ilkcoskun@hotmail.com

17 Aralık 2017 Pazar

Selim Tunçbilek ile Edebiyat Haberleri için söyleştik - İlkay Coşkun / Aralık 2017

Yazar Şair Romancı Yayıncı ve Şiir Vakti Dergisi
Genel Yayın Yönetmeni Selim Tunçbilek ile söyleşi
 
Edebiyat dünyasının bazı alanlardaki daralmaları, küçülmeleri akabinde daha az okunmayı hangi nedenlere bağlıyorsunuz?
Edebiyat dünyasının unsurlarını dergiler çerçevesinde bakacak olursak dergi okurlarının azaldığı bir gerçektir. Edebiyat dünyasının okur bağlamında küçüldüğü doğru mudur onu bilemiyorum. Bu tespite ancak edebiyat dergileri düzleminde katılabilirim. Onu da şöyle bir gerekçelendirmeyle düşünebilirim; 1980 öncesi Kayseri’de çıkan bir edebiyat dergisi altı bin satabiliyordu. Şimdilerde ise beş on derginin  Türkiye satışı  ancak bu rakama belki erişebilir. Dolayısıyla edebiyat dergilerinin okurlarının gittikçe azaldığı, kapanan dergilerin sayısına ve gerekçelerine baktığımızda da inkar edilmez bir gerçek. Bu konuya ilişkin pek çok etkiden söz edilebilir. Okumadan yazan bir toplum olduğumuzu doğrulayan pek çok veri elde edebilirsiniz dergilerden. Yazarlar çalışmalarının yayınlandığı dergileri bile okuma nezaketinden yoksunlar. Yazarın kendisinin de yazdığı bir dergiyi okuma ihtiyacı yoksa okurun neden olsun? Kaldı ki pek çok edebiyat dergileri daha önce söylenmiş düşüncelere yeni olarak neler ekleyebiliyorlar ki okurun ilgisini çekmemiş olsunlar. Yeni söz söyleyen her dergi kısmen de olsa gerekli alakayı bence buluyor. Genç kuşak öncülüğünde çıkan dergilerin gayretleri dikkat çekse de bu durum dergilere yönelik olumsuzluğu ortadan kaldırmaya yetmiyor. Yeterince düşünce üretemediğimizin burada çok büyük bir payı var. İnsanlar yeterince düşünmüş ve fikretmiş olsalardı ilahi ikaza gerek olur muydu? 
 
Gerek kitaplar, gerek dergiler gerekse de hayatın geneline yayılan popülerlik, medyatik olma hali, tüketim anlayışlarının bir etkisi midir sizce? Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
 
Güncelin peşinden gitme her dönemde olagelmiştir. Soylu yazarların böyle bir davranış içinde olmadıkları küçük bir dikkatle görülecektir. Asrımız her şeyi tüketildiği oranda değerli gören bir anlayışla kendini tarihe konumlandıracağını peşinen kabul etmiş gibi gözüküyor. Bunda egemen kültürlerin ve toplumların ilkeleri ile hareket eden insan yığınının payı da inkar edilemez. Baskın kültürel dokuya sahip olmak her zaman haklı ve doğru olmak anlamı taşımaz. Bu çerçevede dünyanın beşten büyük olduğu inkar edilemez bir gerçek. Egemen kültürler ekseninden bakınca geçmişte bu büyüklüğü tolere edebiliyor ve ediyormuş görünüyorlardı. Lakin şimdi minarenin kılıfa sığmadığı apaçık ortada. Dolayısıyla toplumlar ve toplumların öncü aydınları kendilerini konumlandırırken, değişmez doğruların ve insanlık erdemlerinin ortak merkezine yani aydınlık bir yöne konumlandırmalılar. Değilse hayatın karanlık taraflarının varlığı gelecek için çok da anlamlı olmayacak. Bize düşen insanlıkla birlikle aydınlık ufuklara doğru yürümektir. Eskimez, pörsümez yeninin sürekli sözcüsü olmaktır. Dönemlerinde çok popüler sözüm ona büyük büyük yazarların pek çoğunun zaman içerisinde hiç hatırlanmadığını bilmek gerekir. Zamana dirençli ve gelecek zamanlara söz söyleyebilen yazarlar kalıcı olabilmektedir. Toplumsal problemlere eğilirken insani ve vicdani olanı gözardı ederek kalıcı bir etki oluşacağından söz etmek mümkün değildir. Şöhret peşinde olmak, insan olmaya epeyce uzak bir mesafede duruyor. Yazar ve düşünce adamları insan ömrünün şerefle tamamlanması gerekli bir görev olduğu gerçeğinde asla uzaklaşmamalılar. Zira yazdıkları kadar hayatları da aynı  öneme sahiptir. Yazar, şair popülerlik uğruna kendini tüketmemelidir. Geleceği tüketmek yazar, şair ve aydın olmak ilişkilendirilecek bir durum değildir. Yazar, şair, aydın olmak geleceğe de bir şeyler bırakabilmektir.

Ülkemizde yaşanan bir aydın sorunsalı var mı sizce? Aydın ile toplum arasındaki kopukluk daima söylene gelir. Bu ikisi arasındaki iletişim eksikliğini nasıl tamir edebiliriz?
 
Bizim toplumumuzda aydın problemi her zaman var olmuştur. Her dönem için bunu söylemek mümkündür. Dilin arkaik dönemlerinden başlayarak bu güne kadar gelen kaynaklarına baktığımız vakit bu sancının süreklilik arz eden bir sancı ve sıkıntı olduğu görülür. Orhun anıtlarındaki ikazlar kim için yapılmıştır? Yalnız şunu unutmamak lazımdır ki dinamik toplumlarda her zaman için yaşanan şimdi ile geleceğin inşası problemli olmuştur. Bu her toplum için kaçınılmaz bir durum olduğu gibi bizim içinde böyledir. Türkçe ve dolayısıyla Türk düşüncesi çok farklı medeniyetlerle tarihin her devrinde iç içe ve ciddi etkileşim içinde olmuştur. Bunun getirdiği çatışma ve dinamizmi de hesaba katmak lazımdır. Halkımız dilimizin ve düşüncemizin medeniyet izlerini iyi sürmekte, güncel olanın önümüze koyduğu keskinlikleri törpüleyecek zihni olgunlukları gösterebilmektedir. Aydınlar ise mevcut durumla tarihi gelenek arasındaki uçurumun içinde kaybolmuş gibi gözükmekte. Bu uçurum arasından yeterli üretkenliği gösterememektedir. Her şeye rağmen zihin dünyamız kendi olgunluğuna doğru yol almaya devam etmektedir. Sevindirici olan budur. Dünle kıyasladığımız vakit şunu ifade edebilirim ki 17.yy üç kıtada olmak belki yeterliydi ama 21.yy dünyanın her noktasında olmak gerekli hale gelmiştir. Üzülerek ifade edelim ki bu gerçeği halkımız aydınlarından önce kavramıştır. Dolayısıyla bu çağda artık Türkçeyi ve Türkleri dışlayarak insanlık problemlerine çözüm üretebilmek neredeyse mümkün değildir.  Bu egemen kültürlere karşı halkımızın ileri sürdüğü  önemli bir duruştur.  15 Temmuz bu gelişim ve değişim sürecinin bir sonucudur. O nedenle aydınlar evlerinde pineklerken halk sokaktaydı. 
 
Merhum Neşet Ertaş’ın hayata ve insanlara bakışında ki felsefi duruşu, Üstad Nuri Pakdil’in söylemi olan  -Klas Duruş - gibi duruşları gençler edebiyat alanında nasıl oluşturabilirler?
 
Her şeyden önce bu söyledikleriniz hayatın bize kattığı ve aktardığı dinamikler ve değerlerdir. Şimdi bunca üniversitemiz var her birinde onlarca akademisyen var. Bütün bu bilgi ve birikimi birleştirin kendi kulvarında bir Neşet Ertaş bir Aşık Veysel çıkaramamaktalar. O kıymetleri ortaya çıkaran şey sosyolojik şartlardır. Bunu göz ardı etmemek lazım. Gelenek burada başlıbaşına ciddi önem arzediyor. Binlerce yıllık bir birikimin sonucu gelen değerler bunlar. Şimdi şunu unutmamak lazımdır. Bizler 20 yy genleriyle oynanmış bir milletiz. 20. yy boyunca sağ ve sağlam kalabilmiş genlerimizden yeniden dirilerek 21.yy da insanlık için ümitler çoğaltmaya devam edeceğiz. O nedenle günümüzde bize göre yirmi tane halk türküsünü hikayeleriyle birlikte bilen insan münevver sayılmaktadır. Folklor şiire düşmandır sözü sağlam genlere kezzap dökme işidir. Bizim metinlerimizde metinler arası ne denli derinlikli ve tarihi olursa gücü ve etkisi o denli sağlam ve sağlıklı zeminde yol alır. Ancak o vakit Türk diliyle oluşturulmuş bir düşünce biçiminden söz edilebilir. Bu da hem batıyı ve kendi birikimlerimizi iyi bilip sindirmekten geçer. O nedenle Neşet Ertaş hikmetli bir duruş, Nuri Pakdil soylu bir söyleyiş ortaya koyabilmiştir. Onlar bizim diri ve sağlam kalmış genlerimizdir.
 
15 Temmuz’u yaşadık maalesef. Milletimizi daha iyi tanımamız noktasında şifreler verdi güven de verdi bizlere. Milletimizin milli şuurunu görme imkânımız oldu o süreçte. Milletimizin, ortak payda da buluşma noktasında herhangi bir problemi olmadığı görüldü. Gerek Hayal Bilgisi Dergisi gerekse de Şiir Vakti Dergisi 15 Temmuz’u sayfalarında ele aldı. Şair, yazar ve edebiyat dergileri çevrelerinde 15 Temmuz ve sonrası nasıl okundu sizce?
 
15 Temmuz hadisesi halkın ve aydınların durumunu izah açısından müthiş bir vaka. Halk güzelden, yenilikten, değişimden, hikmetli olandan yana tavır almıştır. Halk güzelin örselenmesini, incinmesini istememiştir. Aydınlar veya okumuşlar ise kendi kamplarından meseleye bakarak ciddi bir körlük icra etmişlerdir.  Halk dünyadaki değişimi ve dönüşümü görmüş ve 21.yy yaşayan diri bir toplum olma idealini ortaya koymuştur. Halkın arasından bir kamplaşmanın olmadığının en iyi fotoğrafıdır 15 Temmuz. Aydınlar ise yayınladıkları bildirilerle, duruşlarıyla kaostan yana, terörden yana bir tavır takınmışlardır. Dünyanın hiç bir yerinde böyle bir münevver kitleden söz edemezsiniz. Bu çerçeveden bakınca 15 Temmuz halkın dışındaki kitle için pozisyon çizme ve durum kurtarma günlüğü haline getirilmeye çalışılmıştır. Halkımız büyük bir destan yazmış fakat her yazdığı tarihi destanlar sonrası kendi kibiri içinde bir şeyler mırıldanan okumuşların zavallılığına tenezzül etmemiştir. Dergiler düzleminde de görünen budur. Sahte kahramanlar en ön safta şişkin egolarının tatminine devam etmekteler.  Halk kahramanlığını anlatırken hicap duymakta, dışındakiler ise  sosyolojik gerçeklikten kopuk durumlarına madalya beklemekteler. Çoğuda darbeci olduklarını böyle unutturacaklarını sanmakta. Zavallılar çok trajik durumdalar. Oğuzda er tükenmemiştir bunu onlarda, bütün âlemde  15 Temmuzda gördüler.
 
Darbelere karşı duruşunuzu yazılarınızda ve şiirlerinizde çokça işlediniz. Darbeler ve şiir dosyasını, Şiir Vakti Dergisinin 2012 yılı sayısında yer aldı. 15 Temmuz darbe girişimini dosya konusu yapsanız, daha çok hangi noktalarına değinirsiniz?
Öncelikle bu dikkatiniz için teşekkür ederim. Evet biz 2012 yılında darbeler ve şiir dosyası yaptık. Zira millet darbelerden bizim gibi çok çekti. Her şeyden önce 15 Temmuz bir destan. Bu destanı layıkıyla  anlatabileceğimi sanmıyorum. Ömer Halisdemir hadisesi başlıbaşına bir kahramanlık. Kendime çok sordum ben ne yapardım diye. Her seferinde onun kadar yürekli olmayı diledim. Hayatımız bu çizgide ortada. 12 Eylül cuntasına nasıl direndiğimizi 13. Gün’le alem biliyor. Bilenlere selam olsun.  15 Temmuz günü TYB Kayseri şubesi olarak ilk biz çıktık sokağa. Gazeteci de olan bir yönetim kurulu üyemiz benim  “demokrasiye sahip çıkalım” mesajımla darbeden haberdar olduğunu söyledi. O mesajı attığım zaman henüz darbe olup olmadığı bilinmiyordu. Kalkışma denilmişti o kadar. Darbeleri yaşadığımız için çokta sabırlı olamadık. Sokağa çıktık. Darbecilerin ikazlarına haykırarak tepki verdik. Bir Ömer Halisdemir olamasak ta şükür bunları yapabildik. Şiir Vakti Dergimizde biz darbeler ve şiir konusunu işlerken darbelerin artık tarihe karıştığı gerçeğini düşünerek hazırlamıştık o sayıyı. Yanılmışız. Su uyur düşman uyumazmış. Bu sözü atalarımız boşuna kulağımıza küpe yapmamışlar. Sanırım o vakti anlatan Ömer Halisdemir'in ağzından yazdığım şu dizeleri hatırlamak gerekli; çirkin terziler dikiyor / ülkemin kanatlarını/ temmuz’da Ankara’da kar var/ Çanakkale’den haber/ mürtet meydanında kefen biçiyor terziler/ bense bin yıllık aşkımı / işliyorum tesbih tanelerine / Anadolu bayrak/ sarıyorum sırtıma/ Gölbaşı’nda ilk kurşun / olacak iş mi ana / ihanet nasılda derin / abdest al kıyama dur/ çirkin terzileri bekler/ temmuzda Ankara’da kar var/ Çanakkale’den haber / toprak suya doymasa ne olur / bana kucak açmış vatan var
Herhalde ihanetin derinliğini görürdüm. Toplumun en dikkat ettiği nokta orası zira.
15 Temmuz darbe kalkışması, Suriye de yaşanan sıkıntıları içine katarak sormak istiyorum. Ortadoğu bölgesinde ki Müslüman halkların geleceğini nasıl görüyorsunuz? Son zamanlarda yaşananlar hangi yanlışların neticesi olabilir?
Yanlışlar saymakla bitmez. Fakat sorduğunuz bağlamda genç insan dinamizmini nasıl emperyalizmin faydalanabileceği, ciddi enerjiye dönüştürdüğümüz yanlışını örneklemek isterim. Ülkemizdeki hangi siyasi katmanı ele alırsanız alın ve ismine ne derseniz deyin, devletin ele geçirilmesi gerektiği gerçeğinden hareket ettiklerini görürüz. Belli bir siyasal görüş devleti emperyalistlerden kurtarmak, devletin millileştirilmesi için ele geçirilmesinin şart olduğunu düşünürken, başka bir grup sömürgecilerden devleti temizleyip adil ve hakça bir düzen kurmak için devleti ele geçirmekten söz açar. Başka bir grup ise kafirlerin elinden devleti kurtarmak, halkı imana çağırmak için bunu şart görür. Oysa gerçekte devlet böyle midir? Oysa Türkiye Cumhuriyeti devleti en güçsüz olduğu zamanlarda bile milletin çıkarlarını birinci görev kabul etmiştir. Bunu bir kaç örnekle açmak gerekli. Bilindiği gibi devletimiz birinci cihan harbi sonrasında kuruldu. Bu günkü rahatsızlıklarımızın temelinde o paylaşımın tamamlanmamış olması yatmaktadır. Ondan sonra dünyadaki en büyük deprem ikinci cihan harbidir. Bu savaş sonrası yeni bir durum ortaya çıktı. Galip devlet Rusya birinci cihan harbi paylaşımına ve düzenlemelerine karşı bizim üzerimizden tavır aldı. Boğazların kendisine açılmasını yoksa Kars ve Ardahan’ın kendisine verilmesini talep etti. Bu tehdit karşısında devletimiz tek başına kendini savunamayacağı varsayımı ile NATO şemsiyesi altına girerek bir savunma refleksi oluşturdu. Bunun karşısında ise Arap -İsrail savaşı karşısında tarihi misyonumuzdan ve medeniyet dairemizden ötürü bütün hükümetlerimiz çok büyük maddi bedeller ödememize rağmen Arapların yanında yer almasıyla Jonson mektubu denilen bir mektupla politikalarımızın değiştirilmesi istendi. Bu yeni durum karşısında devletimiz Avrupa Birliğine dahil olarak meselenin millet lehine çözümünü yönelik adım attı. Yeni bir siyasi cevap verdi. Kısacası tarihin en zayıf dönemlerinde bile devletimiz milletimizin çıkarlarından başka bir yol ve yöntem izlemedi. Fakat yukarıda saydığımız siyasal oluşumlar gerçek olmayan bir algıyla hareket ettiklerinden ötürü ne yazık ki kendi insan kaynağımız ve potansiyel gücümüz bizim yerimize emperyalist güçlerce kendi dinamizmleri için kullanılabilir hazır bir potansiyel olmuştur. 15 Temmuzda bunu kökten değiştirdik. Artık toplum kendi devlet sözcülerine itibar etmekte başka merkezlere kulak asmamaktadır.  Şu tarihi gerçeği görmemiz gereklidir. Söğüt’te huzur içinde oturabilmek için Bursa’nın fethi zaruri olmuştur. Bursa’da sükun içinde yaşamak içinde İstanbul zorunlu feth edilmiştir vs. Şırnak’ta, Silopi'de, Gaziantep’te huzur ve sükun içinde yaşayabilmek için Musul’a,  Suriye’ye müdahil olmak zorundasınız. Bu tarihi gerçekliği göremeyenler tarih sahnesinden silinirler. Halk bu gerçeği görüyor ve biliyor. Gerçeklikten koparak bir milletin veya devletin geleceğini sağlama almak mümkün değildir.
 
Bu arada Kayseri Türkiye Yazarlar Birliği Şube Başkanlığı görevini sürdürüyorsunuz.  Bu tür birlikteliklerin şaire ve yazara katkısı nelerdir? Edebiyat anlamında Kayseri Şubesi olarak farkındalık yapacak projeleriniz var mı?
 
Şair ve yazara bu ve benzeri derneklerin veya birliklerin ciddi bir katkılarının olabileceğini açıkçası düşünmüyorum. Asıl olan yazarın ortaya koyduğu eserleridir. Bizi buraya bir takım mecburiyetler getirdi diyebiliriz. Her kitleyi ahlaklı olmaya zorlamak herkesin görevi. Hukuksuzluğa, yanlışlara rıza göstermek mizacımızda yok. Bu nedenle kendimizi kenara çekemedik. Mayınlı tarlada olmayı, ardımızdan gelen gençler için görev saydık. Saygın kurumlar oluşturulabilir mi diye birde burada kafa yoralım emek verelim istedik. Lakin çok zor. Sloganlarla düşünüyor ve yaşıyoruz. Herkes bir kurumda kendine iktidar alanı oluşturmaya bakıyor. Böyle yapmayın talkını kendinize verin salkım yutmayın diyoruz ama olmuyor. Peygamberimize Müslümanlık anlatmayı erdem sayan bir trajediye doğru ilerliyoruz. Yazar, şair olmadan önce nasıl kırmadan, dökmeden, insan olunur gösterelim istedik. umarım mahcup olmayız.
 
Şiirimizin geleceği ve toplumun şiirle arasındaki mesafeyi yakınlaştırma adına neler yapılabilir?
Toplumun değerleri ve özlemleri ile ilişkisi olan has şiirin toplumla arasında bir mesafe olduğunu iddia edemem.  Şiir toplumun önceliklerinde yeri olan konulara mesafeli durduğu için arada bir mesafe varmış hissi doğuyor. Toplumun önceliklerini estetik kıymetle damardan yakalayan şiiri toplum hafızasına da  hayatına da alıyor. Şiirin toplumun önceliklerine yakınlaşması elzem haldir. Türkçenin ses ve mana derinliğinden kopmamış has şiir okura şiir lezzeti sunmaya devam ediyor. Dilin iç ahenginden kopuk, çeviri tadında şiir kabul görmüyor. Yeni medeniyet dairesi içerisindeki yolculuğumuz henüz yeni. O manada Fuzuli, Baki, Karacaoğlan henüz oluşmadı. Onların yetişmesi için bu süreç hazırlık devresi. Şimdiki dergilerin her biri onların yetişmesi için çıkıyor ve çıkmalı.  

 Şiirimizi nerde görüyorsunuz?  Yeni soluklara, yeni şiir damarlarına, yeni şiir akımlarına ihtiyacı var diyebilir miyiz?

Şiir, dilin işlenmesinde önemli bir tür. Şiirimiz için elbette ki umudum var. Dilimiz dünyanın en eski yazı dillerinden biridir. Sekizinci yüzyıldan beri işlenerek güzelleşmiştir. Dünya medeniyetinin önemli belgelerinden biridir. İnsanın yaşadığı dizeler ortak dili konuşan insanlarca yaşatılacaktır. Şiirimizin tarihi seyrini bilmeden yeni söyleyişler ortaya koymak oldukça zordur. Yeni soluklara her alanda olduğu gibi şiirde de ihtiyaç vardır. Her alanda farklılıklarımızı çatışmaya dönüştürmeden zenginliğe çevirebilmeliyiz.  Medeni biçimde eleştirilerimizi ortaya koymalıyız. Semboller üzerinden konuşmak yerine fikri derinliklerimizi oluşturabilmeliyiz. Batı felsefesi ve aydınlanmasını bildiğimiz kadar kendi medeniyet dairemizi de iyi bilmeliyiz. Kendimizi düzeltmeden hiç kimseye tesir edemeyeceğimizi bilmeliyiz. Bu şiirimizin şimdisi içinde geçerlidir.
Şiir Vakti Dergisinde şiiri ve gençleri öncelediğinizi biliyorum. Derginizin üstlendiği görevi nasıl tanımlarsınız?  
Biz Şiir Vakti Dergisinde genç kuşakları ön plana alan bir yayın anlayışı ile çıkmayı ilke olarak benimsedik. Yazarlarımızda kendilerini buna göre konumlandırdılar. Genç kalemlere yer açtığımızı düşünüyorum. İlk bizde yazarak yazmaya devam eden pek çok arkadaşımız var. Şiir Vakti Dergisi kendi çapında bir dergi olmuştur. Ele aldığı konulara bakıldığı vakit toplumsal bir zemini ve karşılığı olduğu görülür. Toplumun duygularına ve sancılarına değindiğimizi umuyorum. Aylan bebeği kapak yaptığımızda insanlık dramının boyutunu ortaya koymaya çalıştık lakin sağır bir dünyanın olması bizim kusurumuz olamaz.  Sizin dikkatli olmanız herkesin dikkatli olduğu anlamı taşımaz.
Edebiyat dergileri içerisinde nasıl konumlandınız? Rakiplerinizin İktidar anlamındaki sinerjileri adil midir sizce? Kendi sinerjinizi yeterli buluyor musunuz?
Türkçe yazan herkesin yazdığı dergi olmak istedik. İdeolojik tutumların ürünleri belirlediği bir dergi olmak istemedik. Bir ideolojinin veya bir grubun sözcüsü olmaktan ziyade Türkçenin ve saf şiirin sözcüsü olmak arzusunu taşıdık. Birileri bizi içinden geçtiğimiz sosyolojik şartlar gereği bir yerlere çekmek istediler.  Bunlara güldük geçtik. Bizim ilk çıkmaya başladığımız dönemlerde dergicilikte neredeyse tekel durum vardı. Paralel örgüt her şeye hakimdi. Onlara boyun eğmediğimiz gibi açık tepkiler ortaya koyduk. Bu nedenle parasını verdiğimiz halde dağıtılmadık. Bize açıkça siz bizim dağıtabileceğimiz kriterlerde bir dergi değilsiniz dediler. Onlar porno dergi dağıttılar ama bizi dağıtmadılar. Bu durumu da yüzlerine karşı o dönemde söyledik. Bütün bunlar mazeret üretmek için değil ama bir gerçeğin dile getirilmesi nedeniyle söylüyoruz. Bizim enerjimizin yettiği yere kadar gittik lakin dergilerin okunmadığı bir zaman dilimine denk düştük. Devleti sömürmek ahlakımızda olmadığı için yayına ara verdik. Şimdilerde ise yalnızca kamu kurumlarına satılan dergiler var.  Bundan da hicap duymayanlar çoğunlukta. Biz azınlıkta kaldık.
Sosyal medyayı, sanal dünyayı, e dergi ve kitapları da göz önünde bulundurarak edebiyatımızın, dergilerimizin yol serüvenlerini nasıl yorumluyorsunuz?
Sosyal medyada yeterince yer aldık . Oradaki vaziyetin içinden çıkabilecek zamana sahip değildik. Sanal dünya korkunç bir çöplüğe dönüşüyordu elimizi ayağımızı çektik. sitelerimizi ortalık durulunca e-dergi ve e-kitap olarak devreye almayı planlıyoruz. Nitelikli sitelerle işbirliği yaparak onlara kendi alanlarımızı açtık fakat karşılık göremedik. İlerleyen zamanlarda kendi eksikliklerimizi tamamlayarak yola devam etmek istiyoruz. 

Roman, şiir ve başkaca çalışmalarınız hakkında neler söylersiniz. Yeni projeleriniz var mı?
Yazmadan yaşamanın mümkün olmadığını düşündüğümüz şu handa kaldığımız sürece sanırım yazacağız. Bitmiş pek çok kitap var. Sırayla gelecek inşallah. Okurun, ciddi okurun kapısını çalmaktan usanacağımızı sanmıyorum. Onlar ne derece bizi umursarlar orası işte muamma.
 
Edebiyat Haberleri için yaptığımız bu güzel söyleşi için teşekkür ediyor  edebiyat alanında ki çalışmalarınızda başarılar dilerim.
 
Asıl ben sizlere sonsuz şükranlarımı sunar ve Edebiyat Haberleri' ne başarılar dilerim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder