3 Eylül 2025 Çarşamba

Kültürümüzde ki Şehir

Kültürümüzde ki Şehir

Medeniyetlerin üst seviyelerini işaret eden şehir olgusu yazarların, sanatçıların muhayyilesinde hep yerini almıştır. “İnsanın en büyük erdemi şehir kurmaktır” diyen Platon'a kadar bu anlayışı götürebiliriz. Ecdat, şehirleri inşa ederken çınar, köknar, çam, servi ve çiçeklere de bolca yer vermiştir. Bu kıymetin özünde insanın, canlının özüne uygun doğallık yatmaktadır. Öyle ki kadim anlayışımızda şehirleri imar eden mimarlarla beraber, şehir siluetlerinin baş mimarı olarak doğa görülür. İslâm beldelerinde kervansaraylar barış dönemlerinde pazar yeri görevi, savaş zamanlarında kale işlevi görmekteydiler. Şehirlerin şehirle özdeşleşmiş camileri, hanları, medreseleri, çarşıları, kütüphaneleri ve meydanları gibi birçok yapıları mevcuttu. Yazar Suut Kemal Yetkin, Türk ve İslâm sanatlarına ilişkin çalışmasında “Selçuklu kervansaraylarının aralarındaki uzaklıkların deve yürüyüşüyle günde dokuz saat, yani kırk kilometre esas tutularak” belirlendiğini anlatmaktadır.

Her konuda olduğu gibi bu konuda da Müslümanların, kapitalist ve komünist bakış açılarının karşısında söyleyecekleri hep olmuştur ve olacaktır da. Müslümanca bakış, görünen dünyayı görünmeyen dünyanın tarlası olarak gören, duyarlı bir anlayıştır. Allah’ın sanatının üstüne sanatın olamayacağına inanmaktır. “İnsan, Allah’tan koptukça pas yoğunlaşır.” diyen Nuri Pakdil sözündeki felsefedir bu. Yahya Kemal’in “Türkler yeraltında ölmeyen, ölüleriyle birlikte yaşarlar.” sözündeki köklerine bağlılıktır bu. “Cami, mihrabıyla bir ibadethane, minberiyle bir toplum ve bir devlet, kürsüsüyle bir okuldur.” diyen Sezai Karakoç’un ifade ettiği gibi bir inanç bağıdır bu. Ama günümüzde alışveriş merkezleri şehirlerin, şehirler ülkelerin simgeleri haline dönüşüveriyor. Biz Müslümanların, bu kötü gidişatın karşısında tezlerimiz vardır ve olmalıdır da.

Şehirlerin tek başına sahip oldukları kimliklerinin yanında şehirler arasında ülkü, kültür birlikteliğinde etkileşim ve benzeşimler de olacaktır. Şehirler arasındaki karşılaştırmalar, şehir olgusunu tamamlayıp bütünleyecektir. Bütün şehirlerin bir kimliğinin, bir kişiliğinin ve bir karakterinin olmasını arzulamamız boşuna değil. Öyle ki kadim şehirler, yüzyıllar içinde zenginleşen bilgi ve bilgelik birikimleriyle, birlik içinde çokluk, çokluk içinde birlik anlayışıyla benzerleri diğer şehirlere ışık olmaya devam edecektir. Bir cihetiyle şehirlerin ömürlerini devletlerin ömürlerinden hep daha fazla görmeliyiz. Devletler yıkılsa dahi şehirler bir şekilde hayatiyetini sürdüreceklerdir.

Filhakika, medeniyetin, milletin, kültürün, mensubiyetin, birlikte yaşama kültürünün, maslahatın öne çıktığı şehirlere nazenin yaklaşmalıyız. Nostaljiyle yoğrulmuş eşyanın hikmetiyle, daha çok da taşıdığı ruhla bütünlemeliyiz. Yaşanılan şehri tarihiyle, kültürüyle içselleştirip şehirli kimliğine sahip çıkmalıyız. Bu bağlamda yaşanılan şehre aidiyet ve mensubiyet önem arz etmektedir. Birbirine her bakımdan muhtaç olan insanın bu mensubiyet hissini taşıması önemli bir değer olacaktır. Şehirlere hem ruhen hem de mücessem olarak kimlik kazandırılması ancak böyle mümkün olacaktır. Öyle ya gün gelecek, insanlar yaşadığı yerlere benzeyeceklerdir. Atalarımızın dediği gibi bal küpünden bal, sirke küpünden sirke sızacaktır böylelikle. İnsanın gönlünü iyileştiren, kültürünü zenginleştiren şehirlerimize, sesimizden daha çok sözümüzün kuvvetiyle sarılacağız.

İlkay Coşkun
Kültür Ajanda Dergisi
Eylül 2025, Sayı 142

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder