6 Eylül 2025 Cumartesi

Özcan Ünlü’nün Kayıp Şairleri

Özcan Ünlü’nün Kayıp Şairleri

“Benim Kayıp Şairlerim” Şair Yazar Özcan Ünlü’nün Çıra Yayınları etiketiyle okurlarıyla buluşturduğu deneme kitabıdır. İlk baskısı Kasım 2024'te yapılan eser, yüz on sekiz sayfa hacmindedir. “Benim Kayıp Şairlerim” kitap ismiyle müsemma, yazarın tanıdığı da olan yirmi üç şairin şiirinin duraksadığı, başka yazım alanlarına yöneldikleri veya bir şekilde şiirden uzaklaştıkları ana başlığında ilerlemektedir. Bu yirmi üç şairinden hayatta olanlarından, şiire geri dönerek, şiirleriyle aralarının düzeltmeleri arzulanmaktadır. Şiiri hiç yazmaz veya az yazar gördüğü kimi şair dostlarının şiirlerini daha uyanık görme isteğini yineleyerek hem doğru anlaşılmak ister hem de hiç kimseyi kırmak istemez. Kitapta ismi geçen şairlerin, seçme birer şiirine ve bazı şiir mısralarına yer verilmektedir. Şairin biyografisine yönelikte değiniler yer almaktadır. Başka bir ifade ile bu yazılara, hem gıyaben hem de vicahen birer portre denemesi desek yanlış olmayacaktır.

Yazılarda yer alan şair isimlerine bir bakacak olursak; “Osman Sarı, D. Mehmet Doğan, Mustafa Kutlu, İhsan Sezal, Beşir Ayvazoğlu, Ahmet Kot, Ahmet Sıvacı, Mehmet Ali Bulut, Alim Kahraman, Mustafa Çelik, Ahmet Tezcan, Hüseyin K. Ece, Ömer Erinç, Cafer Turaç, Mustafa Yürekli, Gıyasettin Ekici, Ahmet Veske, Yılmaz Daşçıoğlu, Mehmet Akif Kireççi, İdris Özyol, Bedri Gencer, İbrahim Kiras ve Hakan Albayrak” Hiçbir şairimize haksızlık yapmama adına, izninizle burada şiirlerden bölümler paylaşmayacağım.

‎Kayıp şairler olarak, yazarın tanıdıkları üzerinden bir liste yapıldığını söylemiştik. Ama yazarın bu seçimi, şiir alanında temayüz etmiş yetkinlikte olan şairlerdendir. Başka bir ifadeyle seçilen şairler mütebahhir kişiliklerdir. Bu bağlamda bir nitelik ve iyelik ilişkisi güdülür. İlgili şairlerin yazdıkları şiirler, estetik ve fikir inceliğini yansıtan seçimlerdir. Bununla beraber genellikle Mavera, Yönelişler, Türk Edebiyatı gibi dergi mahfillerinde yazmış olan şairlere yer verilmesi ayrıca dikkat celp etmektedir. Burada taş üstüne taş koyma, kökten, gelenekten ve kadim değerlerden beslenme noktasında vurgular taşınmaktadır. Bu bağlamda bu eser, Özcan Bey’in dediği gibi bir durum ve bir dönem analizi hüviyetindedir. Bu nokta da yazar kendisini bir nevi “durum tespitcisi' olarak da nitelendirmektedir. Bütün bu söylenenlere akraba düşecek başka bir ifadeyse, bu öznellikle bir şiir ve bir edebiyat kanonu inşasına yol verilmiş olduğunu söylesek yanlış olmayacaktır.

Çok yazmanın çok görülmenin şöyle birde olumsuz ciheti yok mudur? Mesela iyi şiirler yazmış olan bir şair, şairliğinin devamında zorlama kötü şiirler yazması muhtemel dâhilindedir. Bu kötü şiirler şairi tüketecektir. Zorlama yazılan şiirler, heves ve alakayı da köreltip şairin şiirini bırakmasına yol bile verecektir. İyi şiirin bulunamadığı noktalarda şairin, şiire ara vermesi veyahut şiiri tamamen bırakması pekâlâ iyi bir tercih olacaktır. Öyle ya hangi viraneden hangi kâşhâne yükselmiş ki? Üstad Sezai Karakoç'un son şiirini elli üç yaşında yazdığı, kalan otuz beş yıllık ömründe hiç şiir yazmamış olduğunu düşünürsek, bu yazmama sürecinde şairin büyüklüğünün hiçte eksilmemiş olduğunu söylesek yeridir.

“Benim Kayıp Şairlerim” ifadesinin muhatabı olan şairlere yönelik hep bir temkinli yaklaşımlar sergilenmektedir. Önsöz yazısında, “kayıp şair” olarak nitelendirdiği birçok ismin, gerçekte kayıp şair olmayabileceği yönünde vurgular da yapılmaktadır. Bu şairlerin bazılarının şiiri bıraktığı, başka yazım alanlarına yöneldikleri, az yazdıkları veya dergiler de şiirleriyle gözükmedikleri yönünde bir üzüntü taşınmaktadır. Şiire akraba düşen başka yazım alanlarına yönelen şairleri tam kayıp şair olarak da görmemek gerekir. Mesela kimi yazarların öykülerinin, romanlarının ve türlü nesir eserlerinin içerisine şiirlerini yerleştirdiklerini düşünürsek pekte şiiri bırakmamış olduklarını düşünebiliriz. Zaman zaman şiiri sessize almak, dönem dönem daha farklı şiir damarlarının filizlenmesine vesile olacaktır. Başka bir cihetten kendini koruyamayan, savunamayan şiirin eskiyip bir süre sonra ölmesi gibi şairde buna benzer süreçleri yaşayabilir. Sonuçta her insan göç ilmühaberini alıp Hakk'a yürümeyecek mi?

‎Şair ve yazarlarda daha çok görünme arzusu ve çabası baskın olarak gözükse de Behçet Necatigil’in “Az görün, çok görürler” türünden bakış açıları da bulunmaktadır. Şiir veya başka alanlarda olduğu gibi “az veya çok görünme veya hiç görünmeme” tercihleri vardır elbette. Dilimize, kültürümüze, kadim değerlerimize, hayallerimize değinen şiirlerin şairleri bizler için çok kıymetlidir. Kimi şairler, şiir ırmağında çokça bir ömür yıkanırken kimileri de bir defa da olsa bu ırmağın suyundan nasiplenmişlerdir. Şiiri, hayatının geneline yaymayı başarabilmiş, görünürlüklerinden ödün vermemiş şairlerimiz de yok değil elbette. Öyle ki bu şairler için şiir, adeta vücudun önemli bir parçası gibidir. Eğer bu şiir parçası alınırsa şair öleceğini bilir.

Yazar anlatımının özünde, şairlerin kapalı devre bir yayın akışı yerine, görülmelerini, duyulmalarını ve hissedilmelerini arzular. Her ne kadar kimi isimlerin şiir dışında başka yazı disiplininde yol aldıklarını söylese de gönlü hep şiir tarafındadır. Öyle ya şiirden başka yazım türlerine yönelmek veya tersi durum hep ihtimal dâhilindedir. Ama genellikle ilk teslim olunan edebiyat disiplini, şiir olmaktadır. Şiirden sonra diğer türlere geçişler yapılmaktadır. Şiir bu bağlamda bir uğrak yeri de olabilmektedir. Şiirde doyuma ulaşmak veya dünya yorgunu bir insana dönüşmek gibi birçok etken de mümkünattandır. Gerek şiiri bulanlar gerekse de şiirden uzaklaşanlar için öze, kendine dönme durumları da olacaktır. Her şairin kendini bulduğu bir mağaranın olması gibi türlü çeşit arayış serüvenleri de olacaktır. Hele ki şiirin uzun yıllar nazını çekmek bir ömür şiire emek vermek her yiğidin harcı olmayacaktır. İyi okumalar dilerim.

‎İlkay Coşkun
‎Şehir Defteri Dergisi
Sayı 20, Eylül 2025‎



4 Eylül 2025 Perşembe

Bahçelerde Yapayalnız Hüzün

“Bahçelerde Yapayalnız” Hüzün

“Bahçelerde Yapayalnız” Şair Şakir Kurtulmuş’un, Eylül 2024’te ilk baskısını, Çıra Yayınları etiketiyle okurlarıyla buluşturduğu yedinci şiir kitabıdır. Bu son şiir kitabı ve yenile okuduğum ilk şiir kitabı, “Ah Güzel Bir Gün” ayrıca kızı Şeyma için yazdığı, “Cennetin Çocukları Olmak” anı-hatıra kitabı üzerinden şairin hüznünü ve hüzne bakışını kaleme almaya çalışacağım. “Bahçelerde Yapayalnız” üç bölümde tasniflenmiş olan eser, on sekiz şiir ile yüz on dört sayfadan müteşekkildir. Şiir bölümleri ise şöyle, “Karşılama Töreni, Eylül Zamanı ve Yağmurdan Hemen Sonra”

Esas konumuz, şairin hüzün hali ve hüzne bakışına geçecek olursak; Bu hüzün halinin birden çok boyutu vardır. Dikkat çeken en belirgin cihet, şairin ilk şiir kitabı olan “Ah Güzel Bir Gün”de de bolca kullanılan Afganistan savaşı ve Afrika temasıdır. “Afrika’nın siyah ve yetim yüzlerinde güller açar.” (Bahçelerde Yapayalnız- s. 15), “saatler Asya/ kalpler Afrika’ya ayarlı/ kimse rahatsız olmuyor/ kış uykusunda gibi” (s.86) Yine “Ah Güzel Bir Gün”de, “Afganistan işte tam şuramda büyüyor” (s. 86) diyerek Afganistan’a bakışını en yalın ve vurgulu bir şekilde yapmaktadır. Bütün bu şiir bölümleri, tema hakkında ve genel anlamda şair ruhunun çözümlemesine yönelik imkân sağlamaktadır.

Hüzün teması genellikle hayata dair olumsuzluklar içerse de temel bazı yaşanmışlıklar daha belirgin gözükmektedir. Bunlardan en önemlilerinden birisi, yaşadığımız korona virüs hadisesidir. Şiirlerde yer alan imgelerin bazılarında bu günlere göndermeler de bulunulmaktadır. “Karantina günlerinden kalma/ uzun sürecek bir gece var” (s. 26) Mesela başka bir yerde şair, karantina günlerini yalnızlıkla eşdeğer görür. “Göçmen şarkıları eşliğinde/ yalnızlığı karantina günlerinin” (s. 35) Başka bir şiirde; “üzerime gelen gökdelenlerden/ ciğerleri işgal etmiş/ virüsten/ öç almalıyım” (s. 75) Bütün bu mısralar, şairin hüznünü yansıtmaktadır. Bunlarla birlikte, daha çok yalnızlık ve ölümlerle beraber hüzünleri de barındıran altı Şubat 2023 Kahramanmaraş depreminin şiirlere yansıdığını söyleyebilirim.

Hüzünlerde en dikkat celp eden, ölümler olmaktadır. Şairin, ‘Cennetin Çocuğu’ olarak isimlendirdiği Kızı Şeyma, Üstat Sezai Karakoç ve Merhum Alaattin Soykan’ın ölümlerinin ardından yazdığı şiirleri örnek verebiliriz. Ölümlerle beraber yaşanmışlıklar ve derin hüzünler şiirlere yansıtılmaktadır. “Yaşamak hırsı büyüdükçe/ hatırlanıyor ölüm/ bakıyoruz/ ne zaman çalınacak kapımız diye” (s. 86) Herkesin kendisine sorması gereken soruyu şair mısralarında kendisine sormaktadır. Hüznü ve özlemi taşıyan, “Cennetin Çocukları Olmak” kitabının arka kapak şiiri de şu şekildedir; “adı aşktı/ kalbimize yazıldı önce/ sonra kağıda yazdık../ gözlere yazdık.. ellere yazdık…/ sonra toprağa yazdık…/ taşlara yazdık../ ayrılıklara yazdık”

“Bahçelerde Yapayalnız” şiir kitabı isminin şiirlerde altı yerde farklı imgelerde ses tekrarı, nakarat olarak kullanıldığını görmekteyiz. Bu mısra bölümlerine bir bakalım; “zihnimde dolaşıp dilimde tekrarlanan bir şiir/ bahçelerde yapayalnız.” (s. 7), “Seni düşündükçe/ bahçelerde yapayalnız/ atıyor kalpler.” (s. 34), “bu yalnızlı/ sessiz/ kalabalıklar/ arasında/ tek/ tenha/ ve/ bahçelerde/ yapayalnız” (s. 53), “sonbahar yaprakları/ bahçelerde yapayalnız” (s. 72), “bahçelerde/ yapayalnız/ kaybolmuş günlerimiz” (s. 90), “gözlerinde/ masmavi bir derinlik/ bahçelerde/ yapayalnız” (s. 103)

Şairin şiirlerinde, hüzünler taşıyan burkucu bir özlem halini görmekteyiz. İzninizle hüzne dair başka mısralara da bakalım. “Bastırılmış acılar/ yoğun sis/ gri/ ve kırık hüzün” (s. 18), “hüzün saksısına ek, yeşersin umut tomurcukları” (s. 21), “gözlerinde sürme/ ellerinde kına/ kalbinde onulmaz yara” (s. 53) Yalnızlığa, ayrılığa ve hüzne dair çok başka ihtimaller de varittir. Çevgan ve cevalan içerisinde olan insan, elbette ki sükûnete erecektir. Öyle ya insan, içerisinde bulunduğu kalabalıklardan yalnızlıklar da bileyecektir. Hüzün ve yalnızlık behemehâl aynı yolun yolcularıdır. Burada bahsettiğim bir yalnızlık güzellemesi olarak algılanmasın lütfen. Yalnızlık hali, bir taraftan hüznü taşıdığı kadar başka bir taraftan da insanın kendini bulması, kendini dinlemeye alması ve üretime geçmesini de barındırmaktadır. Bir başka ifadeyle insan, herkeslikten kurtulduğu oranda kendisini bulacaktır.

Şairin hüznünü, “sonbahar hüznü, çocukluğa özlemde beraber duyulan hüzün” şeklinde daha da çoğaltabiliriz. Zaman denen hoyrat aceleci günleri birer birer devirerek yoluna devam ediyor. Ve dünün çocukları, bu günün büyükleri oluveriyor. Çocukluk ve özlem hali de şiirlerde böylelikle yer buluyor. Mesela, “çiçeklere türkü yakan çocuklardan” bahisler vardır. “Ve unutma sakın/ hayata simit satarak alıştım” der bir mısrasın da şair. “Her sabah okula gitmeden önce/ sattığım simitlerde saklı hüznüm” (s. 91) gibi. Şair, çocukluğunu hüzünle beraber daha çok özlemle yâd etmektedir.

Anlatım dilinde kullanılan isimler olarak kuşlar, çiçekler, mevsimler, güneş, ay, yıldızlar, renkler şeklince uzunca bir liste yapabiliriz. Şiirlerin geneli hayatı güzelleştiren, asilleştiren ve sanatlaştıran Şehr-i İstanbul’da geçmektedir. İstanbul’la beraber Eskişehir, Bursa gibi şehirlerimizle de karşılaşmaktayız. Bu da şairin doğduğu ve doyduğu yerlere karşılık gelmektedir. Ek olarak, dikkat celp eden az kullanımda olan farklı kimi kelimeler de yerleşiktir. “servi naz, nekkâre, çitlembik, ringalar, çötük, meduza” gibi.

Son tahlilde, maneviyat kovasının derinlerinden getirdiği mısralarla yazar şair. Yer yer duygunun önde olduğu, yalın ve gayeli bir anlatımdır bu. Daha çokta dingin bir üsluptadır. Şiirler, anlatım müphemliği taşımaz. Bütün bu anlatımlardan, yazar-okur rûberû duygudaşlık halindedir. Şairin kalbi hassas, duyarlı, kırılgan, sanat ehli, nazenin ve cevher-i fürûşan iken şiirlerde hüzünler, yalnızlıklar kendisini çokça hissettiriyor. Hallac-ı Mansur’un, “iyi yaratılışlı olmak esenliktir” anlayışındaki gibi bir insaniyet, hümanizm ve duyarlılık hali çoğunluktadır. Modern tabirle, ontolojik bir bireyselcilik kesinkes taşınmamaktadır. Tam tersine dertlerle dertlenen, bir hüzün hali desek daha doğru olacaktır. Miskin bir kadercilikten ziyadesiyle uzak, daha çok mücadeleci bir erk halindedir. Olsa olsa hüzün ağrısı çeken bir şair portresi çiziliyor diyebiliriz. Bu hüzün halini, merhum Neşet Ertaş’ın, “Tel kırılsın da gönül incinmesin” sözü hassasiyetindedir. İyi okumalar dilerim.


Şakir Kurtulmuş

1958 Eskişehir doğumlu. İlk ve orta öğrenimini burada tamamladı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Doğu Dilleri Bölümü’nü bitirdi. 1977 yılından bu yana çeşitli gazete ve dergilerde çalıştı.

Yeni Devir Gazetesi’nde uzun bir süre ‘Sanat-Edebiyat’ sayfası hazırladı. 1980 yılında ‘Tin Yazıtları’ isimli bir edebiyat dergisi yayınladı. İnsan Yayınları’nın kuruluşunda görev aldı. Eskişehir’de lise öğrenimi sırasında arkadaşlarıyla birlikte ‘Fecir’ isimli bir duvar gazetesi çıkardı. İlk yazısı 1976 yılında Yeni Devir gazetesinde, ilk şiiri Mavera dergisinde 1978 yılında yayımlandı. İlk şiir kitabı “Ah Güzel Bir Gün” 1985 yılında Akabe yayınları arasında çıktı. Yönelişler, Mavera, Aylık Dergi, Ay Vakti, Bir Nokta, Edebiyat Ortamı, Şiar, Hece, Muhit ve Yedi İklim dergilerinde şiir ve yazıları yayınlandı.

Şiir Kitapları:

Ah Güzel Bir Gün
Yusuf’un Kuyusu
Ölüm ve Ayna
Gökte Asılı Şarkılar
Dağların Açık Yarası
Hiçbir Mevsime Sığmıyor Kuşlar
Bahçelerde Yapayalnız

Deneme Kitapları:

Edebiyatın İzi 1. Bir Sonsuz Yolculukta
Edebiyatın İzi 2. Bir Tutkuya Dönüşmek
Edebiyatın İzi 3. Çiçekler Hiç Solmasın
Kültürün İzi
Kalbe Giden Sokakta Kitabın İzi
Yer ve Gök Arasında Sanatın İzi
Artık Evimize Dönmek İstiyoruz

İlkay Coşkun
Kültür Ajanda Dergisi
Eylül 2025, Sayı 142



3 Eylül 2025 Çarşamba

Kültürümüzde ki Şehir

Kültürümüzde ki Şehir

Medeniyetlerin üst seviyelerini işaret eden şehir olgusu yazarların, sanatçıların muhayyilesinde hep yerini almıştır. “İnsanın en büyük erdemi şehir kurmaktır” diyen Platon'a kadar bu anlayışı götürebiliriz. Ecdat, şehirleri inşa ederken çınar, köknar, çam, servi ve çiçeklere de bolca yer vermiştir. Bu kıymetin özünde insanın, canlının özüne uygun doğallık yatmaktadır. Öyle ki kadim anlayışımızda şehirleri imar eden mimarlarla beraber, şehir siluetlerinin baş mimarı olarak doğa görülür. İslâm beldelerinde kervansaraylar barış dönemlerinde pazar yeri görevi, savaş zamanlarında kale işlevi görmekteydiler. Şehirlerin şehirle özdeşleşmiş camileri, hanları, medreseleri, çarşıları, kütüphaneleri ve meydanları gibi birçok yapıları mevcuttu. Yazar Suut Kemal Yetkin, Türk ve İslâm sanatlarına ilişkin çalışmasında “Selçuklu kervansaraylarının aralarındaki uzaklıkların deve yürüyüşüyle günde dokuz saat, yani kırk kilometre esas tutularak” belirlendiğini anlatmaktadır.

Her konuda olduğu gibi bu konuda da Müslümanların, kapitalist ve komünist bakış açılarının karşısında söyleyecekleri hep olmuştur ve olacaktır da. Müslümanca bakış, görünen dünyayı görünmeyen dünyanın tarlası olarak gören, duyarlı bir anlayıştır. Allah’ın sanatının üstüne sanatın olamayacağına inanmaktır. “İnsan, Allah’tan koptukça pas yoğunlaşır.” diyen Nuri Pakdil sözündeki felsefedir bu. Yahya Kemal’in “Türkler yeraltında ölmeyen, ölüleriyle birlikte yaşarlar.” sözündeki köklerine bağlılıktır bu. “Cami, mihrabıyla bir ibadethane, minberiyle bir toplum ve bir devlet, kürsüsüyle bir okuldur.” diyen Sezai Karakoç’un ifade ettiği gibi bir inanç bağıdır bu. Ama günümüzde alışveriş merkezleri şehirlerin, şehirler ülkelerin simgeleri haline dönüşüveriyor. Biz Müslümanların, bu kötü gidişatın karşısında tezlerimiz vardır ve olmalıdır da.

Şehirlerin tek başına sahip oldukları kimliklerinin yanında şehirler arasında ülkü, kültür birlikteliğinde etkileşim ve benzeşimler de olacaktır. Şehirler arasındaki karşılaştırmalar, şehir olgusunu tamamlayıp bütünleyecektir. Bütün şehirlerin bir kimliğinin, bir kişiliğinin ve bir karakterinin olmasını arzulamamız boşuna değil. Öyle ki kadim şehirler, yüzyıllar içinde zenginleşen bilgi ve bilgelik birikimleriyle, birlik içinde çokluk, çokluk içinde birlik anlayışıyla benzerleri diğer şehirlere ışık olmaya devam edecektir. Bir cihetiyle şehirlerin ömürlerini devletlerin ömürlerinden hep daha fazla görmeliyiz. Devletler yıkılsa dahi şehirler bir şekilde hayatiyetini sürdüreceklerdir.

Filhakika, medeniyetin, milletin, kültürün, mensubiyetin, birlikte yaşama kültürünün, maslahatın öne çıktığı şehirlere nazenin yaklaşmalıyız. Nostaljiyle yoğrulmuş eşyanın hikmetiyle, daha çok da taşıdığı ruhla bütünlemeliyiz. Yaşanılan şehri tarihiyle, kültürüyle içselleştirip şehirli kimliğine sahip çıkmalıyız. Bu bağlamda yaşanılan şehre aidiyet ve mensubiyet önem arz etmektedir. Birbirine her bakımdan muhtaç olan insanın bu mensubiyet hissini taşıması önemli bir değer olacaktır. Şehirlere hem ruhen hem de mücessem olarak kimlik kazandırılması ancak böyle mümkün olacaktır. Öyle ya gün gelecek, insanlar yaşadığı yerlere benzeyeceklerdir. Atalarımızın dediği gibi bal küpünden bal, sirke küpünden sirke sızacaktır böylelikle. İnsanın gönlünü iyileştiren, kültürünü zenginleştiren şehirlerimize, sesimizden daha çok sözümüzün kuvvetiyle sarılacağız.

İlkay Coşkun
Kültür Ajanda Dergisi
Eylül 2025, Sayı 142

19 Ağustos 2025 Salı

Havamız Olsun - Halit Yıldırım

Havamız Olsun - Halit Yıldırım

‎Kıymetli dostumuz İlkay Coşkun’un 11. kitabı “Havamız Olsun” KDY’den çıktı. Kitap, bir Meteoroloji'de Mühendis olan İlkay Coşkun’un mesleki birikimini edebiyat ile buluşturduğu özel bir eser niteliğinde. Kitabı baştan sona dikkatli okuduğunuzda yılların deneyimli şair ve yazarı Coşkun’un aslında kendi mesleğinde de mahir olduğunu, mesleğin her türlü inceliğine vakıf olduğunu ve bu mesleğin halk diline yansımaları ile Anadolu irfanı diyeceğimiz bir bilgelikle nesilden nesile nasıl aktarıldığına da şahitlik ediyoruz.

‎Anadolu’da mer’i bir takvimin yanında bir de “eski hesap” denilen dededen toruna tevarüs eden bir takvim daha vardır. Buradaki aylar, günler, mevsimler biraz daha farklıdır ve her birinin ayrı bir ismi vardır. İşte İlkay Coşkun mesleğinin akademik literatürü yanı sıra belki de folklor olarak sayılabilecek halk literatürünü de yemiş içmiş. Bu yönüyle bile kitabın adıyla müsemma bir deyimle ne kadar hava atsa yeridir.

‎Kitapta işlenen mevzuların sakın akademik bir dil ile anlatıldığı zehabına kapılmayınız. Usta kalem meteorolojinin kasvetli dilini bazen ironik bazen mizahi bazen de hüzünlü bir ile okura aktarmış. “Kulağımıza Fısıldanan, Her Mevsim Başrol, Dört Elementin Şahı, Okunacak Kitap, Hava ve Heva, Gül Pazarında Nefes Satmak ve Bir Nefes Sıhhat” başlıkları altında yedi ana başlıktan ve kırk alt başlıktan oluşan yüz yirmi sayfalık bir hacme sahip olan Havamız Olsun, zaman zaman bizi Anadolu yaylalarına çıkarıyor. Kimi zaman tarlada yağmur bekleyen bir çiftçinin yüreğine, kimi zaman döktüğü kerpiçlerin kuruması için açıp ellerini dua eden bir kerpiç ustasının dileklerine misafir ediyor.
‎İlkay Bey, kitap hakkında Kübra Börk ile yaptığı ve Kültür Ajanda Dergisinde yayınlanan söyleşisinde bu kitabın oluşumu ile ilgili şu bilgileri veriyor:

‎“Kırk yıla yakındır havayı gözlemleyerek, havayı rasat ederek geçimini idame ettiren biri olarak havaya, mevsimlere, hava parametrelerine dair söylenecek çok şeylerim olmalıydı elbet. İşte bu minvalde, bir senelik zaman diliminde yirmi civarında bu alanda yazılmış kitabı taradım. Ve daha önceki yazdıklarımı da içerisine ekleyerek, Mart 2025’te “Havamız Olsun” kitap halini aldı. Ayrıca bu zaman diliminde yazar arkadaşım Sinan Ayhan ile birlikte karşılıklı yazılar yazma mihmandarlığında bulunduk. Bu gayret üzerine bu kitabın doğumu gerçekleşti.”

‎Kitap böyle bir süreçten geçerek ete kemiğe bürünmüş ama onun da ötesinde bir derinliğe sahip. Hele hele mevzular arasına serpiştirilen ve her birisi binlerce yıllık gözlem ve tecrübeye dayanan deyimler ve atasözleri kitaba ayrı bir hava katmış. Gök ağlamasa yer gülmezmiş bunlardan bir tanesini… Ne kadar anlamlı değil mi?

‎Ya şu sözlere ne demeli! Her birisi bir altın küpe niteliğinde…

‎Kar çiftçinin yorganıdır.
‎Kışın yaba al, yazın soba al.
‎Kışın yorgansız, yazın ayransız olmaz.
‎Yazın dağlar da misafir alır.
‎Martın yazını yaz belleme, damın sazını saz belleme.

‎Anadolu insanının irfanını oluşturan binlerce yıllık rasat geleneğinin sonuçlarının nasıl bir toplumsal hafızaya dönüştüğünü ve bunun kitapta bahis konusu edildiğini yine yazarın şu ifadelerinden anlıyoruz.

‎“Havamız Olsun” konusunu tarihi bir süzgeçten geçirip kadim değerlerimiz bu konuya nasıl bakmışların kritiğini yaptım öncelikle. Kadim medeniyetimizin, geleneğimizin çevre anlayışını, havaya dünyaya bakışını kısa kısa da olsa değinmeye çalıştım. Bu bakışta korumacılık yönlerine, nasihatvari sözlerine de yer verdim. Ümmi bilişleriyle de olsa ince mizahlarını kullanarak yaptıklarına şahit oldum adeta. Bütün yaşamlarındaki tedbirleriyle, öncelikle eşeklerini, develerini ipinden bağlayıp sonrasında tevekkül etme hallerini görüyoruz.”

‎Meteoroloji mesleğinin aslı esası rasada yani gözleme dayanıyor. Kitabı dikkatlice okuduğunuzda aslında bu kitabın bir gözlemden öteye kâinat sırları hakkında bir tefekkürün kelimelere bürünerek sizinle paylaşıldığını hissediyorsunuz. Yazar bu durumu da yine bahsi geçen söyleşide şu ifadelerle dile getirmiş:

‎“Kâinat kitabını okurken köşebentler, düğünler ve nirengilerle karşılaşıyoruz. Böylelikle şaşırma eylemine her an kapılıp dua ve şükür sığınağında yıkanıyor olmalıyız. Hani meclislerde, söz birine gidip değer, o kişinin de o anda kalp gözü açıktır ve nasibin en büyüğünü alması gibi olunmalıdır. Allah’ın sanatına bakarak, hissederek ve kavrayarak bu hisseye ortak olunmalıdır. Öyle ya ırmaklar, denizlerin kokusunu her daim alacaktır. Başka bir ifadeyle kuşlar ölecek ama önemli olan uçuşu hatırlamak gerekiyor. Ama her şeye rağmen insan kendi çağında, kendi şartlarında ve coğrafyasında vakitlenip kendince gölgeleniyor vesselam.”

‎Bana kalsa bu kitabı Meteoroloji alanında eğitim veren bölümlerde yardımcı ders kitabı olarak okutmak lazım. Hatta bu kurumda çalışan genç arkadaşlara bu kitabı okutmak lazım diye düşünüyorum. Hani belki bu sözlerim için “abartma!” hocam diyenler de çıkabilir. Lakin ben bu konuda ciddiyim. Bu satırların yazarı olan bendeniz aynı zamanda bir Ziraat Mühendisiyim. Ziraat Fakültesinde ilk aldığım ders de “Meteoroloji” dersiydi. (Lakin itiraf edeyim ki bu dersi veren hocanın adını dahi hatırlamak istemiyorum, orası ayrı bir mevzu…) Yani bu meselelere aşina birisiyim. Hatta geçmişte -kırk yıl kadar önce- İlçe Tarım Müdürlüklerinin yanında küçük rasat istasyonları vardı. burada yağan yağış miktarı, rüzgâr yönü ve şiddeti gibi zirai faaliyetleri ilgilendiren rasatlar yapılır ve her gün işlenen bu cetveller teleksle merkeze bildirilirdi. Tam hatırlayamamakla birlikte ya Ziraat Fakültesindeki öğrencilik yıllarımda ya da staj yaparken İlçe Müdürümüz izne gidince onun yerine bir hafta kadar bu rasatları yapmışlığım da var. Yine 70-80’li yıllarda aynı bakanlık bünyesindeki iki genel müdürlük olarak faaliyet gösteren Meteoroloji müdürlüğü çocukluğumda Teknik Ziraat Müdürlüğü ile aynı binada hizmet veriyordu.

‎Kitaba önsöz yazan Sinan Ayhan da bu farklı kitaptan etkilenmiş olacak ki “Ey bir işaret bekleyen okuyucu! Elinde bir kitap var ve bu kitap her şeyden önce vasatı yerinden ediyor. Ona yaşam imkânı tanımıyor.” cümleleriyle bizim duyduğumuz heyecana eşlik ediyor.

‎İlkay Coşkun beyi tebrik ediyor, kendisinden yeni eserler beklediğimizi belirtmek istiyorum.

Halit Yıldırım
‎Milat Gazetesi


14 Ağustos 2025 Perşembe

Havamız Olsun - Mahmut Topbaşlı

HAVAMIZ OLSUN

Havalı olmak; biraz fiyakalı olmak, eli yüzü düzgün olmak, sözü dinlenir olmak gibi birçok mecazı yüklenirken birleştirici, bütünleştirici, toparlayıcı olmayı da ifade eder.

“Havalar nasıl olursa olsun, sizin havanız güzel olsun” sloganıyla hava durumu, meteorolojik hava tahminleri sunulurdu bir zamanlar. Sizin havanız güzel olsun temennisi ruh haliniz, moral durumunuz, iş güç vaziyetiniz gibi masumane dilekler akıllara düşerken bir telkini de süblimene bir algı olarak kullanılırdı.

Havamız Olsun başlığını şu an dua niyetine ödünç alıyorum. Uzun zamandır hem şahsî hem toplumsal, hem ülke ve millet olarak havamız bozuk. Afet ve felâketler, ekonomik zorluklar, yokluk ve sıkıntılar havamızı bozmuş durumda. Berrak güneşlerimiz, pırıl pırıl havamız; puslu, dumanlı, kapkara ve ümitsiz görünüyor. Kuraklık ve israf suyumuz için de olumsuz sinyallerle uyarılar gönderiyor. Toprağımız mümbit ve bereketli iken birçok sebepten çoraklaşıp bize küsüyor. Ateş; teknik, teknoloji çağı için enerji olacak temel bir element iken yeşil vatanımızı yakan bir felâketi yaşatıyor. Hayat unsurları olan dört kıymet bizim havamızı bozmuş durumda.

Havamız olsun derken, bunu bir dua vecdiyle ifade ederken havalı olma peşinde değilim elbette. Allah korusun, mecazlarla yüklü bir havadan hazzetmem. Ama nefes alabileceğimiz, cennet vatanımızda tertemiz havayı soluyup, temiz suları, bereketli toprakları ve teknolojik ateşlemeleri yaşayabileceğimiz bir havamız olsun isterim.

Bu istek bir meteoroloji mühendisinden gelirse daha anlamlı, daha dört başı mamur, ayakları yere basan, edebî ve ilmî bir değerlendirme olur diyorum.

Diyorum çünkü bunu gördüm.

Şair ve yazar, radyo ve tv programcısı ve Meteoroloji mühendisi sevgili İlkay Coşkun’un son kitabının adı HAVAMIZ OLSUN…

Sadece kitabın adından aldığım çağrışımlarla ben de uyandırdığı tedailer girizgâh olmaya yetti. Yazarın kendisi ilk söz olarak yazdığı ifadede “Havamız Olsun” un iyi ve güzel bir temenniye yaslandığını belirtiyor. İklim değişikliği, hava kirliliği, çevre sorunları, savaşlar, zulümler, duyarsızlıklar gibi dünya problemleri adına imdat çığlığı olarak açıklıyor. Dünyaya sahip çıkma, emaneti çocuklarımız için koruma ve kollama uyarılarından söz ediyor. Böyle olunca hepimiz en gür sesle HAVAMIZ OLSUN diyebiliriz.

Uzun söze hacet kalmadan bölüm başlıklarını takdim ettiğimde havanın dünyamız ve hayatımız için ehemmiyetini ve modern hayat çabalarına kurban ettiğimiz, bizim bile bile eriştirdiğimiz bozuk havayı en açık en acı haliyle resimleyebiliriz. Bölüm başlıkları demişken İlkay Coşkun’un nev’i şahsına münhasır bir yazar olduğunu özellikle denemelerinde kullandığı argüman ve metaforlar ile kapalı ve gizli benzetmeleri, imgeleri düşüncelerinize fırlatılmış oklar gibi duruyor. Başlıklar da öyle… Hele alt başlıklardaki edebi zenginlik havaya hava katıyor.

KULAĞIMIZA FISILDANAN
HER MEVSİM BAŞROL
DÖRT ELEMENTİN ŞAHI
OKUNACAK KİTAP
HEVÂ ve HEVES
GÜL PAZARINDA NEFES SATMAK
BİR NEFES SIHHAT

Bu yedi ana bölümün altında tam kırk alt başlık ile yüz yirmi sayfalık en derin havayı, en edebi havayı ciğerlerinize çekiyor, âsumandan aldığınız cümle güzelliklerle yem yeşil bir dünyanın, tertemiz bir havada yaşamanın şükrüne erişiyorsunuz.

Yüreğine sağlık sevgili İlkay… Bu COŞKUN havayı bizimle paylaştığınız için binlerle teşekkür. Değil mi ki HAVAMIZ OLSUN diyerek iyi ve güzel temennileri en hasbi duygularla paylaşıyorsun…

Mahmut TOPBAŞLI
14.08.2025

13 Ağustos 2025 Çarşamba

Havamız Olsun - Ömer Yerlikaya

"Havamız Olsun" Hakkında - Ömer Yerlikaya
Serhad Artvin Gazetesi (13.08.2025)

İlkay Coşkun ve Havamız Olsun…
‎Efendim Serhad Artvin Gazetemizin bu haftaki konuğu yazar İlkay Coşkun.

‎1971 yılında Yozgat Çayıralan’da dünyaya geldi. Sivas İrade gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Radyo Hilal'de İlkay Coşkun'la Edebi Sohbetler isimli programı hazırlayıp sundu. Somut ve deneysel şiirlerinin bazıları Ukrayna Kiev üniversitesi akademik çalışmasına konu oldu ve Ukraynacaya çevrildi. Otuzu aşkın dergide ve kitapta, şiirleri ve yazıları yayımlandı. Halen bir kamu kuruluşunda mühendis olarak görev yapmaktadır. Biri ortak, dokuz şiir ve deneme kitabı yayımlandı.
‎Şair ve yazar İlkay Coşkun’un Havamız Olsun isimli kitabını okuyup inceledim ve sizler için yorumluyorum. Havamız Olsun 2025 yılında Kitap Yurdu Doğrudan Yayıncılıktan çıktı. Yüz on sekiz sayfa hacimli bir kitap ve yedi bölümden oluşuyor. Yazar dört elementin şahı olan Havayı anlatıyor. Bildiğimiz havayı edebiyatın derinliklerinden eleyip geçiriyor; dağda, kırda, bayırda, bulutlarda, gökyüzünde, o bildiğimiz havayı başka bir dille, yazarın lirik dil akışıyla meteorolojik yansıyı edebi bir atmosferde eriterek, değişkenliğini okura sunuyor.
‎Esasen okuru hırpalıyor, yoruyor ve galiba birazda aklını başından alıyor. İlkay Coşkun aykırı bir yazar, geleneksel kalıbı çok gerilerde bırakmış, yazın dünyasının zirveye tırmanan homurtulu modern yazım tekniğine korkusuzca saldırıyor. Yazar Sinan Ayhan’la iyi bir ikili oluşturmuşlar bu belli ama bu deli dolu çıkışlar nereden besleniyor? Ne diyelim edebi bir sır olarak ortada kalsın!
‎Şunu gördüm İlkay Coşkun okuru umursamayan bir yazar. ‎Sebebini hemen açıklayayım; yazarın çizgisini ortaya koyabilmek ve ne anlattığını anlayabilmek içinde iyi bir analist olmak gerekiyor. Yani analitik yorum becerisine sahip olmanız gerekiyor. Yani herkesin okuyacağı kitaplardan değil, sadece nitelikli okura hitap ediyor. Geleceğin kitaplarını şimdiden yazan yazarlardan birisi İlkay Coşkun. Dili ustalıkla kullanıyor ve Türkçenin zengin sözcük üretme becerisini yazın görselinde paylaşıyor. Düşünce zenginliği, olaylara bakış açısı, sezgi, gözlem gücü, ayrıntılara girme becerisi ve sınır çizilemez hayal gücü zenginliğiyle de göz dolduruyor.

‎Bir yazar da olması gereken meziyetlerin hemen hepsini belleğinde barındırıyor. ‎Her haliyle hayranlık uyandıracak bir yazar ve kocaman alkışlar sizin için efendim…
‎Bu arada arka kapak yazısını çok beğendiğimi söylemeliyim. Nitelikli bir yazı. Ve yazar Mustafa Nurullah Celep beyefendinin kitaplarını köşemde yorumlamak isterim.
‎Serhad Artvin gazetesi olarak İlkay Coşkun’a sonsuz başarı dileklerimizi iletirken ailesiyle ve tüm sevdikleriyle birlikte, sağlıklı mutlu yaşamlar diliyoruz. Sevgiyle kalın.


5 Ağustos 2025 Salı

"Havamız Olsun" Üzerine Söyleşi

‎“HAVAMIZ OLSUN” KİTABI ÜZERİNE
‎KONUŞAN: KÜBRA BÖRK
CEVAPLAYAN: İLKAY COŞKUN
(Kültür Ajanda Dergisi, Sayı 141, Ağustos 2025)

‎· Yazmak, yazar olmak mesuliyeti yüksek bir tercih, öte yandan heyecan verici. Bu yolculuğa çıkışınızın öyküsü nasıldır?

‎Sadi Şirazî’nin; “Mecnun’la konuşacaksan Leyla’nın güzelliğinden bahset” anlayışındaki gibi bir duygudaşlıkla ve aşkla, ilk gençlik yıllarımda şiirler yazmaya başladım. İhtiyarlıkta ki ibadetlere benzer gecikmeler yaşansa da her hali zamanında ve de halimce not etmeye çalıştım. Öyle ya bütün bu yazılanların adına hayat dediler. Aşk onun içinde, sevgi onun içinde. Zorluklar ve yaşanmışlıklar onun içinde.

‎· Profesyonel mesleğinizle yakın bağı olan “Havamız Olsun” adlı kitabınızın kurgusu nasıl oluştu?

‎Kırk yıla yakındır havayı gözlemleyerek, havayı rasat ederek geçimini idame ettiren biri olarak havaya, mevsimlere, hava parametrelerine dair söylenecek çok şeylerim olmalıydı elbet. İşte bu minvalde, bir senelik zaman diliminde yirmi civarında bu alanda yazılmış kitabı taradım. Ve daha önceki yazdıklarımı da içerisine ekleyerek, Mart 2025’te “Havamız Olsun” kitap halini aldı. Ayrıca bu zaman diliminde yazar arkadaşım Sinan Ayhan ile birlikte karşılıklı yazılar yazma mihmandarlığında bulunduk. Bu gayret üzerine bu kitabın doğumu gerçekleşti.

· Haz ve hız çağındayız bu çağda insan kendi benliğinden uzaklaşmış durumda, kitabın ilk söz kısmında; “modern hayatla izole kalan” ifadenizle göçebe kodlarımızdan bahsediyorsunuz, bu kodları insanoğlu nasıl aktif hale getirebilir?

‎Hayat şartları, insanı daha çok yerleşik hayatlara yönlendiriyor olsa da evden, şehirden ve vatandan gidişleri bir yerde modern göçebelik olarak addedebiliriz. Böylelikle, “Tebdili mekânda ferahlık vardır” kabilince serüvenimiz dört bir yana yayılmaktadır. Yüzyılların tecrübeleriyle ve insanın merak, keşfetme erkleriyle kuvve bulunuyor. Hatta öyle ki gidişlerin dönüşleri de beslemesi arzu edilir. Genel çerçevede göçebe kodlarımız, bizleri tabiatla, havayla, iklimlerle, çevreyle sarmaş dolaş iç içe yaşamaya çağırmaktadır. Evimize, kalbimize, dünyamıza ve şarkılarımıza böylelikle dönebilmemiz de elzem olacaktır. Öyle veya böyle ortalama yetmiş seksen yıllık hayatlarımızda, karbon ayak izlerimizi, haraketlilik yetilerimizi ve gürültü yapma yanlışlıklarımızı görsek de sonumuz hep sessizliğe bürünmektedir.

· İnsan halden hale geçen bir varlık, her halimiz ayrı bir mevsim, yükümüzün darasını bile hissedemiyoruz bu çok derin ve anlamlı bir kelime, yükü hissedemeyen insan yaşamla nasıl bağ kurabilir?

‎Bütün anlayışlar sevgi temelli bir bağla inşa olmalıdır. Ana ehramının tepesinde hassasiyet, duyarlılık ve sevgi olmalıdır. Mesela eskiden, kadim medeniyetimizin insanları yürürken otlar incinmesin, çayırlar, çimenler ezilmesin diye çarıklarının burunlarını hep yukarı doğru yaparlarmış. Hayatla, çevreyle kurulan ne kadar nazenin bir bağ değil mi? Amaç, bu güzel bağları karşılıklı uyum içerisinde çoğaltmakla mümkün olacaktır.

‎· “Havamız Olsun” kitabınızda birçok mevsimsel esintiler var. Tarihsel, şiirsel, dönemsel nüvelerin kokusunu alıyoruz okurken… Okurlarınıza dört mevsimi yaşatıyorsunuz. Bizim coğrafyamızda, insanımızın hangi mevsimi soluduğunu düşünüyorsunuz?

‎Gerek şeklen gerekse de hal üzerine daha çok zemheri mevsimi uzun geçiyor sanki. İlkbahar ve sonbahar silik geçiyor gözükse de dört mevsimi her haliyle yine de yaşıyoruz. Başka bir ifadeyle uzun uykuların mevsimi kıştan sonra illaki yeni baharlar gelecektir. Mevsimlerde kışla yorulan bedenler, aynı tohum-filiz döngüsünde olduğu gibi baharla yeniden gözlerini hayata açmaktadır. Her mevsimle beraber Allah’ın sistemi şekil almakta ve yaratıcı kudretini farklı şekillerde de olsa neşet ettirmektedir. Bilimin imkânlarından istifade etmenin yanında asla ve kat’a bilimi mutlaklaştırıp Allah’a ortak koşma yanlışına düşmeden yol almak en doğrusu geliyor bana. Başka bir ifadeyle ilmin yanında arifane ve hakikate muttali bir anlayış ile maneviyat hep yan yana yürümelidir.

‎· Kâinatı diri tutan, bereketlendiren rüzgâr, yağmur, kar insan ruhuna etki eder mi? Nasıl?

‎Nasıl ki bahar, içimizi okuyan bir güzellik olarak gözükse de her bir hava parametresinin insan üzerinde genel ve öznel yansımaları olacaktır. Yağmuru afet düzeyinden daha çok “bereket” olgusu üzerinden tanımlarız. Kar, soğuktan daha ziyade örtü, korumacılık ve saflığı imler. Mesela açık, güneşli havada içimiz açılır; puslu, sisli hava da biz de içine kapanıp hüzünlü bir hale bürünürüz. Sıcak iklim insanları genel olarak daha cana yakın, şen şakrak halde iken; soğuk iklim insanları daha donuk bir haldedirler. Yaz iklimi, insan bedenleri daha çabuk yaşlandırırken, soğuk iklim bedenleri daha diri tutmaktadır. Bu örnekleri daha da fazla artırabiliriz ama önemli olan tabiatla iç içe, kötülüklerin igvalarından uzak olarak yaşamak en güzeli.

‎· Cemreler sadece havaya, suya ve toprağa mı düşer? İnsanın kalp ikliminin cemreleri var mıdır?

‎Her bir doğa olayının insan üzerinde yansımaları ve benzerlikleri vardır elbette. “Her insan bir dünyadır” anlayışındaki bir benzeşme halini yaşarız. Dünyamız ile aramızda hep bir senkronik duygudaşlık halinin taşındığını söylesek yeridir. Bundan kelli, her bir cemre halinin, insan fıtratında da bir karşılığı vardır desek yanlış olmaz. 20 Şubat’ta havaya düşen ilk cemre ile öncelikli olarak hava ısınmaya başlar. Isınan hava ile birlikte suya devamında toprağa sirayet ederek öze, nüveye ulaşılır. İnsanda, çevresinden sirayet eden güzellikler kalbine, yüreğine ve beynine sirayet ederek içe doğru bir yolculuk yapılır.

‎· “Havanın kutlu gizemi” bölümünde, gökte saklı olanlardan bahsediyorsunuz, saklı olanların şifreleri var mıdır?

‎Gerek Allah’ın gökte olduğu anlayışımız gerekse de Hz. İsa, Hızır ve İlyas Peygamberlerin göğe yükseldikleri inanışlarımız hem gökyüzündeki ölümsüzlüğü hem de gizemli hali çağrıştırmaktadır. Hem kuşlar gibi özgürlüğe kanat çırpmaya hem de enstantanelere yol vermektedir. “Gökyüzüne bakmayanların kalbi daha çabuk kirlenir” diyen Cahit Zarifoğlu’nun bahsettiği bir güzellikte yok değil elbette. Dinimizde, kadim medeniyetimizde olan diri dipdiri Hızır’ımız varken, modernitenin dayattığı Godot'un peşine düşmemek gerekiyor. Son tahlilde “yer yeşil, gök mavi kalsın”ın çabasını daha çok vermemiz gerekiyor. Hava bir güneşli, bir yağmurlu, bir öfkeli, bir ağlak haliyle bir çocuk gibi her daim yüzümüze bütün duyguları yansıtacaktır.

‎· “Kâmil Ozan” ve “Kıymetli Ozon” ifadeleriniz ilgi çekici, bu iki kelimeye yüklediğiniz anlamların zihninizde ilk uyanışının bir hatırası var mı?

‎Havanın en mümbit, en kıymetli hali sayılan ozon tabakası ile şairin güngörmüşü olan ozan’nın arasında gizemli ve harika bir benzerlik kurmaya çalıştım. Kıymetlilerimize; Diyojen’in “gölge etme başka ihsan istemem” ifadesindeki gibi bir reddiye ve öz güven ile Cahit Sıtkı’nın “her mihnet kabulüm yeter ki gün eksilmesin penceremden” mısralarındaki gibi bir tercih ve arzu haliyle bakmamız gerekiyor.

‎· Toprak Ana’ya hürmetle derler ki, “deniz ölüleri dışarı atar, toprak ise bağrına basar” Aşil’in zaafına temas eden satırlarınız var. Ölümsüzlük hangi ruhların emelidir?

‎Gerek dini gerek felsefi-sosyolojik gerekse de kültürel cihetleriyle çok geniş bir konu bu. Bu konunun her dinde, her kültürde ve her anlayışta bir karşılığı olmalı. Olsa olsa “bize göre”nin kritiği yapılabilir. Öyle ya, İlahi aşkla yol alıp itminana erecektir yürekler. Bizim kültürümüzde ölümsüzlüğü getireceğine inanılan bengi su, âb-ı hayat gibi efsanevî sularımız vardır. Lokman Hekim, İbn-i Sina iksirlerinin yanında Hz. İsa, Hızır ve İlyas Peygamberlerin göğe çekilmeleri üzerinden, ölümsüzlüğe hep bir göndermelerde bulunulur. Bizlerden başka, Yunan mitolojisi ve birçok inanışta ölümsüzlük üzerine farklı düşünceler yer almaktadır. “Aşil’in topuğu” hadisesini de bu perspektiften görebiliriz. Yunan mitolojisine göre, annesi Thetis tarafından ölümsüzlük sağlamak amacıyla Aşil’i baş aşağı tutarak bir nehre batırmış ancak Aşil’in topuğu, annesi tarafından tutulduğu için suya temas etmemiş ve bu nedenle topukları ölümsüzlüğe dâhil edilmemiş. Böylelikle Aşil’in topuğu, onun zayıf ve savunmasız noktası olarak kalmış. Ölümsüzlük anlayışları, inanışları üzerine İslamiyet öncesi Türklerde ve diğer mitolojilerde de bolca efsaneler yer almaktadır.

‎· Her insanda göğe karşı az ya da çok bir sevda barındırır ruhunun derinliklerinde ve bu derinliklerde katmanlar arası geçiş yapar, bazen bir uçurtma ile bazen bir bulut olma düşü ile… İnsanoğlunu bu hayaller nereye taşır?

‎Savaş araç ve gereçlerini saymaz isek sema hep güzellikleri taşımaktadır. Hayallere, geleceğe yeni kapılar aralamaktadır. Burada İmam Gazzâlî’nin “Gökyüzüne Bakmanın Faydaları” kitabını hatırlamak gerekir. İmam Gazzâlî’nin, semaya bakmayı değerli bulduğu on faydayı şu şekilde sıralayabiliriz. “Üzüntüyü eksiltir, vesveseyi azaltır, evham korkusunu giderir, Allah’ı hatırlatır, kalbinde Allah’a karşı saygıyı yeşertir, olumsuz fikirleri siler, sevda hastalığına fayda verir, müştak olanları teselli eder, birbirini sevenlere ünsiyet verir. O sema ki dua edenlerin kıblesidir” Bütün bu tespitlerin ışığında, yarının güzelliklerine taşınmaktır arzumuz.

‎· Kâinatın dört element üzerinden şekillenip, her insanda da bu dört element [ateş, hava, su, toprak] mevcut, bu dört elementin ve dolayısıyla mevsimlerin insana dair etkileri nelerdir?

‎Bu da çok geniş ve kapsamlı bir konu. Başta bu dört element ve diğer birçok element, canlıların yakından etkileşimde olduğu kıymetlerdir. Dünyamızdaki su miktarı ve insan bedenindeki suyun oranına bakalım bu benzerliği göreceğiz. Bu etkileşim bu benzeşim süreğen şekilde devam edecektir. Bütün canlılar, hurçlarında hep elementlerin bereketini ve ruşeymini taşımaktadırlar. Kimi bilim insanlarına göre, insanların otuz çeşit elementi taşıdığı söylenmektedir. Bu kadar iç içe birliktelikte, etkilenmemek ne mümkün.

‎· Kitabınızı okurken iyi bir gözlemci olmaktan çok, tefekkürün bilgi ile izahı hissediliyor kitabınızda. Tefekkür pratiğinizden söz eder misiniz?

‎Burada Şair Yaşar Akgül’ün şiirinden bir mısraını yardıma çağırayım. “Her zamanki gibi yine Allah kazandı” Ne kadar anlam yüklü bir söyleyiş değil mi? Kâinata baktığımız her nokta bizi şaşırtıp murabıt haline dönüştürüyor olmalı. Kâinat kitabını okurken köşebentler, düğünler ve nirengilerle karşılaşıyoruz. Böylelikle şaşırma eylemine her an kapılıp dua ve şükür sığınağında yıkanıyor olmalıyız. Hani meclislerde, söz birine gidip değer, o kişinin de o anda kalp gözü açıktır ve nasibin en büyüğünü alması gibi olunmalıdır. Allah’ın sanatına bakarak, hissederek ve kavrayarak bu hisseye ortak olunmalıdır. Öyle ya ırmaklar, denizlerin kokusunu her daim alacaktır. Başka bir ifadeyle kuşlar ölecek ama önemli olan uçuşu hatırlamak gerekiyor. Ama her şeye rağmen insan kendi çağında, kendi şartlarında ve coğrafyasında vakitlenip kendince gölgeleniyor vesselam.

‎· Pek çok genç, havaya, buluta, toprağa bakmaktan çok sanal pencerelerden izliyor hayatı… Onları “Havayı izlemek hem çok havalı hem zekice” çağrısıyla gerçekliğe döndürmemiz mümkün olur mu?

‎Gençleri hatta toplumun genelini aynı duyarlılıkta görmek biraz fazla hayalcilik olur ama gençlerin çoğunluğunu çevre, dünyamız ve bütün canlılar konusunda daha duyarlı olmaları noktasında projeler geliştirmek, eğitimler yapmak ve daha çokta doğruya, güzele yönlendirmekle mümkün olacaktır. Toplumsal amneziden daha az etkilenmek adına gençlerimizin bolca okuyarak iyi, ahlaklı ve çalışkan bir nesil olmalarını sağlayabiliriz.

‎· Milli kültürümüz olan türkü, hikâye, fıkra gibi yöresel parçalarla havanın etkisini hissettiriyorsunuz, kitabı okurken dilimizde bir türkü, yüzümüzde bir gülümse beliriveriyor. Yerli havanın esintilerini hissediyoruz. Siz “Havamız Olsun”u okurlarınızın havasını nasıl tahayyül ederek kaleme almıştınız?

‎“Havamız Olsun” konusunu tarihi bir süzgeçten geçirip kadim değerlerimiz bu konuya nasıl bakmışların kritiğini yaptım öncelikle. Kadim medeniyetimizin, geleneğimizin çevre anlayışını, havaya dünyaya bakışını kısa kısa da olsa değinmeye çalıştım. Bu bakışta korumacılık yönlerine, nasihatvari sözlerine de yer verdim. Ümmi bilişleriyle de olsa ince mizahlarını kullanarak yaptıklarına şahit oldum adeta. Bütün yaşamlarındaki tedbirleriyle, öncelikle eşeklerini, develerini ipinden bağlayıp sonrasında tevekkül etme hallerini görüyoruz.

‎· İsmi doğal ama havalı, içeriği dopdolu kitabınızın okurlarınızdan çokça olumlu tepki aldığı hissine kapılıyorum. Bu tepkiler arasında sizi gülümseten, ilginç gelen bir ileti var mıdır?

‎”Havamız Olsun” kitap ismi ve kapak görseli üzerinden gerek dikkat çekicilik gerekse de ironik tarzlarda olumlu geri dönüşleri aldığım oldu. Olumsuz anlamda ise arkaik bazı kelimelerin, ifadelerin kitapta yer alması cihetiyle, özellikle genç okurların anlamasını zorlaştırdığı noktalarında eleştiriler aldım.

‎· “Havamız Olsun” adlı kitabınızın, daha önce çıkan kitaplarınız arasında farklı bir yeri var mı?

‎Her kitabın ayrı ayrı kendine göre farklılıkları ve güzellikleri olmalıdır. “Havamız Olsun” mesleki formasyonu da içerisinde barındıran konulu bir kitap. Yazım dünyasında, hava ve parametreleri konusunda münferit yazılar olsa da kitap cesametinde çokta eserin olmadığını fark ettim. Bu bağlamda kıymetli buluyorum.

‎· Uzun zamandır Kültür Ajanda Dergimizin “Kitaplık” takdim ve tavsiye bölümü hazırlıyorsunuz. Bizler de istifade ediyoruz. Kitaplarla kurduğunuz bağın dünü, bugünü ve gelecek zamanlara dair hedeflerinden söz eder misiniz?

‎Daha çok ilgi alanıma göre, popülaritenin uzağında kalan, düzeyli edebiyat kitapları okumaya çalışıyorum. Kitapların daha çok iyime gidenleri hakkında da yazılar yazıyorum. Kültür Ajanda dergimizin -Kitaplık- bölümü de bana motivasyon verdi. Zaman içerisinde de bu yazdıklarımı kitaplaştırıyorum. Bu işi ne kadar beceriyorum bilemiyorum ama en azından bu vesile ile okuma serüvenimi aktif tutuyorum. Başka bir cihetten, zaman zaman, “bir dirhem bal için bir çuval keçiboynuzu yeme” halini de yaşamıyor değilim.

‎· Okumayı külfetten sayan, seyretmeyi tercih edenler için bir tavsiyeniz olur mu?

‎Okumak ile seyretmek arasında bir denge kurmak önemli. Okumak daha çok bilgilenmeyi ve hayal kurmayı çağrıştırırken, seyretmek daha çok yaşamayı, keyif almayı ve yoldaşlığı imlediğini kabul edersek her ikisini de insanın hallerinden olduğunu düşünebiliriz. Önemli olan birini yaşatırken diğerini ihmal etmemek olmalıdır. Her ikisiyle beraber yoldaşlık eden ekmeldir. Gençlerin hayat felsefelerini seyretmekten ziyade daha çok kitaplar ve gözlemlemeler üzerinden edinmelerini doğrucu bir yaklaşım olarak görüyorum.

‎· Okumaya sevdalı olanlar için temennileriniz var mı?

‎Okumaya sevdalı olanlar için pek temenniye ihtiyaç yok sanırım. Okuma alışkanlığı olmayanların kitaplarla buluşmalarını temenni ederim. Sonuç olarak, soylu yükselişlerin basamaklarını çok okumak gibi çabalar belirlemektedir.

‎· Peki, İlkay coşkun hangi mevsimdir? Hangi mevsimi kuşanmayı sever kalbiniz?

‎Şu mevsim demek zor ama favori mevsimin çoğu şair gibi güz olsa gerek. Beden olarak kışa doğru yol alsak da yüreğimizin bir tarafında hep ilkbaharı da yaşatırız. Kültürel saiklerimizden gelen bütün mevsimleri bir şekilde taşımaktayız. Bu da kadim medeniyetimizin irfanı yönlerini ortaya çıkaran temlerinden birisidir kanımca. Mevsimlerle beraber dünya yollarında revan olurken, bir taraftan da kendi içimize doğru uzun bir yolculukta olduğumuzu unutmamak gerekiyor.

‎· Bu havalı sohbetiniz için dergimiz ve şahsım adına teşekkür ediyorum, Havamız Olsun ve tüm kitaplarınızın pek çok akla ve kalbe dokunmasını diliyorum.

‎Kübra Hanım size; kitaplarla, dergilerle iç içe şiir gibi güzel bir hayat dilerim. Yeni çıkan “Havamız Olsun” kitabım üzerine sorduğunuz bu güzel sorular için size, Kültür Ajanda dergimizin kaptanı Nesrin Çaylı hanıma ve bütün ekibe ben de çok teşekkür ederim.



İlkay Coşkun

‎1971 yılında Yozgat Çayıralan’da doğdu. İrade gazetesinde (Sivas) köşe yazarlığı yaptı. Radyo Hilal’de “İlkay Coşkun’la Edebi Sohbetler” isimli programı hazırlayıp sundu. Somut (görsel) ve deneysel şiirlerinin bazıları Ukrayna Kiev Üniversitesi akademik çalışmasına konu oldu ve Ukraynacaya çevrildi. Kültür Ajanda başta olmak üzere otuzu aşkın dergide ve kitapta, şiirleri ve yazıları yayınlandı. Halen bir kamu kuruluşunda mühendis olarak görev yapmaktadır.

‎Yayınlanmış Eserleri:

‎Havamız Olsun (Deneme, 2025)
‎Kitap Gözü (İnceleme, 2023)
‎Cenne (Deneme, 2023)
‎Tekrarın Tiryakisi Zaman (Sinan Ayhan ile birlikte, Şiir, 2022)
‎İç Hatlar (Deneme, 2020)
‎Artı Uç (Şiir, 2020)
‎Kahve Bahane (Deneme, 2018)
‎Bimola (Şiir, 2017)
‎Bilonsa (Şiir, 2012)
‎Düş Yolcusu (Şiir, 2011)
‎Nağmeler (Şiir, 2008)









Yüzümün Atlas Rüzgârı

“Yüzümün Atlas Rüzgârı”nda ki Ağır Yük

‎”Yüzümün Atlas Rüzgârı” Şair Ahmet Tepe’nin Ocak 2025'te Fabrik Kitap etiketiyle okurlarıyla buluşturduğu üçüncü şiir kitabıdır. Yirmi şiirin yer aldığı kitap altmışaltı sayfa hacmindedir. Kitap isminin, “Bir Akşam Şehri Basan Barbarlar” şiirinde geçen “Yüzümün atlas rüzgârındandı alınganlığım” imgesine mülhem verilmiş olabileceğini anlıyoruz. (s. 38)

‎‎Şairin diğer iki şiir kitabını da okumuş olmam hasebiyle, şairin şiirleri hakkında bir ön fikrim oluşmuştu. Bu şiir kitabında da biçem ve nitelik olarak, diğerleriyle beraber benzer güzergâhta yol almakta olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Şairin şiir felsefesinin, çağımızda yaşanan zorluklara karşı duyarlı olma bilinciyle işlenmektedir. Düşünce ve eylem anlamında bir mücadele bilinci böylelikle taşınmaktadır. Şairin, Müslüman coğrafyaların sıkıntılarıyla hemhal oluşu ve hassasiyeti dikkat celp etmektedir. Başka bir jargon olarak da toplumcu-gerçekçi anlayışının bir başka sürümü olarak da nitelendirebiliriz. Bu toplumcu, duyarlı anlayış, suya sabuna dokunan sahici bir hassasiyet taşımaktadır.

‎Şiirlerin daha çok kavramlar ve kimi isimlendirmeler üzerinden yol almakta olduğunu söylesek yeridir. Bu anlatımların ehramının tepesinde “akşam, gece, ölüm, yalnızlık, kalp” gibi kimi kelimelerle çokça karşılaşmaktayız. Bunlara ek olarak şehir ve eylül olgusu gibi yan içeriklerde yer almaktadır. Bu ifadeler üzerinden bir bellekte oluşturulmaktadır elbette. Bu kavramların daha çok zaman olgusu üzerinden şekillendiğini görmekteyiz. Başka bir ifadeyle akşam ve gece vurguları daha çok zamansal bir hüviyette yol almaktadır. “O ıslak akşam, mümin akşam, akşamın sonsuz rengi, akşamın çok uzak yeri, yine bir akşam, yasımızın ilk gecesi, yetim bir akşam, akşam güneşi, akşam rüzgârı, yanımda akşamlar, sessiz geceler, uzak gece, yüzümdeki gece, geceyi beklemek, gecesi yangın, her gece” gibi birçoğunu sıralayabiliriz. “Günün en güzel vaktidir akşam” (s. 49), “Karanlık dünya, suskun gece ve bu yürek” (s. 58) Şiir bölümleriyle hem zamansal vurgu pekiştirilmekte hem de anlatım bu ifadeler üzerinden betimlenmektedir.

‎Şairin şiir dilini ve anlatım üslubunu kavramamız açısından seçtiğim bazı şiir bölümlerini buraya taşımak istiyorum izninizle. “Veda turnaları doldururdu göğün bütün entarilerini/ Gözlerim uzaklarda kalırdı sen gittiğinde” (s. 13), “Ey zülfünü boynuma dolayan korku, bırak geçeyim/ Bir küheylan bırakayım sabahın tenha evine/ Yanan yerlerimi şafağın tülbendiyle örteyim/ Güller düşüreyim aşkın kanayan kanaviçesine” (s. 14), “Ben dünyanın Allah'a bakan yüzünü seviyorum” (s. 19)

‎Şiirlerde yer yer rindane bir üslup kendisini hissettiriyor. Yani bazı şiir bölümleri niyaz halini taşımaktadır. “Büyük bir ağrıyla karşındayım Allah’ım” (s. 21) Şairin, kitabımın son bölümünü Filistin mücadelesine ayırmış olduğunu görmekteyiz. Bunu da en belirgin Filistinli çocuk “Rim” için yazılan “Suç Mahallinde Özçekim” şiirinde okuyoruz. Başkaca, “Uzaklar ki Umudun Rengi” şiirinde; “Öfkenin ve acının yüzüdür/ Daha fazla utanç daha fazla kefen daha fazla Filistin/ Koş yalnızlığıma daha hızlı” (s. 41) Bütün bu anlatımlarda derin yaralanmışlığı ve dipte çırpınmayı hissediyor okur. Bu ölümlerle beraber bir hırpalanma ve dertlenme benzeri bir hüzün hali de taşınmaktadır. Şiirlerin devamında da “Sesli Dua” şiiriyle eser nihayetlenmektedir.

‎Şiirlerin genelinde “Biz” birinci çoğul şahıs üzerinden anlatım şekillenmektedir. Şiirlerde, İstanbul, İsfahan gibi yer isimlerinin yanında, Hz. Ali, Hz. Hüseyin ve İshak, İsa, Davud, Musa, İbrahim Peygamberlere göndermeler de bulunulmaktadır. “Kağşamış, taflan, içrek, ağmak, selfie” gibi birbirinden farklı kelimelerle de karşılaşmaktayız.

‎Öz olarak, şiirler duyarlı ve sezgisel bir bütünlük içerisindedir. Derinlikli ve modern bir söyleyiş üslubunda şiirler kendisini okutuyor. Müslümanlara yönelik toplumsal bir iletinin yanında beklentileri taşıyan bir manifesto hüviyeti taşımaktadır. Daha yalın bir ifadeyle Müslüman halklarının yanında duruş ve yaşanılan zulümlere karşı duruşları da ihtiva etmektedir. Sofistike nüveler barındıran hikemî bir tavır da şiir öznelliği ve şair özgücülüğünü taşıyor. Kapalı bir anlatımda daha çok sezindiren, kendinden menkul güzel şiirler okudum efendim. Tavsiyemdir, iyi okumalar.

‎Ahmet Tepe

‎1973 yılında Adıyaman, Samsat'ta doğdu. 1998'de Pamukkale Üniversitesi Eğitim Fakültesi Sınıf Öğretmenliği bölümünü bitirdi. Aynı yıl Gaziantep/İslahiye'de göreve başladı. Şiirleri; Temmuz, Yedi İklim, Hece, Yitiksöz ve Ay Vakti dergilerinde yayımlandı. Evli ve dört çocuk babasıdır.

‎Eserleri:

‎Yüzümün Atlas Rüzgârı
‎Ağrı'nın Ulağı (Temmuz Yayınları)
‎Böyle Uzakta (Hece Yayınları)


‎İlkay Coşkun
Kültür Ajanda Dergisi
Sayı 141, Ağustos 2025