Çiğdem Der Ki Ben Âlâyım
Memleket Yazıları’nda yaşanmış anılar
içerisinde özlem, hayat mücadelesi, kadirşinaslık, yetinme, şükür ve umut anlatılıyor.
Yaşamın içerisinde gözden kaçırılan mutluluk kırıntılarına dikkat çekiliyor.
Belki büyük şeyler insanı büyük yapıyor ama daha çok küçük şeyler insanı mutlu
ediyor. Yazıların bir bölümünde Bilal Hoca’nın yemeğe karşı özel bir ilgisinin
olduğunu gözlemledim. Bilmiyorum yanılıyor muyum? Kitapta yer yer tebessüm
ettiren bölümler var. Şekvadan uzak, samimi bir anlatım hâkim. Gurbetle beraber
özlemin daha çok yaşanmaya başladığı seksenli doksanlı yıllar, insanların
görestisinin daha çok hissedildiği ve geldiği yıllardı. O dönemde yaşanan
sıkıntılarını duyumsatıyor. Satırlarda kimi yerde mutluluklar göneniyor kimi
yerde mihnet uyanıyor.
Tasada
sırdaş, keyifte yoldaş örneklemelerle çocukluk, komşuluk, mahalle-köy kültürü,
imece, bölüşme, kanaat, şükür değerleri anlatılıyor. Nasıl ki hayat ‘püf’ diye geçiveriyorsa,
yaşanmışlıklarda ‘püf’ olup
mazileşiyor adeta. En güzelini Pir Sultan Abdal söylemiş. ‘Şu yalan dünyanın sonu hiç imiş. Akşam gelip konan sabah göç imiş’.
Dünya hali bu işte. Kiminin içi satır
satır yaralı, kiminin içi koca koca dertler sıralı.
Belki de yanılgıdır ama
akademisyen hocaların kitaplarında okura daha çok didaktik, nasihat içerikli,
bir yerde eğitime yönelik ve mesleki bilgilerle sunuluyor. Bu da okuru doğal
olarak sıkabiliyor. Akademik çalışmaları okumak ilgililer dışındaki okura ağır
gelebiliyor. Makaleler, hakemli dergiler, sempozyum kitaplarında bu durum daha
çok kendini gösteriyor. Bu bağlamda ‘Memleket
Yazıları’ bu sınıflandırmanın dışında. Tamamen yazarlığın ve edebiyatın
içinde bir kitap. Anlatım samimi ve özlem yüklü. Hüzünler, acılar ve zorluklar
içeren, akıcı bir üslup ve yalın bir anlatım hâkim. Her koşunun illaki bir
yürüyüşü ve duraksamaları bünyesinde barındırdığı gibi insana dokunan ve hayatın
tam da içerisinde gerçekler.
‘Memleket Yazıları’nda geçen Pirkinik Köyü, Olukman Köyü, Kurtlapa Köyü,
Nalbantlar Başı ve Sivas merkez gibi yerleri bilen biri olarak ve ayrıca kitap da
isimleri geçen bazı insanları tanıyan biri olarak olumlu anlamda benim için taşlar
bir nevi de olsa yerine oturdu ama insanın eski bildiklerine farklı şeyler eklenirse
büyü illaki bozuluyor da diyebilirim.
Yazar ve şair büyüdükçe
ilk yazdıkları yazıların altlarındaki saati, günü ve ayı kaldırır. Yazı sadece
yıl notuyla kala kalır. Başka bir taraftan köyü varsa köyünü, ilçesini biyografisinden
kaldırır. Doğduğu şehirle anılmak isterler. Hatta daha da büyürse, Türk şair
veya yazarı olarak bilinir ve anılır. Bu kitapta bunun tam tersi olarak köyü,
taşrayı ve uzağı okutuyor yazar okuruna.
İç Anadolu’nun şimdiki
kültürel, tarımsal ve ekonomik verimsizliği olduğunu iddia eden, küçük gören
anlayış İç Anadolu’nun dağında yetişen zenginlikler içerisindeki çiğdemleri
maalesef göremiyor. Bu coğrafya da yaşanan fakirlikleri, mücadeleleri, aşkları
yok saymak olmaz elbette. Bu toprakların yazarları neyi gördü ise onu yazacak.
Romeo Juliet’i, Shakespeare’i yazacak değil ya. Soğuk tandırdan sıcak ekmek
çıkmıyor maalesef.
Ecdat Osmanlı daha çok İç
Anadolu’dan cepheler için asker almamış mıdır? Şimdi dahi durum böyle değil
midir? ‘Nasıl olsa bizden’ denerek
yerine göre İç Anadolu daha çok ihmal edilmemiş midir? Genel anlamda İç Anadolu
sadakati, sağlamlığı, asaleti, istikrarı taşıyor. Dağda, kıraçta yetişen ağacın
sağlamlığını, sertliğini, kalitesini yerine göre ovada yetişen bir ağaçta
göremiyoruz. Zorluk ve güçlük dayanma gücünü de beraberinde taşıyor. Nasıl ki
çiftçinin karnını yarsan kırk tane ‘gelecek
yıl’ çıkıyorsa aynen bunun gibi zorlukları, çileyi, fakirlikleri ve her
şeye rağmen umudu bir inci misali taşıyor Anadolu.
Çok hızlı değişimin yaşandığı dünyamızda binlerce
yıldır tarımda kullanılan öküz ve kağnıyı gören ve kullanan son neslin
yaşadıkları zorluklar, sıkıntılar, acı ve çabaları yazmak bu olsa gerek.
Yazılardaki anlatılanlara değinerek kitabın büyüsünü bozmak istemem. Sadece
yüreğime çok dokunan kitaptaki bir bölümü buraya taşımak istiyorum. Baba’nın
anlatıldığı bir yazının bir bölümünde yazar şöyle der; ‘evet, o gün beden gözünün dışında bir başka gözün daha olduğunu fark
ettim. O göz baba gözüymüş. Onu kaybettiğim gün fark ettim’
Kitap da dikkatimi çeken
bazı kelime ve cümle grupları ise şöyle; ‘gurbet
elde vali olmaktansa var sılanda dilen gez, baca pilavı, bayramı ikiye bölme,
öykelenmek, mahat, çağlık, cumalık, ocak olmak, sohu, tabanvay, karın buza
tebdil etmesi, Sivas’ın sırlı ağabeyi Ali Şahin, miskinler tekkesi, pedagojisi
dayak üzerine bina olmak, keşik, koku hakkı, eksük devlük görmek, yatsılık’
gibi birçoğunu sıralayabilirim.
Bilal Kemikli Hoca’nın
pipo ile tütün içmesinin, rahmetli dedesinin tütüne olan düşkünlüğünden kaynaklı
olabilir. Hocamızın özellikle ilk tütünle tanışıklığında aile büyüklerin
tepkilerini merak ediyorum açıkçası. Yozgat’ta ekimi çok yapılan nohut üzerine söylenmiş
şöyle güzel bir söz var. ‘Ektiğim biçtiğim
nohut, çarşıya geldin de leblebi mi oldun’ Aynı bunun gibi burada anlatılan
tütün ve pipo mevzusu bildiğimiz sigara işte.
Her nerede ve şartta
olursa olsun insanların yaşadıkları benzer aslında. Bu bağlamda mesela
Aristoteles’in söyledikleri bize ne kadar yakın geliyor. ‘Kalbi eğitmeden, aklı eğitmek eğitim değildir. Vicdanlı olmadan, bilgi
sahibi olmak tehlikelidir’
Her
neslin kendine göre bir avantajı ve dezavantajı vardır. Nesilleri birbiriyle
kıyaslamak, yeni nesli şartlarından dolayı yargılamak doğru değil. Günümüzde
memnun edemediğimiz çocuklarımız yerinde bizler olsak da memnun olmazdık herhalde.
Daha çok günümüzün dünyasında hayat para olunca, dünya çarşı pazar ve banka
dükkânı oluyor maalesef. Teknolojik ilerleyiş, hızlı değişim hıncını
dilimizden, mahalle-apartman-sokak kültürümüzden, nesillerin çatışmasıyla
alıyor maalesef.
Her
türlü olumsuzluğa rağmen insanın acıyan yanı başkadır, acıkan yanı bambaşka.
Hayat mücadelesi ve umut hep devam eder, etmelidir de. Nasıl ki kurt, kışı
geçirir ama yediği ayazı unutmaz ise insanın yaşadığı zorluklar hep dimağında
yer tutuyor. Gülücük, kızgınlık ve üzüntü emojileri ile haberleşenler, kitapta
yaşanılan bu zorlukları, fakirlikleri ne derece duyumsar ve algılar. Düşünmekte
yarar var.
İyi
okumalar.
İlkay Coşkun
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder