26 Ekim 2022 Çarşamba

Şehir ve İnsana Dair Mülahazalar

Şehir ve İnsana Dair Mülahazalar

Şehirlere Sığamayan İnsan

Hayata hangi cihetiyle bakılırsa o minvalde geri dönüşüm alınıyor. Örneğin, şehirde oturulan bir evin küçük olmasına atfen, ısınma ve temizlik giderinin azlığıyla sevinç duyulmasının yanında evin küçüklüğüyle ve yetersizliğiyle şikâyet edilip veryansınlar arasında bir yerlerdedir hayat…

Her yeniçağ, şehirlere farklı ve yenilikçi bakışlar, yeni tılsımlar, şehirlerin inşasına yönelik katkısını sunacaktır. Akıl ve vicdan örtüsünü şehirlere illaki giydirmek gerekiyor. Bu inşa, insanın kendi tarihiyle paralel ikamesiyle beraber devam edecektir. Her yeniçağ, kendi şehirlerini ve müdavimlerini böyle oluşturacaktır. Şehirlerde, insanlar gibi hayatiyetini inişlerle, çıkışlarla sürdürecektir. Nasıl ki hazıra konmanın aşındırmasıyla insanlar yoksullaşmaya başlamalarının yanında, başkalarının çabaları imkânsızlıklarla kamçılanmaktadır. Şehirlerin yükselişi ve irtifa kaybedişi böylelikle yaşanacaktır.

Şehirliyi Besleme Mevzusu

Bu ara başlığı; şehirlerde doyamama, şehirlerde zor yaşama gibi birçok olumsuz varyasyonlarıyla ele alınabilir. Şehir tasavvurlarında İbn-i Haldun'un tespitleri burada daha çok önem arz eder. "Rızık nüfusa değil, nüfus rızka tabidir" sözünde ki gibi doğru ve tılsımlı bakış açılarını bizlere gösterir. Belli bir yaşam standartı sunan şehirler; "kıtlık zamanlarında insanları açlık değil alışmış oldukları tokluk öldürür" İbn-i Haldun'un sözüne kadar götürür bizleri. Şehirler, müdavimlerini sağlıklı ve yeterli şekilde barındırmasıyla beraber, özellikle şehrin yakınlarında ve kenarlarında, adacıklar oluşturularak yeterli, dengeli ve sağlıklı besin sağlanabilmesi gözetilmelidir.

Gerek şehrin altyapısı gerekse de bütün fiziki yetersizliklerle beraber mülksüzleşmiş geniş kitlerin mülk sahibi olabilmelerinin yolları aranmalıdır. Taşra da, köyde, üretimin içerisinde olan insanın; koyunlara, hayvanlara çobanlığını bırakıp şehirlerde köpeklere çobanlık yapması gibi bir ikilemi de yaşamıyor değiliz. Buna benzer başka bir ikilemi de İbn-i Haldun bizlere yüzyıllar ötesinden söylemiş; “Şehirler de meyve vermeyen ağaçlar çoğalmışsa, o memleketin insanları sefalete düşmüştür”

Şehirlere Düşen Yalnızlık

Şehirlerde kurulan medeniyeti sadece imkân çerçevesinde görmemek daha çok vicdan ve ruh perspektifinde görmek, şehirlinin yalnızlığını aşağılara çekecektir. Başka bir cihetle şehirlere ruh biçen mahir terzilerin hem sayısını hem çeşitliliğini hem de niteliğini artırmak gerekmektedir. Özellikle büyük şehirler, insanın yalnızlaşmasına, gönül yanının ihmal edilmesine yol verebiliyor maalesef. Şehirlerin, insan mutsuzluğuna yol açan bütün negatiflikleri bertaraf edip mutlu kentlere doğru yönlendirmek gerekiyor. Bunca olumsuzluğun yanında büyük şehirlerde, insanın kendini ifade edebilmesi, kimliğini bulabilmesi, kendi iç dünyasını onarmaya yönelik imkânlara ulaşabilmesi elbette mümkündür.

Yalnızlığa Merkez/Kaç Etki

Herkesin merkezi kendine özel bulunduğu yerdeyken, çevreyle bağdaştırmalar asıl ve hasbi güç sağlayacaktır. Anlaşılma ile anlaşılamama arası bir alana kendini sürükleyip muğlak yalıtılmışlık çerçevesinde görevini tekmil edecektir. Doğanın diyalektiğinden insanın diyalektiğine bir salınımla... Gizli bir dokunuş, bu çağrışım gücüyle ve yaşama metaforu özelinde şekillenecek. İhtiyaçları

araçsallaştırma ve itmam ile ikmal arası bir yerlerde ki uğraşılar böyle şekillenecek. Merkez/kaç etkisiyle hep bir savrulma hali gözlense de tekerrürdeki teşne hal, zafiri tüketircesine devam edip bu hassa üzre yol alacak. Bu merkezi oluşturan çekim, bidayette kendisinin olacak. Öyle veya böyle bu çerçevede kendisine bir merkez inşa edip simbiyoz bir yaşam kuracak. Bu merkezkaç kuvvet, -süngüsü yanında-, katreden deryaya taşınıp istikameti çevrimiçi yapacak. Tek kalmışlık bu sonuçta, dalya yapabilmeye ne hacet... Bilinç mahsullerini yeknesak doldurup gözünü karartan kurt misali sürüsüne dalıp alacağını alıp çıkıverecek.

Kalabalıkların Münasebetsizliği

Hayatı basit taraflarından değil de daha çok karmaşık ve önem addettiğimiz taraflarından bakmakla oluyor bütün bunlar... Sokrates'in, öğrencisi ile arasında şöyle bir konuşma geçer. Sokrates, öğrencisine bir şeyler anlatır ve "anladın mı?" diye sorar. Öğrencisi: "Anlamadım" der. Bu durum bir kaç kez daha tekrarlanır ve sonunda Sokrates, öğrencisine; "önemli şeyler söylediğimi sanıyorsun da onun için anlamıyorsun" der. Aynı bunun gibi çevremizdeki insanların ve daha çok hayatın bize söylediklerini, anlattıklarını çok mu önemsiyoruz? Bu durum, mutsuzluklarımıza katkı-aracılık mı ediyor? Anlaşılamamamız ve hatta anlayışsızlığımız bizatihi buralardan mı besleniyor kim bilir?

Bildik yolların dışına çıkmak, çok okuyarak veya gözlemleyerek hayata dâhil olmanın kazanımlarına amenna ama bu olguların getirisi olan duyumsama ve duygudaşlık; -terzi kendi söküğünü dikemezmiş- başa gelmişliğinin bir örnekliğini taşıyor gibi. Yaşanılanların hepsi kördüğüm dilemma… Hayatın hep bir tarafını çekiştiren bizzarure ve tahammülfersa zorluklar yaşanıyor. Her daim vitesleriyle oynanan bir araba gibi aşınıyor balatalar. Arabanın boşalması an meselesi ve bu kamyonun hangi durağa dalacağı belli değil. Acılar, üzüntüler ve mutsuzluklar çok sarî duruyor da mutluluk daha zor bulaşıcı nedendir?

Her ne kadar insanın kusurları bir cihette başarılarını beslese de; mutluluğuna, huzuruna ket vurduğu kesin. Yaşanılan bunca infialler elbette ki bir intifaya sebep olacaktır. Adrenalin, vites yükseltmeler, biz münasebetsiz insanlara tuz-biber gibi gelse de sadece dövüşkenliğimiz bile, atlatamadığımız bir kötülük olarak yakamızda ilişik duruyor.

Üzerimizde bu kadar çok yaşama beceriksizliğimiz varken tecrübeler, deneyimler ve yaşanmışlıklar bu beceriksizliklere bir çözüm olacak mı göreceğiz. Yoksa bu bahiste, hayal kırıklıklarıyla çamura batmış merkep gibi mi olunacak, bakıp göreceğiz. Biz yine de ortadan düşünelim ve “kişi noksanını bilmek gibi irfan olmaz” diyerek kalbimizi mutmain tutalım. Son olarak önceki yazdıklarıma, fikirlerime akraba düşecek son bir cümle ile nihayetlendireyim. Maalesef ki hayat son derece hoyrat, son derece herkes…

Karanlığa Gömülü Hayatlar

Güneşin ışıkları yatık gelmeye başlayacak. Vaktin diri ışıkları soğulmuştur çoktandır. Göze oturan koyuluk, ağırlığı olmuştur. Yeni heveslerin yüreğinde kımıldadığı zamanlar çoktan geçmiştir artık. Bedenin kendini salıp sesin-nefesin canda tükenmesi benzini sarartmıştır. Bu demek kış gelecek başka bir bahar gelecek. Üstelik hayat da daha çok zor geçecek demektir.

Yıllar omzuna binince hareketlerin kısıtlanıp ağrı-yük olarak çıkıyor karşına. Boynuna taktığın titrler de fayda etmiyor maalesef. Kendini dinlemezsen bi nebze başın rahat ama masiva da yaşanan bu gizem kimilerine göre makûs talih, kimilerine mavera etkisinde oluyor. Tohumun rıhletiyle, ruşeym doğacak

dur hele. Demek ki yine kış gelecek başka başka baharlar gelecek. Üstelik hayat ne çok zor geçecek demek.

Gerek zaman gerekse de hayat tasarrufa imkân vermeyecek kadar kısa bilinir. İsraf edilmemişse hayat değer bulacak bilinir. Bilinir ki iç huzuru ve keşkesizliklerle sarf edilen hayatlar dahi geçecek. Bu akışın önünü tutacak yine bir kış, yenidünyalar gelecek demek. Bu kışta hayat zor geçecek...

Eğer ki çok bir unutma ve hatırlayamama sorunun yoksa sohbeti pir bir insana dahi dönüşmen mümkün. Çok ağrı toplayan bacaklarının canını yakmasının yanında, üşüyen sırtının çok ter atması kışını çağıracak ve başkaca baharların fırsatını kovalayacak. Üstelik kalan hayatın Allahû âlem çok zor geçecek vesselam.

İnsan Olmanın Ağırlığı

"Bunca varlık var iken/ gitmez gönül darlığa" diyen Yunus sözündeki gibi yetinmeli bakmak gerekmekte bu hayata. Tüy gibi hafif olup savrulmak rüzgârla ve kuş olup uçabilmek ufka... Bu temenniler daha çok kanaat ve çaba üzerine çağrışım yapsa da zamanın akıcılığıyla mülhem mükemmelliyetler olarak karşımızda duruyor.

Hayattaki gerçekler, metodoloji ve matematik böyle geniş pencereden bakmaya çağırıyor. Dünyanın mana ve vuzuh hali böyle sofistike bakışlarla izhar oluyor. Gerek medar-ı maişetin karşılanması, gerek karşılaşılan vurucu nanikler gerekse de dehlenen bütün zorluklar bu altyapının temellerini barındırıyor vesselam..

Ağırlığa güceniklik olmaz, hafifletmeye imkân var ise çaresine bakılık yoksa Mevla’m kayıra tevekkülü... Karşılaşılan bütün işmarlar da buna dâhil bihakkın. Nefis ve şeytan çeldiriciliğine maruz kalmalarda cabası... Bu hayat yolculuğunda zorluklarla karşılaşan insanın, manaya matufluğunun gerisinde elbette bir noktada terbiye edecek yaşanmışlıklar olacaktır.

Filhakika, taş ağırdır ama daha çok da yerinde ağırdır felsefesindeki ağırlık menkul olandır. Nasıl ki hayatlar arasında çok farklar yoktur dense de, kapitalist insan için yengecin ve ıstakozun hayatı aynı değerde değildir maalesef. Bu değer farkını, insanın ihtiyaçları, talepleri ve tercihleri belirlemektedir.

Bu minvalde insanın asıl hikâyesi tam da dünyanın yüküne ortak olunca başladı. Dünyayı gönlünce olacağı zannına kapılan insanın ilk şaşkınlığı böyle böyle atlatıldı. Hayatın ilerleyen evrelerinde çokçalanan goygun acıların, şuh sıkıntıların üstünü örtecek son hep aynı ve bulunabilecek yeni çareler de hep aynı şekilde tedrici...

İlkay Coşkun
Kültür Ajanda Dergisi
sayı 108, Kasım 2022

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder