balığın ağzına düşerse inci olur, yılanın ağzına düşerse zehir olur” (Hz. Mevlâna) “Tembele bulut dahi yük olur” (Kaşgarlı Mahmud), “Rüzgâr, toprağın vekil harcıdır. Tepeleri, çukurları meydana getirir. Birinden alır, birine verir” (Nizamî), “Yağmur yağmayınca, sel uyanır mı?” (Sümmanî), “Kışın konuğu ateştir” (Moğolistan), “Bazı insanlar yağmuru hisseder, diğerleri ise sadece ıslanır” (Bob Dylan), “Ölmek için doğmuştur ya insan, o yüzden her yağmur sonrası toprak kokusunu sever” (Tolstoy) Son olarak Dante’nin İlahi Komedyasında geçen orman metaforuyla hayatın aydınlığı, karanlığı, gizemi, baharı ve kışı ile beraber dört mevsim anlayışında betimlemeler yapılmaktadır. Söz varlıkları olarak yer edinmiş olan bütün bu tespitler, daha çok da havamızın, çevremizin daha genel anlamda dünyamızın önemini ve korunması gerektiğini kulaklarımıza fısıldamaktadır.
Bunlarla birlikte, “Berd-ül Acûz soğukları (Kocakarı Soğukları), “Mart Dokuzu”, “Abril’in Beşi” (Manda Kıran, 18 Nisan), “Sitte-i Sevir (20-25 Nisan arası esen fırtınalar), “Kırk İkindi Yağmurları”, “Eyyam-ı Buhur” (Bunaltıcı sıcaklar), “Pastırma Yazı”, “Gündönümü”, “Ağyel” (Batıdan doğuya esen yel), “Tersyel (Güneyden esen, Samyeli), “Mihrican Fırtınası (24 Ağustos’ta eser), “Zemherir” (Bu kelimenin son r’si genellikle telaffuz edilmez), “İmam Kırdı” (Erbain’in ilk günü), “Karğış” (Kara Kış) Bunlar gibi özel tanımlamaları, betimlemeleri konu dahilinde, kulaklarımıza hiç de yabancı gelmeyen ifadeler olarak buraya not düşmüş olalım. Atalarımızın tecrübeleriyle biriktirdiği bütün bu kıymetli ifadeler, yarınlarımıza bir aydınlık verecektir muhakkak. Öyle ki ‘bulmak bilmeği gerektirmekte, kâmil olmakta bulmayı’ mantığında.
Tabiat ile iç içe yaşamış olan, tarımla ilgilenen, yerine göre göçebelik yapan atalarımızın havaya, çevreye, mevsimlere genel anlamda dünyamıza ait bütün bu tespitleri çok kıymetlidir. Havamız, tabiatımız genel anlamda dünyamızın başlı başına büyük bir esrar taşıyan aşkınlıklara sahip olması büyük bir kıymettir. Söz varlığımızda yer etmiş olan bütün bu anlatımlar, halk kültürümüzün önemli bir kısmını oluşturmaktadır. Yeni hayatlarla beraber, mevsimlerin, iklimin genel anlamda dünyamızın bütün döngü metaforları, dünyamızın sonuna değin işlevlerini sürdürecektir. Sadece bu gidişatın hasarlı veya hasarsız olmasını bizim tercihlerimiz belirleyecektir. Havamıza, iklimimize, çevremize ve dünyamıza dair temaşa ettiğimiz, rayihasını aldığımız her güzellik, içimizdeki dünyayı da tezyin edecektir. Son tahlilde havamıza, çevremize, dünyamıza sabit kadem bir üslupla hassas yaklaşım göstermemiz, doğru işler yapmamız vazgeçilmezlerimizden olmalıdır. Emek verilmiş, güzel bir eser vücut bulmuş. Bilgilenerek ve keyif alarak okudum. Tavsiye ederim. İyi okumalar.
* "Cemre Düştü Yaz Göründü" Yazar Vedat Güneş'in hava, iklim, meteoroloji konularını ele aldığı araştırma türünde eseridir. Yükseliş Yayınları etiketiyle okurlarıyla buluşturulan eser, yüz elli iki sayfa hacmindedir. Kitabın ilk baskısı Şubat 2017'de yapılmış. Yaklaşık doksan yazı ve üç bölüm şeklinde tasniflenmiştir. "Cemre Düştü Yaz Göründü" kitap isminin, "Takke düştü kel göründü" sözüne mülhem verilen bir isim olduğunu anlıyoruz.
İlkay Coşkun
Kültür Ajanda Dergisi
Sayı 132, Kasım 2024
Yazar Vedat Güneş
1964 yılında Ankara'nın Beypazarı ilçesinde doğdu. İlk ve ortaokulu Beypazarı'nda, liseyi Ankara Meteoroloji Teknik Lisesinde tamamladı. 1984 yılında Meteoroloji Genel Müdürlüğünde memur olarak göreve başladı. A.Ü. İşletme ve Sosyoloji bölümlerini okudu. Birçok ilde memur ve idareci olarak görev yaptı. Hâlen Meteoroloji Genel Müdürlüğünde Müşavir olarak görev yapan Güneş, kişisel gelişim konusunda eğitimler aldı. Birçok kamu kuruluşunda “Verimli Çalışma Teknikleri ve Zaman Yönetimi, Protokol Kuralları, Beden Dili, Kamu Kurumlarında Etkili İletişim ve Motivasyon, e-Devlet Uygulamaları, Toplum Önünde Söz Söyleme Sanatı, Herkes İçin Genel prensipler, Hayata Dair Hayatın İçinden, Yöneticilerin Yönetimi ve Yöneticilik.” seminerleri verdi. Türkiye Yazarlar Birliği üyesi olan Vedat Güneş, üç dönem yönetim kurulu üyeliği yaptı. Birçok dergi ve gazetede yazı, şiir ve öyküler yazdı, meslekî çalışmalar yaptı. Güneş, evli ve üç çocuk babasıdır.
Eserleri:
Şiirli Dakikalar, Beypazarı Belediyesi Kültür Yayınları-1,1998
Gözlerim Orman Yangın, Günce Yayıncılık, Ankara,1999
Şiirimizde Kırşehir, Kırşehir Valiliği Yayını, 2009
Kırşehir, Nevşehir, Aksaray iklimi, MGM Elektronik Yayın, 2009
Müdür Müdür Müdür? Yükseliş Yayınları (3. Baskı), Ankara, 2019
A.Vahap Akbaş Kitabı (İ.Eryiğit ile birlikte) Türkiye Yazarlar
Birliği Yayını Ankara 2015
Hoşça Bak Kendine, Şiir ve Öykü Terapisi (A.Karafilik'le
Birlikte), Yükseliş Yayınları (2.baskı), Ankara, 2016
Cemre Düştü Yaz Göründü, Yükseliş Yayınları, 2019
Hoşça Bak Aşkına, Şiir ve Öykü Terapisi (A.Karafilik'le
Birlikte), Yükseliş Yayınları, Ankara, 2019
Bir Sen Bilirsin, Poem, Yükseliş Yayınları, Ankara, 2021
"Babama Mektuplar" Yükseliş Yayınları, Deneme, Mayıs 2022
-----------------------------------
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder