26 Nisan 2024 Cuma

Milli Bürokraside Ehliyet

Milli Bürokraside Ehliyet

Yönetim becerilerine sahip olmak ve yapılan işte ehil olmak, başarılı bir yönetimin olmazsa olmazlarındandır. En önemli sacayağı ise işini severek yapmaktır. Yöneticinin işini severek yapması çoğu olumsuzluğu bertaraf edecektir. Sevilmeden yapılan işlerde verim alınamayacak ve boşuna pösteki saymak olacaktır. İşler iyi ve yerinde yapıldı mı insanın zamanı, zevki ve emeği israf olmamış olacaktır. Mecburi yapılan her uğraşta heves ve alaka da eksik olacaktır. Ve yapılan işin niteliğini baştan düşürecektir. "Çok işte çırak olacağına, bir işte usta ol" diyen İmam-ı Gazzâlî, yüzyıllar öncesinden eskimeyecek bu düsturu sadece bizlere değil bütün insanlığa armağan etmiştir. En önemlisi de yönetimde akıl dizginini elimizden bırakmama gibi bir yükümlülüğü her daim yanımızda bulundurmalıyız.

Her işte olduğu gibi yönetimde de doğruluk, dürüstlük, çalışkanlık, cesaret gibi lokomotif hasletler vardır. Şeyh Sadî'nin "Üç şey sürekli kalmaz: ticaretsiz mal, tekrarsız bilgi, cesaretsiz iktidar" sözündeki gibi cesaret ve erkle bakmak gerek yönetimlere. İnsan bu hasletlerin hangisinden vazgeçerse, karakteri de becerisi de o seviyede kalacaktır. Yapılan her işte, küçüğünden büyüğüne her bir yönetimde, insana dokunmak gerekmektedir. “Adam, adam gölgesinde yetişir” anlayışında, insan odaklı olan yöntemler daha çok başarıya ulaşacaktır. Her şeyin bir sonu olacağı anlayışıyla, vicdan, hak, adalet kavramlarının içini gerçek manada doldurmak bizleri daha iyi noktalara taşıyacaktır. Makam ve mevki sahiplerinin sahip olması gereken bir diğer haslette mütevazılıktır. “…Sakın büyüklenme/ elde neler var/ bir ben varım deme/ yoksan da olur…” Hz. Mevlâna çağlar öncesinden, her devir güncelliğini koruyacak sözünü ne güzel söylemiş değil mi? Her bir makam, günü gelince sesini alıp da gitmiş insanlarla doludur değil mi?

Yapılan işle alakalı, yöneticinin olumlu taraflarının kaliteyi artırdığı kadar olumsuz cihetlerinin bertarafı da iyi bir yönetim için elzem olacaktır. Yönetime gelenlerin tırsak, çıkarcı ve garantici olmaları gibi istenmeyen kimi yönleriyle de bu listeyi pekâlâ genişletebiliriz. Yönetimde jakoben anlayıştan ziyade alttan kademe kademe tecrübe edinerek yükselmek işleri daha da kolaylaştıracaktır. Açılması gereken bir parantez de iyi bir yönetim ile beraber, yönetilenin işini iyi yapmasının sağlanmasıdır. İşini iyi yapma hem yöneten hem yönetilen için olması gereken elzem bir durumdur. Birindeki bir aksaklık diğerini ve bütünü doğrudan etkilemektedir. Doğru zamanda ve doğru atılımlarla bitişik nizamda görülür bu değerler. İnşirah suresinde buyurulan; “Bir işi bitirince hemen diğerine başla” düsturuyla hareket etmek, insanı daha çok başarıya götürecektir. Başka bir ifadeyle gerek bürokraside gerekse de hayatın her alanında ehil olma, ehliyet hep çalışkanlıkla, hep bir üretkenlikle birlikte anılmaktadır. Eskilerin dediği gibi, "at nalına bir mıh çakmak için bile iki yıl mengenenin başında, iki yıl çingenenin yanında eğleşeceksin" Ehil olma halini bundan daha iyi ve yalın bir şekilde anlatılamazdı herhalde.

Ayranım ekşi diyemeyen insan profili, her türden gerekçelerini de beraberinde taşımaktadır maalesef. Hatta torpille bir yere gelen kimi insanlar dahi bir süre sonra bu durumu kanıksayıp başarılı oldukları havasına dahi kapılmaktadırlar. Yönetim de ehil anlayışları mümkün mertebe hâkim kılmak gerekiyor ki bunlara fırsat doğmasın. Bunlara rağmen arızaların çıkması da muhtemel dahilindedir. Hatasız bir yönetimin pek mümkün olamayacağını da düşünürsek, hatanın azlığına ve yoka yakınlığına dikkat etmek gerekir en azından. Şeytana ilk taş atacak hatasızı bulamasak dahi hataları minimize etmek gibi bir erkimiz olmalıdır. Ayrıca elden pek bir şey gelmediği durumlarda, ehven-i şer’e maruz kalmakta mümkündür. Ehven-i şer içerisinden seçimlere duçar olmakta hayatın gerçeklerindendir. Kötünün iyisini seçmekte bir değerdir sonuçta.

Her makam sahibi, her yönetici kendinin değerli yapan şeyin sadece yöneticilik yönünde olmadığını görmelidir. İnsanî yönü, karakter sahipliği ve başka alanlarda ki becerileri kendisine daha da değerli kılacaktır. Başka bir ifadeyle titrlerin arkasına sığınmadan daha çok karakteriyle, kişiliğiyle birey olmak çok daha güzel olsa gerek. İsminin önündeki sıfatlar silinince ismiyle var olmak en güzeli değil midir?

Son olarak, bürokrasi başta olmak üzere, hayatın her alanında ehliyet önemlidir. Bize özgü, soylu yükselişimizi her dem destekleyen hipotetik ortak bir anlayış şiarımız olmalıdır. Her insanın nasibine düşen murakabe ve düşünme halini de buna dahil edebiliriz. İşlerin iyi yapılmasına yönelik olarak, kadim kültür ve değerlerimizin öğretilerinden faydalandığımız kadar çağımızın teknik ve yöntemlerinden de istifade etmeliyiz. Bu anlayışı hem kadim medeniyetimizden gelen birikimlerimizle hem de çağımızın bilgi birikimiyle teksif olunan bütüncül bir anlayışla hareket edilmelidir ki patriotism’de denen vatanseverlik bunu gerektirir. Yöneticilerin ikna edilmiş değil adanmış ve hissikablelvuku gibi daha birçok özellik taşıması istenir ki daha az hata ile karşılaşılsın ve doğru kararlar alınabilsin.

İlkay Coşkun
Haber Ajanda Dergisi
Sayı 210, Mayıs 2024

İçimizi Okuyan Bahar

İçimizi Okuyan Bahar

Zaman, mevsimler ve dünya hep bir devridaimde ve hep bir tekerrürde. Biri başlıyor ve bir öncesi nihayetleniyor. Bu devridaimde yaşanılan bütün anlar kısa ve nedret halini muhafaza edip yoluna revan oluyor. Beş-altı Mayıs'ta kutladığımız Hıdırellez için büyüklerimizin söylediği gibi; "Ver Hıdırellez'i vereyim yazı" türünden mevsim geçişleri hep bir kayıpları ve kazançları bünyesinde barındırıyor. İnsan, diğer canlılar, tabiat ve zaman hep iç içe ve yan yana konumlanıyor. Doğum ile başlayan ve ölüm ile nihayetlenen seyrüseferini böylelikle sürdürüyor.

Her ne kadar bahar, atbaşı öncelikte arzulansa da mevsimlerin her hali gönüllere ve gözlere menevişli hazlarını ve hallerini bırakıyor. Son baharın veya kışın ayrı bir güzelliği yok mudur? Baharda çocukluğu, yazda gençliği, sonbaharda olgunluğu, kışta yaşlılığı görmez miyiz? Kış aylarının insana sunduğu dinginlik ve dinlenme hali, baharla birlikte ölü vakitleri diriltip her canlıya yerli yerinde ve kıvamında imkânlarını sunmaktadır. Taze filizlerle beraber zümrütler, güherler, elvan elvan çiçekler ve gül tarhları daha neler neler taşınıyor.

Dünyanın, tabiatın kendisini her daim yenilemesinin yanında, biz insanlar da yeni nesillerle beraber yenileniyoruz. Ağaçların dal budak gürbüzleşmesi gibi insanlar da tazeleniyor. Gökyüzü, kuşlarla maviliklere dalıyor. Tabiat nebatat tomurcuk derdiyle bütün güzelliklerini bahşediyor. Doğanın müsekkin halinden bütün canlılar nasipleniyor. Çiçekler ıtırlanmaya durup bülbüller güllerine kavuşuyor. Tabiat bütün efsunkâr hallerini takınarak güzelliklerini daha da çok gösteriyor. Yeşil saçlı ve al yanaklı güzelliklerle zevahir, ruhlara sirayet ediyor. Toprağın teninde filizlenip, kıvama ulaşarak bize en güzel taamlarını sunuyor. Baharla birlikte sohbet kuşları daha bir güzel ötmeye başlıyor. Pır pır heyecanlarla kafesler kuşunu, dallar bülbülünü ve bütün canlılar eşlerini aramaya duruyor.

İnsan; olumlu ve olumsuz cihetlerle dünyamıza ve zamana neler katıyor bir düşünelim? İnsanın, dünyadaki kiracı olma hali ortadayken pek de iyi bir kiracı olmadığımızı kolaylıkla söyleyebiliriz. Nasıl ki dalından koparılmış elmaya, sen niye çürüyorsun diye soramıyorsak, dünyamıza karşı gösterdiğimiz özensizlik, kat be kat bize gerisin geri olumsuz döneceğini hep hatırımızda tutmamız gerekiyor. Ne ekiyorsak onu biçiyor; sineğin pekmeze, kekliğin sese gelme halini her daim yaşıyoruz.

Güzellikler tahayyül edelim. Gönlümüzü ve gözlerimizi hem yeşile hem de berrak maviliklere salalım. Ortada ortak bir gönül dili oluşturalım. Rayihasıyla, ıtır ve şavkımasıyla yeni mevsimler bulalım. Muhabbet iksiriyle, rüşeym ve bütün güzellikleriyle… Yeter ki biz dünyamızı koruyalım. Her yeni mevsim her yeni bahar hayallerimize, ufkumuza, dimağlarımıza yeni güllerini bahşedecektir. Yüzünü iyiye, güzelliklere, hak-adalete ve vicdana dönük tutan bütün insanlara selamımız olsun.

İlkay Coşkun
Kültür Ajanda Dergisi
Sayı 126, Mayıs 2024

23 Nisan 2024 Salı

Çok Yaşa

Çok Yaşa

tek başına
filize duruyor
ulu çınara yaslanıp
canhıraş koşturuyoruz
yılkı atları mahmuzlayıp
toprağa sağlam basıyoruz
hayallerin peşi sıra yol alıp
fer arayan……………………………..bedenlerin
uğrunda…….…..göz….…..….ler…….…..oluyoruz
henüz bar tutan..……………..…………..…………aynalarımız yokken
kızgınlığımız………….…burun……………..deliklerinde
kaçıncı hüzün………………………..…….kucağımızdaki
buyurun……...…söz…….….beyimiz
çağırıp………….….……askerleri
devleştirdi…….…….…her birimizi
yüzyıllık emellerden ülkeler kotarıyoruz
asılan boyunlar fazlamızdı, savaşlarca kırılanlar
iyi ki bizi kendine çeken bir yer çekim kuvveti var
kucağımızda büyüyen ayrı ayrı hepimizi kendine çeken
kadere imanımız tamdı bilmem kaçıncı hakandı aradığımız
bizi toplayan umutlarımızı öldürmek büyük bir intihar süsüydü
henüz bar tutmuş aynalarımız yoktu, alınyazımızla bilenirdik daha
çırpınan dudaklarımızdaki ezgi yarına perçindi, bin yılların ağız tadıydık
iyi ki bizi tutan yerçekimi var Allah’ım, sermest beden ruhun yanındaydı
--------------tersine dünya işte, her çıkışın bir inişi var sonuçta--------------
İyi ki bizi tutan yerçekimi var Allah’ım, sermest beden ruhun aynasıydı
ayrı ayrı hepimizi kendine çeken teneşir teslimiyeti hepimizin kaderi
biz ki yıldızların altında mührümüzü vurmuştuk yaşanmışlıklarda
asıllaşmış bir ağrı, asırlaşmış bin sancı yaşarken hepimizdik
ishakça, mansurca giysilerini giyinmiştik mücadelemizin
hamasi yanlarımızı tepetaklak önümüz de görsek de
iyi ki bizi yan yana tutan bir ülkü var, iyi ki umut var
iyi ki yüreğimizde beslediğimiz büyük sevdalar var
iyi ki bizi tutan yerçekimi var bizi dengede tutan
ağlamak…….…….…zorlaştı
öğle soğuk…………..………ki havalar
yakalayıp göğü....…………….…...yırtarcasına
beraberce…..….…..söz……..…….vermeliyiz
mutlu yaşayıp..……………………..……..hanelerimizde
kırılganlıklara…..…....…burun……..….…..kıvırmalıyız
bilmem kaçıncı aşk..................……….……….ateşinde demlenip
mutluluktan.….…..göz….…ler….…..-imiz gülmeli
ekmeğimizin…………………..kavgasında
dört mevsim baharı yaşamalıyız, lakin
teneşir teslimiyeti hepimizde
susmak yakışmaz bizlere
bundandır kötüye karşı
dik duruşumuz
savaşlarımız
tek başına

ilkay coşkun
18.02.2014

("Çok Yaşa" Görsel Deneysel Şiir
İlkay Coşkun)



9 Nisan 2024 Salı

Hayatın İçinden -TRT Erzurum Radyosu

TRT Erzurum Radyosu, Selma Talar'ın yapımcılığı, Yıldıray Yıldız'ın sunumuyla "Hayatın İçinden" programının konuğu oldum. Güzel bir söyleşi gerçekleştirdik. Ayrıca Yazar İsmail Bingöl ağabeyime çok teşekkür ederim. İlkay Coşkun
(15.04.2024, Saat 12:30)


Meşe Bakkaliyesi

Meşe Bakkaliyesi

Soğuk bir kış günü, karın yağmakta hiç de ihtiyat etmediği soğuk mevsimlerden geçmektedir. Memuriyete yeni atanan Ahmet, şark görevinin garipliğinin yanında, kültür farklılığının zirvelerini de görmektedir. Bıyıklarında terlememişlik, üzerinde ayrı bir toyluk seremonisi taşımaktadır. Ergenliği sırtlanan aşk-meşk iştiyakı yanında, yirmili yaşların maaş imkânı dahi bir ferahlık hasretmemiştir. Deveye demişler ki; yokuşu mu seversin yoksa inişi mi? diye. Düzlüğe kıran mı girdi dediği gibi beklentiler hep olumlu cihetler de yaşanmıyor maalesef. Hayatında ki tercihlerde hep bir ters taraflar hep bir ters gidişler yok değil bir taraftan.

Doğu Ekspresi ile uzun ve yorucu bir tren yolculuğuydu yaşadığı. Kars'a ulaşmasını şimdilerde yaşasaydı bol bol öz çekimli, kültürel, coğrafi ve bölgesel bir gezi addedecekti yaşadıklarını ama bu da olmadı maalesef. O yıllardaki tren yolculukları meşakkatli bir o kadar da tadı bölüşmenin güzelliğinde değillerdi. Bu yer değişikliğinde yeni memur Ahmet'in iş arkadaşları vardı var olmasına ama hepsi de kendince buyruk, tarafeyn ve hatta devleteyn gibiydiler. Kendi mecrasında olan Ahmet'in dar alanda top koşturan bu tavrıyla hiç kimseyi rahatsız etmeme munisliğini taşımaktaydı. Ahmet'in daha çok olanla yetinmişliği ve insanlarla kavga etmeyecek kadar az teması halinde bir tavrı da vardı elbet. Ayrıca üstüne üstlük daire de keko damgası yiyerek de ötekileştirilmişti. Bütün bu zihinsel yetilerinin kısacık zaman diliminde dumura uğraması netameli bir konu olmuştur. Böyle zor anlarında bu hissiyatla, rahmetli dedesinin "pancar tarlasında orkide bitmez oğul" sözü sık sık aklını yoklamaktaydı neyse ki.

Yalnızlık, gariplik ve hatta aşksızlık kaylüleye yatırmıştır Ahmet’i. Ne zaman kendi içine doğru yürüse hafakanlar basmaktadır. Susuzluk, kaşgalar, kış boyu sımışkalar, camilerde dualı taşlar, etrafta Terekeme, Azeri ve Kürt mozaiği derken bu listeyi uzattıkça uzatabiliriz. İşte böyle bir ortamda çıktı bakkal serüveni Ahmet'in. Maaşının önemli bir kısmına ortak ettiği Meşe mahalle bakkalıdır bu mekân. Hazır müşteriye kavuşan bakkalcı Hasan ve yaşlı babası Şükrü Amca da Ahmet’in yoldaşlığına ortak olmuşlardır. Meşe bakkalı hem lokantası hem de abur cubur merkezi olmuştur. Hatta özürlü ve yaşça kendisinden daha büyük olan Hasan'a yardım eder olmuştur. Müşterilerin istediği kadar beyaz peynirler, helvalar, zeytinler tartıp satış dahi yapmaktadır. Bakkal Hasan ve Şükrü amcanın güvenini de kazanmış olmanın verdiği özgüvenle sanki Meşe bakkalının bir çalışanı oluvermiştir. Meşe bakkalı, hatırı sayılır memura da hizmet vermektedir. Bir nevi bu sosyalleşme alanında giden gelen müşterileri gözlemlemektedir Ahmet. Bakkal camekânından soğukla ve yoğun kar yağışıyla birlikte beyazın galebe hâline dikkat kesilmekte en çok da Ruslardan kalma taş binalar ilgisini celp etmektedir. Beyazın uyumu ve raks hali gözlerinde oynaşmaktadır adeta.

Ahmet ile Hasan’ın dostluğu karşılıklı oynadıkları oyunlarını da doğurmuştur. Meşe bakkalında satılan bir elma içerisinde kaç çekirdeğin olduğuna dair bir tahmin oyunudur bu. Uzak tahmini yapan, yakın tahmini yapana, öğüne göre yine Meşe bakkaliyesinden karşılanan nevalelerle ikramı içermektedir. Bir manada yarı kumar denebilecek bir oyundur. Ahmet'in yüreği ile hayat şartları arasındaki sosyaliteyi bu aktiviteler belirlemektedir. Bekâr olan Hasan'ın, Ahmet'i de yanına alarak kale evlerinden birine eğlenceye gitmeleriyle devam eden bir yoldaşlık halidir bu durum. Bu eğlenceler, Hasan ile Ahmet'in yalnızlığına bir yama ile bir gövde gösterisi olmaktadır adeta. Eğlence sonralarının birinde bir hüzün geçidi yaşanır. Sözün kifayetsiz kaldığı Ahmet'in can arkadaşı, Meşe bakkalının varisi Hasan'ın dünya yolculuğunun sonuna gelmesidir. Belki de bedensel özürlü hali ömrünü kısa tutmuştur kim bilir. Tövbe tövbe! Hayatın süresini taktir eden Allah'a imanımız tamdır. Ölüme yürek germe hali gibi bir durum da değildir bu. Eşikte, kapının önünde soğuk bir ölümdür bu. Bu boyut değiştirme hali hem zamanın üşümelerini yüreğine taşımış hem de içindeki yalnızlık ulumalarını artırmıştır. Ahmet ne öğrendi bu dünyadan ve ne öğrenecek bu ölümden bilinmez ama zamanın verdikleri ve aldıklarıyla yüzleşip koşması gerektiğinin farkındadır.

Kars yerlilerinden olan arkadaş Hasan'ın ifadesiyle “Kars Kalesine bir kez olsun çıkan, hayatının başka bir evresinde Kars'a illa ki bir defa da olsa yolu düşer” sözü, Ahmet’in heyecanını ve korkusunu derinleştirmiştir. Böğrü yanık hayatında, gönül seyyahlığı gibi bir durum değildir bu hâl. Olsa olsa yeniden Doğu’ya gidebilirim’in heyecanı ve hatta korkusu bu olsa gerek. İşte yıllardır batıda tayin bulunan Ahmet'i, Meşe bakkalı rüyasından uyandıran bu korku, hayatı “zalim felek” telakki etmesinden geliyor olmalı belki de. Meşe bakkaliyesinde oluşturduğu sığınak ve yakaladığı huzur aşkına uyumaya devam etmektedir tekraren. Ahmet’in, zamanın yek ahenk akışı içerisinde daha çok mazi ve anılarına karşı uzun oturuşu, Hasan'ı hatırlayışı bu ilk kez olmasa gerek.

İlkay Coşkun
Kültür Çağlayanı Dergisi
Mart-Nisan 2024, sayı 85

2 Nisan 2024 Salı

Kütüphaneler Bizim Adresimiz

Kütüphaneler Bizim Adresimiz

Okuduğumuz kitaplarla, yeni dünyalara yolculuğa çıkmış oluruz. Başka bir ifadeyle bu kitaplarla, insan birçok dünyaya yoldaşlık eder. Böylelikle kitap sevdasına tutulmak paha biçilemez bir değerin ve dostluğun kapılarını açar. Hayatta en temel malzemenin insan olduğunu düşünürsek, kütüphanelerde okumak bu temelin daha da mukavemette olmasını sağlayacaktır. Kitaplar ve kitaplara ev sahipliği yapan kütüphaneler bizi bize, dünyayı bize, çevreyi bize, insanı bize genel anlamda bilgiyi bize taşıyacaktır. Böylelikle kütüphaneler; deneyimlerden, hayallerden, yaşanmışlıklardan örülü büyük bir çelenk sunacaktır okurlarına..

Okullar ve eğitim müfredatının yanında okumak, eğitim öğretimin paralelinde en önemli bileşenlerden biri olduğunu söylesek yanlış olmaz. İnsanlığı yanlış yönlendiren çok fazla çeldiricilerin yanında kitaplar, daha çok doğru tarafın istikametini gösterecektir. İbn-î Haldun'un "Memnuniyetsizler medeniyet inşa edemezler" sözünün bir benzer mantığı, “kitaplardan uzak milletler, medeniyet inşa edemezler” ve “mevcut durumlarını dahi koruyamazlar” dense doğru bir tespitte bulunulmuş olur. Yaşadığımız bu kadar karmaşanın içerisinde hayat felsefesini daha çok kitaplar üzerinden edinmenin doğrucu bir yaklaşımla bizi değerli yapacağı ve zenginleştireceği muhakkak. Deneyim ve hayallerle beraber, zamanın akışını kayda almak gibi önemli bir görevi de yok değil kitapların. Başka bir boyuttan, her kitaba kutsallık atfetmek gibi bir yanlışa düşülmemesi gerektiğini de söylemeliyim.

Kitapları bir çiçek addedersek, kütüphaneler gül bahçeleri olacaktır. Kütüphaneler, her ne kadar kimi insanın görüş alanının dışında olsa da elvan elvan rengârenk gül tarhlarından biri olmaya devam edecektir. Kafka’nın sözünü daha da genelleştirip çoğullaştırarak söylersek, “her kütüphane, insanların içerisindeki donmuş denize indirilmiş baltalar olacaktır” Kitaplar her şeyi bilir, her söylediği doğrudur gibi bir iddiamız yoktur elbette ama kitapların yayınlanma aşamasında uygulanan süzgeçler, etik denetimler gibi birçok merhale, kitaba olan güvenin artmasının etkenlerinden biri olsa gerek. Yalancılığıyla müsellem insanların ve kötülerin çokta kitap yazmaya meyletmeyeceğini söylesek çok da yanlış düşünmüş olmayız. İyi bir örnek olarak verecek olursam, Ürgüp, Tahsin Ağa Halk Kütüphanesi'nde çalışan "Eşekli Kütüphaneci" olarak bildiğimiz Merhum Mustafa Güzelgöz’ün, 1940’yıllardan başlayıp uzun yıllar, eşek ve katırlarla köy köy gezip kitap dağıtması olayını burada zikretmeden geçemeyeceğim.

Güllerin, çiçeklerin bol olduğu kütüphaneler, insan ufkuna, hayallerine, dimağına yepyeni güller saplamaya devam edecektir. Kitapların geneli insanın kalb-î hazinesine huzur ve güzellikler vermeye devam edecektir. Kitapların içerisinde taşınan hayatlarla, tecrübelerle, hayallerle insanlığa, kıymet serlevhalığını yapmaya devam edecektir. Öz olarak Allah’ın, biz insanlara “Oku” emrinin mahiyeti böylelikle daha da çok kavranacaktır.

İlkay Coşkun
Kültür Ajanda Dergisi
Sayı 125, Nisan 2024

                             https://kulturajanda.com.tr/?magazine=ByprCILQ84ihXaFR3rUC


Ziyan Bülteni

"Ziyan Bülteni" Üzerine Okuma Notları:

"Ziyan Bülteni" Şair Sami Uluğ'un Ekim 2023' te okurlarıyla buluşturduğu ikinci şiir kitabıdır. Fabrik Kitap etiketiyle çıkan eserde yirmi şiir yer almakta ve seksen altı sayfa hacmindedir. Kitap kapağını ilk açış da "RUHSATSIZ" kelimesiyle karşılaşıyoruz. Herhalde bu ifade yayınevinin bir sloganı olsa gerek. Ruhsatı olmayan, kaçak, yasal olmayan gibi anlamlarıyla, karşı bir duruş sergileniyor olmalı. Şiirler, her ne kadar tam olarak tasniflenmemiş olarak gözükse de aralarda verilen Karacaoğlan'ın şiirinde yer alan üç kısa sözü, bölüm başları olarak düşünebiliriz. Bu sözlerde ki mana cihetiyle de şiirler gruplandırılmış olmalı.

Karacaoğlan'ın, bölüm başlarında olan şiir sözleri şu şekildedir. "Üç derdim var birbirinden seçilmez", "Haramî var diye korku verirler" ve "Güzel sever diye isnad ederler" şeklindedir. Karacaoğlan'ın "Üryan Geldim Gene Üryan Giderim" şiirinden alıntılanan sözler olduğu anlaşılıyor. Karacaoğlan’ın şiirinin tamamı şu şekildedir. "Üryan geldim gene üryan giderim/ Ölmemeğe elde fermanım mı var/ Azrail gelmiş de can talep eder/ Benim can vermeğe dermanım mı var// Dirilirler dirilirler gelirler/ Huzur-ı mahşerde divan dururlar/ Harami var diye korku verirler/ Benim ipek yüklü kervanım mı var// Er isen erliğin meydana getir/ Kadir Mevlâ'm noksanımı sen yetir/ Bana derler gam yükünü sen götür/ Benim yük götürür dermanım mı var// Karac'oğlan der ki, ismim öğerler/ Ağı oldu yediğimiz şekerler/ Güzel sever diye isnad ederler/ Benim Hak'tan özge sevdiğim mi var"

Şiirlerde en dikkatimi çeken şeyin, ayrıntı addedilebilecek bazı şeylerin şiirlere taşındığını söyleyebilirim. Hayattaki bazı ayrıntıları görebilmek, gözlemleyebilmek, sezgisel bir muhakeme halini de beraberinde taşımaktadır. Şiirlerdeki nesnellik ve gözlem içerikleri, şairliğin olmazsa olmaz odak noktalarından birisi olduğunu söylesek yanlış olmaz. Gerek duyumsama gerekse de metin kuruculukta ayrıntılar önem arz etmektedir. Bu bağlamda her şair, ayrıntıları yakalayabilme ve görebilme kabiliyetinde olmalıdır sonuçta.

Şairin biçeminin, şiir sesinin daha iyi anlaşılabilmesi adına kitapta en çok beğendiğim "Şezlong" şiirinin bütününü buraya taşımak istiyorum izninizle. Bu şiiri şair, annesine yazmıştır. "Annem hiç deniz görmeden öldü, hiç// Üç yanı denizlerle çevrili Türkiye'nin, hiç!/ Dağlar denize paralel, şezlonglar dik uzanıyor, hiç!/ Gemlik'te kardeşi var, İstanbul'da küçük oğlu, hiç!/ Erken rezervasyon, taksitle tatil, her şey dahil, hiç!/ Güneşte D vitamini, romatizmaya iyi gelir, hiç!/ Denizde tuzlu su, sahilde kumdan kaleler, hiç!/ Önüm arkam elli faktör, üstelik şemsiye var, hiç!/ Yıllık izin, annelik izni, mazeret, rapor, hiç!/ Çok çalıştık, bunu hak ettik, mevsim yaz, hiç!// Annem kışın huzuruna inanırdı yazları, hep!/ Çünkü kışın huzuru yazdan yaza gelirdi, hep!/ Yazdan mayalanmış hamur kışın ekşirdi, hep!/ Bizi şaşırtıp bir yaz günü öldü annem, hep!" (s. 49)

Akılda kalıcı ve dikkat çekici şiirlerden bir diğeri de haziran ayında ölen babaya yazılmış olan "Son Haziran" şiiridir. “İlk insan ölümüdür babam/ ilk mahcubiyetimiz, son haziran/…/ İlk cenaze namazıdır babam/ ilk mağlubiyetimiz, son haziran/.../ İlk mezar taşıdır babam/ ilk mahrumiyetimiz, son haziran" (s. 46) Aynı ""Şezlong" şiirinde olduğu gibi şiir iç sesi uyumuyla etkileyici, duygulu ve hüzünlü güzel bir şiir. Son olarak ta ironik bir yaklaşımla ele alınmış "Ş" şiiridir. Bu şiirde de sosyal medyada devamlı fotoğraf, sitori paylaşan bir bayan portresi çizilmektedir. "...Tüik'in enflasyon rakamlarını/ İşsizlik oranlarını, ev kiralarını/ On beş saniye unutturan/ gözlerinize hayranız bayan" Devamında, "…lütfen beni bağışlayın bayan, dinmiyor içimdeki fotoşop şüphesi…" (s. 59) şeklinde devam eden güzel, hoş bir şiir. Merak duygusunu daha fazla törpülememe adına sadece bu kadar şiir içeriğiyle kifayet etmiş olalım.

Şiirlerde yer alan özel ve yer isimlerine bir göz atacak olursak; “Hz. Adem, Havva, Hz. Muhammed, Nuh, Yakub, Yusuf, İbrahim, İsmail, Lokman Hekim, Osmanbey, Veysel, Bitlisli Fahrettin, Hafız Mustafa, Turgut Cansever, Attila İlhan, Mazhar Fuat Özkan, Türkan Saylan, Kıvanç Tatlıtuğ, La Fontaine, Sümer, Hammurabi, Akadlı Sargon, İnka, Kızılderili, Aborjinler, Pellini, Notre Dame, Van Gogh, Nöşatel Samarks” Yer adları olarak “İstanbul, Mecidiyeköy, Cihangir, Kurtuluş, Halaskargazi, Hacızade, Şişli Etfal Hastanesi, Ali Sami Yen, Yahya Efendi Türbesi, , Havai, Dubai, Ortadoğu” gibi bir kısmını burada sıralayabilirim. Dikkatimi çeken bir başka unsur da günümüzde hayatımıza girmiş olan bazı kelimeleri ustalıkla şiirlerde kullanılmasıdır. "Konjonktürel, MHRS, hemoglobin, sitori, aplikasyon, stopaj, epilasyon, palyatif" gibi bir kısmını burada sıralayabilirim. Bunlarla birlikte "Yamalak yarım bir ağız", "gülce bir mim", "sepil soy" gibi birçok farklı kelime örgüsüyle de karşılaşmaktayız. Bütün bu sözcükler, mananın bir askeri gibi yüklerini kuşanıp cenk ediyorlar adeta.

Bir yargı bir çıkarsama artık ne kabul edilirse son cümlelerimi kurmak istiyorum izninizle. Duyguyu, ironiyi, tetkidi ve tenkidi görmekteyiz şiirlerde daha çok. Aynı şiir içeriğinde dahi birçok konuya temayüz etmiş, farklı bakış açılarıyla karşılaşıyoruz. Bu çok yönlülük; anlamın yükünü dağıtan kısımlar olarak da düşünülebilir. Hatta bazı edebi ürünlere verilmiş anlamlardan daha çok kazanılmış anlamlar taşındığını dahi iddia edebiliriz. Başka bir boyutta, anlatımlardaki derinlikle beraber, imge fetişizmi taşınmadan, duygunun şiirlere nakşolunduğunu söyleyebiliriz. Şiirler, daha anlaşılır bir imge örgüsünü barındırılmaktadır böylelikle. Bu şiirler, şairinin hayatının bir kalıbı gibi duruyor bir yerde adeta. Daha başka bir boyutta, bugünün gerçekliklerini ihtiva eden güzel şiirler okudum diyebilirim. Okunmasını tavsiye ederim. İyi okumalar.

İlkay Coşkun
Kültür Ajanda Dergisi
Sayı 125, Nisan 2024






25 Mart 2024 Pazartesi

"Kitap Gözü" - Hülya Günay

"İnsan insanla eyerlenir
dost dostla değerlenir."

İlkay Coşkun ✒️📚

Kıymetli ilkay coşkun beyefendiye nezâketinden ötürü müteşekkiriz.

Emeklerinize sağlık.
Çalışmalarınız, ömrünüz bereketli olsun.
Gönlünüz yorgunluk görmesin.

Haftaya kitap bereketi ile başlamak lütuf, rast gitsin📚( Hülya Günay )

Su gibi akan bir kalem✒️ #kitaptavsiyesi #kitapönerisi #ilkaycoşkun #vildanpoyrazcoşkun #kdyyayınları

22 Mart 2024 Cuma

İlkay Coşkun_kitapları

Selamlar dostlar. Kitaplarımız indirimli satışa sunuldu. Seksen bir il halk kütüphaneleri ve üniversite kütüphanelerinde okurlarıyla buluştu. İyi okumalar dilerim.




5 Mart 2024 Salı

Gelenekten Geleceğe Anadolu İrfanı

Gelenekten Geleceğe Anadolu İrfanı

"Gelenekten Geleceğe Anadolu İrfanı" Yazar Mehmet Gözükara'nın, Ağustos 2022'de Gülnar Yayınları etiketiyle okurlarıyla buluşturduğu hikâye-derleme kitabıdır. Eser, üç yüz kırk dört sayfa hacmindedir. Hikâyelerde daha çok Elbistan, Elbistan köyleri, Afşin, Kahramanmaraş ve Aşşâ olarak isimlendirilen Çukurova da yaşanmış olan elli hikâyeden oluşmaktadır. Başka bir ifadeyle Yazar Mehmet Gözükara'nın kendi yaşadıklarından ziyade, daha çok çevresinden, köylülerden dinlediklerini hikâyeleştirmiş olduğunu söyleyebiliriz. Merak duygusunu fazla törpülememe adına, hikâyelerde olay ve karakterlere değinmeden daha genel bir çerçeveden kitabı ele almak istiyorum izninizle.

Kitabın ana fikrini; Kutlu Ozan mahlaslı İsmail Kutlu Özalp'in takriz yazısında açıkladığı gibi "Eski dönem halk şairlerinin hikâye anlatımından çok da farklı değildir" (s. 12) Cümlesinden ve yazarın önsöz yazısında, "Kâdim şehir Elbistan'ın kendine has insan manzaralarından örnekler, yaşandığı devir tasvir edilerek kültür değerleri serisi olarak kaleme alınmıştır" (s. 14) İfadeleri kitapla alakalı öz ve kapsayıcı bilgiler olarak görebiliriz.

Hikâyelerin devamı, aynı zamanda halk şairi de olan Mehmet Gözükara'nın yazdığı, arı duru halk şiirleriyle taçlandırılmıştır. Bu şiirler yârenlikle, samimi ve içten işlenmektedir. Bu şiirler daha çok hikâyenin özüne inen, hikâye kahramanına yönelik ve nasihatvâri dörtlüklerdir. Yer yerde atışmavâri satırlarla da karşılaşıyoruz. Bir nevi hikâyeler, bu şiirlerle güçlendirilmekte ve desteklenmekte diyebiliriz. Bu şiirlerle, anlatılan hikâyelere yönelik yorumlar da yapılmaktadır. Bu kitabın şairinde olduğu gibi ozan; aşkı, özlemi, umudu, acıları yüreğinde, sözünde ve kaleminde yaşayandır. Necip Fazıl'ın, Yunus Emre'yi "Mâverâ Humması" yani "öteleri anlama ateşi" gibi tanımlaması gibi ozanları da aşk ateşinde yananlar olarak pekâlâ görebiliriz.

Elbistan yöremizde her ne kadar ağalık sistemi olmasa da yine de ataerkil bir hayat tarzı hâkimdir. Geniş aileler ve ailelerin kıymetli mahdumları vardır. Törenin hem esas hem de usul üzerine yaşandığı samimi ve imece'li yıllardır. Misafirin başköşeye oturtulduğu, köy köy misafir paylaşıldığı, fedakârlığın ve diğerkâmlığın yaşandığı yıllar. Hayatların daha zor, hayallerin olabildiğince geniş olduğu, mutluluğun daha kolay yaşandığı yıllardan bahsediyoruz.

Anlatımlarda mizahi hikâyeler çoğunluktadır. Anadolu insanının âlicenaplığının yanında, yer yer köylü kurnazlıkları, kahramanların nüktedan yönleri, daha çokta yaşanılan bölgenin dili, kültürü ve dönemin yaşantısı yer almaktadır. Hikâye karakterleri latifeyi seven kişiliklerdir. Kendilerine has üslupları olan kahramanların, muzip, kurnaz, mizahi yönlerinin zengin olduğunu görmekteyiz. Kahramanların itibarlarının zedelenmesinden çekinen kişiliklerden seçilmiş olduğunu söyleyebiliriz. Hikâyelerin çoğunluğu altmışlı, yetmişli ve seksenli yıllarda geçmekle beraber, biz okurları yüz yıl öncesine götüren hikâyelerde yok değil. Biz yine de daha çok son altmış yılı kapsayan hikâyeler diyelim. Gaz lambasının kırılması muhtemel cıncığının, şehirden gelişlerde iple boyunda taşındığı, ham çarık sonrası kara lastiğin (gıslavetin) ayaklara giyinildiği dönemlerden bahsediyoruz. Birlik, dirlik için cefa çekmeyi rahatlığa yeğlenen zamanlardan…

Her hikâyenin sonunda "Ez-Cümle" olarak isimlendirilen kısa bir bölüm oluşturulmuş. Bu bölümde hikâyenin ana fikri, demek istenen, bir mesaj ve güzel bir söz şeklinde özetlenmiş gözüküyor. Yer yer darb-ı mesellere de yer verilmiş. Örnek birkaç, "ez-cümle" sözünü buraya taşımak istiyorum. "Kötek bile kısmetle yenilirmiş. Kısmet değilse, elinle fırına verdiğin ciğeri elin oğlu yer" (s. 29), "Elinde ateş tutanı ermiş, hırka giyeni derviş sanmayacaksın" (s. 38), "Kökü bağlı olmayan dal, meyve vermez" (s. 72) "Vardığın yer körse tek gözünü gıp, topalsa biraz aksa" (s. 77) Gibi. Yer yer de olsa alıntı güzel sözlere de yer verilir. "İnanan insan bildiğinin âlimi, bilmediğinin talibi olmalı", "Koç olacak kuzu ağıl önünde belli olurmuş", "Sade undan helva olmaz bal gerekir kazana/ Baba malı tez tükenir gerek oğul kazana" (s. 123) Gibi.

Hikâyelerde başka neler var bir bakalım. Yiğitlikle, er dolusu bade içenler, sevgili uğruna pîr dolusu bade içenlerden bahisler vardır. Çocuk oyunlarından beştaş, tekkel taşı, elim elim epenek, peçiç gibilerini örnek verebiliriz. Bölge de yer yer devam ettirilen kimi şaman kültüründen kalma inanç-adet ve geleneklerin devam ettirildiğini de görmekteyiz. Hikâye dönemlerinde, hastane ve mapushane kahrının, varı yok ettiği zamanlardan bahsediyoruz.

Elbistan çevresi ve köylerinde kullanılan yerel kültürde yer almış olan lehçe ve kelimelere de yer verilmektedir. Bu kelimelerin açıklamaları ayrıca dipnot olarak kitapta verilmektedir. Bunlarla birlikte hikâyelere kaynaklık edenlerin kim olduğu, nereli ve hangi yıl doğumlu olduğu gibi bilgiler dipnotlar da ek olarak verilmektedir. Bunlara bir göz atacak olursak; "Hazın; kiler", "kaye; muhtar", "keviglik; samanlık", "goska goska; süslü, alımlı", "bannak; parmak", "yelyepelek; alelacele", "teş; leğen", konalga; mola yeri", "teyek; asmanın taze filizi", tahım; tarla sınırı", cangama; ağız kavgası", "tusmak; eğilmek", "o daalden; fark ettirmeden", "car; yardım istemek", "comart; cömert", "devlisi gün; bir sonraki gün", koyungözü; papatya", "zavar; hayvan tahıl yemi", "yalangı; çalılık odun" gibi bir kısmını burada sıralayabilirim. Her ne kadar günümüzde, “comart’ı cömert, bannağı parmak, alma’yı elma yapmış olsak da dilimizin orijinal ve yöresel hâli ayrı bir güzel olsa gerek.

Bu kitapta yazarın üç yönünü de bir arada görmekteyiz. İlki yazarın hikâye yazma yönü. İkincisi, hikâyeyi anlatma ve nakletme yönü. Sonuncusu da yazarın her hikâyenin sonunda hikâyeye özgü yazmış olduğu hece şiirleridir. Bu bağlamda şairin, hikâye üzerine güzel bir tespiti vardır. Onu burada paylaşmak istiyorum; "Anonim hikâyeler güçlü karakterler oluşturur. Önderlik, örneklik yapan kahramanlardır bunlar. İyilikle kötülüğün, güzelle çirkinin çatışmalarıyla doludur. Hikâyelerden bir toplumun karakter analizlerini yapabilirsiniz" (s. 180) Son olarak, bir hikâyede yer verilen güzel bir dua ile yazımızı nihayetlendirelim. "Allah'ım beni evlatlarımdan daha uzun ömürlü eyleme! Cümlesi her ana babanın duasıdır. Ma'şerî irfan bunu 'sıralı ölüm' tabiriyle veciz bir kalıba sokmuştur" (s. 39) Keyif alarak okuduğum güzel bir eserdi. Tavsiye ederim. İyi okumalar.

İlkay Coşkun
03.03.2024





2 Mart 2024 Cumartesi

Yüzüme Oyulan Havva

Yüzüme Oyulan Havva

“Yüzüme Oyulan Havva” Şair Hatice Doğanay’ın, Kasım 2023 tarihinde, Metinlerarası Kitap etiketiyle okurlarıyla buluşturduğu ikinci şiir kitabıdır. Eser, yetmiş sayfa hacmindedir. Üç bölüm ve yirmi yedi şiirden oluşmaktadır. Kitap bölümleri şu şekildedir. “Tanrının Altın Oranı”, “Yaralı Hücre” ve “Asal Olan Tanrıdır” Bu başlıklarla mülhem, bölümler ve şiirler arasında bir bütünlük olduğunu görüyoruz. Bir araya getirilen şiirlerden ziyade, sanki -haydi şiir kitabı yazayım, ismi ve teması da şu olsun- türünden bir planla yola çıkılmış izlenimi verilmektedir.

Şiirler ve ilk bölüm hakkında bir fikir vermekte olan güzel bir sözle şiirler başlıyor. Bu söz; “Toplanır toplanır da/ Hep kendine eksilir insan” şeklindedir. Bölüm ismi ve şiir içerikleri ile bağdaşan güzel sözler. Anlamsal ve içerik bütünlüğü böylelikle sağlandığı görülüyor. İkinci ve üçüncü bölümde de bölüm başlarındaki girizgâh sözleri de şu şekildedir. İkinci bölüm giriş sözü; “iki yaralı hücrenin çarpışmasıdır kader/ taşıyanlara selam olsun” son bölüm girizgâh sözü de şu şekildedir; “bir bütüne ait sanarken/ bölündükçe çoğalır ayrışır insan” şeklindedir.

“Altın Oranı” ilk bölümünde yer alan sekiz şiire verilen sayfa numaraları, altın oranı dizini şeklinde sıralanmıştır. “Altın Oranı” nedir? Bir bakacak olursak; “Bir sayı dizisinin elemanı, iki öncesi sayının toplamına eşittir. Bir ile başlayan dizin, (1,1,2,3,5,8,13,21…) şeklinde devam etmektedir. Yani, “1+1=2”, “1+2=3”, “2+3=5” böyle devam eden bir dizin. Gerek 'altın oran'ı şiir numaralandırması gerekse de şiir içeriğinde geçen “tanrı” ifadesi arasında anlamsal ve kavramsal anlamda bir bütünlük olduğunu söyleyebiliriz. Bu konunun açılımını birçok boyutuyla yapar şair. “Altın oranı’nı bir örnekle, açılan ayçiçeğinde görülür. “...Altın orana açılan ayçiçeğinin gerçeği...” (s. 16) Başka bir şiirde bir başka açılımı şu şekildedir; “Ayçiçeğiyle buluştuğum dizilimde hizaya çekiliyorum/ neden sona vardıkça sonsuzluğa açılıyor yapraklarım” (s. 25) Başka bir sayısal, simge ifade ise şiirlerin son bölümündedir. Burada şiirlerin numaralandırılması asal sayılar şeklindedir. Yani "2-3-5-7-11-13-17-19-23-29-31-37-41" şeklinde. Üçüncü bölüm başlığı olan “Asal Olan Tanrıdır” başlığı ve şiirlerin içeriğiyle de alakalı bir bağ kurulmuş böylelikle.

“Yüzüme Oyulan Havva” kitabının çizilen krokisinden sonra kitap içeriğine değinecek olursak; Şiirlerde Tanrı ve destekleyici bileşenlerin çokça yer aldığını görmekteyiz. Şiirlerin teşmil gücünün ve muhteviyatının başat bir öğesi olarak “tanrı” ifadesinin olduğunu söyleyebiliriz. Tanrı isminin, kullanım şekillerine bir bakacak olursak; “biçim veren tanrı, tanrısal atılım, susan bir tanrı, tanrısal cömertlik, ıslık çalan tanrı, bilişimin tanrıdan kaçırdığı, tanrısal denge, ırmakların tanrı babası, tanrıyla çalışmak, tanrı ne kadar centilmen, tanrının bakan gözleri, tanrı adına yasa, betondan tanrılar” şeklinde birçok ifadeyi burada sıralayabilirim. Tanrı ile beraber, ilah, cami, kilise, havra, meryem, isa, âdem, havva, tapınak, yunus, molla kasım, azrail” gibi isimlerin de ek olarak kullanıldığını görmekteyiz. Tanrı isminin geçtiği şiir mısralarının bazılarını buraya taşıyacak olursam; “...âdem’siz bir oğul veremediğinden tanrıya...” (s. 14), “...tanrı, elma kokuları arasında/ havva’yı âdem’i yenmesi için yarattı...” (s. 25) Aynı şiirin devamında, “...birer taş parçası değil miyiz tanrının...” (s. 25), “...dünya dolusu bunca insan tanrınındır...” (s. 36), “...muhatapsız kalıp basınca tanrılar tetiğe” (s. 40) Aynı şiirin devamında, “bu dünya denen mavi cehennemde/ ya da kızıl cennette/ tanrının kelimeleri yoktu/ bütün bu dediklerimiz” (s. 40), “duvarlarda tufanı bekleyen tanrının bakışları” (s. 51) Son olarak da “ne garip tanrıyı tanrı olmaya zorluyorum bıkmadan” (s. 51) Şeklindedir.

Şiirlerde insan duyarlılığının yanında yer yer kadın duyarlılığı ve bakış açısını da görmekteyiz. “İnsanca bir dürtüyle sıvazlıyorum topuğumdaki aşili” (s. 23) Başka bir yerde; İran polisi tarafında öldürüldüğü söylenen Mahsa’nın ismi de geçmektedir. “…ölmekte bir şarkıymış meğer/ mahsa, topraklarında yetişen çığlıkları sularken/ ve her şarkı iktidarı süpürüyordu etinden…” (s. 49) Yine aynı şiirde, “mahsa, saçını bayrak yapıp göndere çekerken...” demektedir.

Şiirler, insanın tanrıya bakışı ile hayatı sorgulayan, düzenin ters istikametinde kulaç atan ve hermenötik ufku besleyen cihetlerle kendisini hissettiriyor. Başka bir ifadeyle, daha çok sorgulamalar, eleştiriler, düzene, sisteme karşı duruşlar ve muhaliflik barındırıyor diyebiliriz. “Yaşamak” saydığımız koca bir ömür ellerimizde ölür” (s. 35) Özellikle son bölüm şiirlerinde, "bize bir iktidar borçlusun" nakaratında kendisini daha çok gösteriyor. Kemal Özer'in "Şair bir bilinç işçisidir" sözünün altını dolduran bir erkle yol alınıyor. İçe ağan bir anlatımla, aklın bakış açısının patikalarından çıkıp gelen bir tavırla... Bütün bu itirazların iktidara, sisteme ve eril duruşa karşı yapıldığını söyleyebiliriz. Bu nakarat mısrasıyla şair, müteaddit şiirleri birbirine bağlandığını görmekteyiz. Şiirlerde "sarkastik, skolâstik, refüze, tamga" gibi farklı kelimelerinde kullanıldığını görmekteyiz.

Çok kolay okur istemez şair. Anlatımın özellikle yer yer kapalı olduğu yerlerde bu durum daha çok görülüyor. Hatta bazı şiirlerde ki anlatımın müphemliği, şiirleri iki defa okumama sebep oldu. Ayrıca, imge ve duygu yoğunluğu kendisini çokça hissettirmektedir. Derinlikli ve içe doğru yolculukta böylesine bir yol alış... Son tahlilde yineleyecek olursam, sistemin, düzenin, sıradan hayatın karşısında aksülamel bir duruş, ayrıksılık sergileniyor diyebiliriz. Bir cehd ile koşan, imge askerliğinde yol alınıyor. Derinliğin yanında birazda şövalye ruhlu bir anlatım seslenişi var gibi. Daha genel bir anlamda avangart ve devrimci yaklaşımlar sergileniyor desek de yanlış olmaz. Sorular sorarak bu itiraz alanlarını daha da genişletiyor. “…ağlama duvarından başka bir şey sunmayan evrene/ dökülen bunca gözyaşı kimin!” (s. 43) İyi okumalar.

İlkay Coşkun
29.02.2024




29 Şubat 2024 Perşembe

​Fedakarlığın kitaplaşmış hali: Kitap gözü

​Fedakarlığın kitaplaşmış hali: Kitap gözü
(Halit Yıldırım- Milat Gazetesi, 01.03.2024)

Eğitim ve kültür başlığı altında kimi dinlerseniz dinleyin, kimi okursanız okuyun mutlaka kuracağı cümleler içinde “okumuyoruz!” kelimesi geçecektir. Gerçekten okumuyor muyuz ya da az mı okuyoruz? Veya nitelikli mi okumuyoruz? Bu soruların cevapları da çok yazıldı, çizildi, söylendi…

İşin gerçeği çok karamsar olamamakla beraber az okuduğumuzu, okuyanlarımızın da pek de nitelikli okumalar yapmadığını söylersek sanırım yanlış bir şey söylememiş oluruz.

Bu gri tablonun yarı karamsar yansımalarının yanında okuyan da okuyor demek geliyor içimden. Mesela gazetemiz yazarlarından Nuray Alper başta olmak üzere Mehmet Nuri Yardım ve Talip Koktaş hocalarımız da hem çok okuyorlar hem de okuduklarını sütunlarına konu ederek okudukları kitaplar hakkında bizleri bilgilendiren yazılar kaleme alıyorlar.

Bu yazımızda okuduğu kitaplar hakkında yazılar yazan, yazarlarıyla çok ciddi söyleşiler gerçekleştiren İlkay Coşkun’un son kitabı hakkında değerlendirmelerde bulunacağız.

İlkay Coşkun hem çok okuyan hem de okudukları kitaplar hakkında yazılar yazan velut bir arkadaşımız. İlkay Coşkun, okuduğu yetmiş dört kitap hakkında yazdığı değerlendirme yazılarını bir kitapta topladı. Kitap Gözü adını verdiği bu kitap KDY yayınlarından çıktı. 374 sayfalık bu kitabın kapağı da ismiyle çok mütenasip bir durum arz etmiş.

“Kitap Gözü” yazarın 2021 ile 2023 yılları arasında yazdığı ve yekûnu iki yüzü bulan kitap tanıtım yazılarının arasından seçtiği yetmiş dört yazıdan müteşekkil. Zira yazar bazı yazıların bir kısmını çeşitli gerekçelerle elemiş olmakla birlikte kitapta bir yazarın bir kitabını tanıtmayı hedefleyince bu sayı ister istemez bu sayıya düşmüş.

Kitap Gözü’nde bulunan yazılar aslında bir tanıtım ve değerlendirme yazılarıdır. Yazar da kitabının ön sözünde yazılarının tenkit içermediğini özellikle belirtmiş. Coşkun bu konuda şu açıklamayı yapmış.

“Daha çok beğeni ölçülerimde olan kitaplar hakkında yazılar yazdım. Yazılarımda çok bir eleştiri olmamasının sebebi mucibi budur değebilirim. Bir okur keyif alarak okuduğu, beğendiği bir kitapta kusur arama zorlanmasına düşmemeli. Yazım dünyasında münekkitlik kıymetli saygı duyulması gereken, faydası dokunan bir alan elbette. Kendi yazdıklarımı bir münekkitlik yaklaşımında görmüyorum. Kitap değerlendirmesi, kitap tanıtımı gibi tanımlamalar daha doğru olacaktır.”

Yazar, kitabın oluşumuna konu olan kitapları ya İl Halk Kütüphanesinden edindiği, satın aldığı ve ona hediye olarak gönderilen kitapları okuma listesine dahil etmiş. daha sonra da bunlar içerisinden seçimler yaparak kitaplar hakkındaki değerlendirmelerini yazıya dökmüş.

Kitap Gözü’nü de kitapların türlerine göre bölümlere ayıran yazar, şiir kitapları hakkındaki değerlendirmelerini "Şiir Perisi", deneme kitapları hakkındaki değerlendirmelerini "Deneme Çekimi", öykü kitapları hakkındaki değerlendirmelerini "Öyküme Düşen", portre kitapları hakkındaki değerlendirmelerini "İnsan Yüzü" ve düşünce kitaplarını ise "Fikriyat" başlığı altında gruplandırmış. Bu da kitaba hem zenginlik katmış hem de bu gruplandırma kitabı daha derli ve toplu bir şekilde okurun istifadesine sunmuş.

Yazar bu seçimini bilinçli bir şekilde yaptığını da şu cümleleriyle açıklıyor.

“Çok farklı renklerde olan kitaplara yer vermeye çalıştım. Sadece tek istikamet yolundan ziyade farklı istikametleri de görmeye çalıştım. Kitapları anlamanın, şairini, yazarını anlamayla bitişik nizam görürüm. Böylelikle hem insanı hem de hayatı anlamaya yaklaştıran bir olgu olduğuna inanırım. Öz olarak, kitapları okurken daha çok yazılanları anlamaya çalıştım diyebilirim. Popüler olandan uzak ama edebi, piyasa kitaplarından değil ama sanatı, fikriyatı olan… Kafka'nın dediği gibi “iyi bir kitap, içimizdeki donmuş denize indirilmiş bir balta olacaktır.”

İlkay Bey’in yaptığı bu çalışma bence her türlü takdirin üzerindedir. Bunca kitabın okunması, üzerinde düşünülmesi ve bu düşüncelerin yazıya alınması zamanın çok değerli olduğu günümüz şartlarında tamamen bir fedakârlık örneğidir.

Coşkun’un kitapları değerlendirirken izlediği usül de ayrı bir inceleme konusu. Kendine has bir yol ve yordamla kitapların fiziki yönünden ziyade anlam dünyasını irdeleyen yazılarıyla hem kitabın yazarına beklediği geri dönüşü sunarken hem de kitabı okumayanlara da kitabı tanıtarak okumasını sağlayacak en önemli adımı atıyor hatta dahası okuru kitaba davet ediyor.

Bu durumu Yazar Sinan Ayhan da kitap için yazdığı takdim yazısında şu cümlelerle belirtmiş.

“Elinizdeki kitap, kitapları tanıtma keyfiyetinde kalmış bir kitap değil, belki bir zevkin mayalaşması için kendi esaslarını ortaya koyan, bir okuma zevki ortaya koyduğu gibi bir yazma zevki ortaya çıkaran ciddiyette bir kitap... Özde bir felsefesi, sistemi var yani. Yazar Şair İlkay Coşkun, bir tahlil ve ele aldığı kitabı çözümleme sistemi takdire şayan. Tıpkı bir koordinat sistemi veya felsefe sistemi keskinliği, adabı gibi... Genelden ve çevreden başlıyor meseleye; işin can evine, özüne özgün bir dil kurgusu ile varıyor. Tahliller ve yorumlar sonunda ele alınan kitabı hakkıyla tanıdığınız gibi onun ruhu hakkında da önemli bilgilere sahip oluyorsunuz...”

Fahri Tuna’nın da belirttiği gibi İlkay Coşkun, analitik bir gözle şiirlerin, öykülerin, romanların, denemelerin hatta portrelerin büyülü dünyasının labirentlerinde bizlere kılavuzluk ederken bence aynı zamanda tarihe not düşüren bir eser kazandırmış.

Yazımızı yazarımızın şu sözleriyle tamamlıyorum.

“Gün gelecek cehalet, kitaplarla ölecektir. Derinlikli, hissiyatı yüksek her eseri; cevherfüruşan olanlar göreceklerdir elbet. Kitabı donanımlaştırmak ama metalaştırmamak ve kapitalistleştirmemek esas olacaktır. Yazılanlarda sadece kitapları tanımaktan ziyade daha çok insanı (yazarı, şairi) anlamaya çalışılması temennisiyle…”


Kitapyurdu Türkiye Okur Ödülleri 2023

Kitapyurdu Türkiye Okur Ödülleri 2023 / "Cenne" - İlkay Coşkun







28 Şubat 2024 Çarşamba

Ölüm ve Ayna'da Hayatın Anlamı

Ölüm ve Ayna'da Hayatın Anlamı:
(İlkay Coşkun – Kültür Ajanda Dergisi, Sayı 124, Mart 2024)

“Ölüm ve Ayna” Şair Şakir Kurtulmuş’un Çıra Edebiyat etiketiyle okurlarıyla buluşturduğu şiir kitabı. On üç şiirin yer aldığı kitap, yetmiş iki sayfa hacmindedir. “Ölüm ve Ayna” kitap isminden mülhem olduğu gibi konu muhteviyatı daha ziyade İslamî değerler çerçevesinden ele alınıp nakşedilmektedir. Başka bir ifade ile Müslümanca bir bakış, tesmiye edilip böylelikle konular işlenmektedir.

Yaradan’a dua ile başlayan “Tesbih” kitabın ilk şiiridir. “Kilit” şiirindeki besmele teması ile İslamî literatürde, teoloji de yer alan birçok terim ve olgu devam eden şiirlerle ele alınmaktadır. Bu şiirlerde hep bir müeddep bir insan tasavvuru özünü taşımaktadır. Dünyanın zorluklarıyla, kederleriyle üşüdüğümüz, hüzün ağrıları çektiğimiz bu dünyamızda böyle huzur duasına hep bir ihtiyacımız vardır. Kalp yandığı müddetçe göz yaşaracaktır ama her şeye rağmen karamsar bir tablo çizilmez şiirlerde. Sezai Karakoç’un “Mezarlardan bile yükselen bir bahar vardır” sözünde olduğu gibi hep bir olumlu tavır vardır.

Şiirler saf, duru bir anlatımın yanında derinlikli ve köpüğü alınmış bir üslupta işlenmektedir. Fuzulî’nin “Şiir aklı incitmeden cana geçen olgun mânâdır” sözünde görüleceği gibi bir olgunluktadır. Başka bir boyutta şiirlerde ses ve ahenk unsurlarından faydalanıldığını da görmekteyiz. Bu da şiirlere uyumlu bir müzikalite ve lirizm katmaktadır. İster şair olsun ister yazar olsun eserleriyle, düşünce alanındaki teorisyenliğiyle böyle ayakta ve dik durmak zorundadır.

Kitap ismi olan “Ölüm ve Ayna” ifadesi kelime yer değişikliğiyle; “Ayna ve Ölüm” şiirinde şu şekilde işlenmektedir. “işte ay ve nar/ kar tohumları kış narı/ verimli toprak aç/ günah okuyucusu kırık aynalar/ modern algıların ifadesindeki buluş/ iklimlerden kaçış sanki hayat/ yalın ve sarp ve hazırlıklı/ ölüme yakın bir duruş/ aynadaki yaşantı berrak su/ suyun damarlarındaki su/ nurani yüzde/devrimci sima/ bahar kokulu ölüm” (s.17) Ölüm olgusu, dünyanın geçiciliği ve hayatın anlamı ne kadar naif ve derinlikli bir şekilde ele alınıp işlenmiş değil mi?

Kitap isminde de olduğu gibi şiirlerde ölüm, ayna, yansıma daha çok da ilahî aşk ve devamında betimleyici unsurlar olarak dağ, kuş, yıldızlar, çiçekler, rüzgâr gibi birçok tabiat unsuru yer almaktadır. Tabi ki bu betimlemeler ilahî aşka, kâmil insana, dava anlayışına, hayatın anlamına, ölüm gerçeğine ve baki hayatına yönelik bir bakışın yol ve yöntemini ihtiva etmektedir. Sonuçta adına hayat dediğimiz bu dünyada aşk onun içinde, sevgi onun içinde, zorluklar ve acılar da onun içinde maalesef. Burada yine şairin bir şiirini yardıma çağıralım. “yazgı” şirine yer verelim. “ne yerlisi ne köylüsü ne şehirlisi/ ne lut ne isa ne musa/ ne eyyub ne yunus ne yahya/ kimse kaçamaz yazgısından/ dünyanın aynasına yansıyan/ yazgısından/ herkes ne sende ne bende/ kendi koşusunda yaşar” (s. 18)

Şiirlerde geçen yer ve kıymete haiz isimlere bir göz atacak olursak; “İstanbul, Üsküdar, Kadıköy, Fatih, Süleymaniye, Eyüp Sultan, Beylerbeyi, Kuzguncuk, Paşalimanı, Karacaahmet Marmara, Çapa, Küplüce,  Tur Dağı, Nil, İskenderiye, Kızıldeniz, Sina, Tekir Dede Mezarlığı, Amasya Beyazıt Cami, Yeşilırmak, Erzurum, Paris”, “Necip Fazıl, Sezai Karakoç, Zarifoğlu, Nuri Pakdil ve diğer yedi güzel adam, Aziz Mahmut Hüdaî, Yahya Kemal, Yunus, Taptuk, Hz. Süleyman, Musa, İsa, Lut, Eyyub, Yahya, Nedim, Şemsipaşa, Esma, Rabia, A. Nedim Çeker, Ayşe Hanım, Ali Haydar, şairin kızı Şeyma” gibi birçok isimle de karşılaşıyoruz şiirlerde.

Özellikle inanç ve ilahî aşk, insanın en önemli dayanak ve tutunma noktalarından birisidir. Roma’yı put kuyusu olarak nitelendiren Üstat Nuri Pakdil gibi “Çöken bir akıl sistemi batı” (s. 57) tanımlaması yapar şair ve bunun gibi başka ifadelerle eleştirilerini bir bir serdeder. Yine aynı Nuri Pakdil gibi Tanrı gazabına uğrayan bir anlayışın temsilcileri olarak görür batıyı. Bununla birlikte kendi medeniyet ve anlayışımızı şu şekilde özetler adeta. “…gül medeniyeti otağında doğar/ şeyh galib’in şiir torunları/ bizim yunus’un sırtında odun/ aşk ve insan kardeşlerim” (s. 58) gibi.

Öz olarak, okuduğum bu şiirlerin daha çok kadim olana yönlendiren bir cihette olduğunu söyleyebilirim. Daha çok ölüm ile birlikte ilahî aşk üzerine yoğunlaşıldığını görmekteyiz. Bu durum daha çok hayatı, aşkı ve ölümü kavrama çabasıyla yol almaktadır. İlahî aşkın yoğunluğu ve sufî duyarlılığı böyle olsa gerek. İslamî hassasiyetlerle işlenmiş şiirlerde bir murabıt hassasiyeti gözetilmiş daha çok. Hikâyelerimizin çok ağır geçtiği bu zamanlarımızda ve bu coğrafyamızda bunun gibi şiirlerle bir bilinç taşıyıcılığı yapılmaktadır. Dertleri ortak olanların beklentileri de reçeteleri de ortak oluyor bir yerde ne de olsa. Toplumcu gerçekçi tanımlamasının yanında Müslümanca bir duyarlılık ve dini hassasiyet boyut tam da böyle olsa gerek. Öz olarak manevi, metafizik bir iletiyle lirizmin kaynaştırıldığı güzel şiirler okudum. İyi okumalar.

ŞAKIR KURTULMUŞ kimdir

1958 Eskişehir doğumlu. İlk ve orta öğrenimini burada tamamladı. İstanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Doğu Dilleri Bölümünü bitirdi. 1977
yılından bu yana çeşitli gazete ve dergilerde çalıştı. Yeni Devir gazetesinde
uzun bir süre ‘Sanat-Edebiyat’ sayfası hazırladı. 1980 yılında ‘Tin Yazıtları’
isimli bir edebiyat dergisi yayımladı. İnsan Yayınları’nın kuruluşunda
görev aldı. Eskişehir’de lise öğrenimi sırasında arkadaşlarıyla birlikte
‘Fecir’ isimli bir duvar gazetesi çıkardı. İlk yazısı 1976 yılında Yeni Devir
gazetesinde, ilk şiiri Mavera dergisinde 1978 yılında yayımlandı. İlk şiir
kitabı ‘Ah Güzel Bir Gün’ 1985 yılında Akabe yayınları arasında çıktı.
Yönelişler, Mavera, Aylık Dergi, Ay Vakti, Bir Nokta, Edebiyat Ortamı,
Şiar, Hece, Muhit ve Yedi İklim gibi dergilerde şiir ve yazıları yayınlandı.
Beyan Yayınları arasında ‘Hz. Hamza’ ve ‘Bilal-i Habeşi’ isimli iki
biyografi çalışması çıktı. Halen Çıra Yayın Gurubu bünyesinde ‘edebiyat
dizisi’ editörü olarak görev yapmakta, çeşitli kurumlarda lise ve üniversite
öğrencilerine yönelik yazarlık atölyesi dersleri vermektedir.

Şiir Kitapları:

Ah Güzel Bir Gün,
Yusufun Kuyusu
Ölüm ve Ayna
Gökte Asılı Şarkılar
Dağların Açık Yarası
Hiçbir Mevsime Sığmıyor Kuşlar

Deneme Kitapları:

Edebiyatın İzi 1, Bir Sonsuz Yolculukta
Edebiyatın İzi 2, Bir Tutkuya Dönüşmek
Edebiyatın İzi 3, Çiçekler Hiç Solmasın
Kültürün İzi
Kalbe Giden Sokakta Kitabın İzi
Yer ve Gök Arasında Sanatın İzi
Artık Evimize Dönmek İstiyoruz