23 Haziran 2019 Pazar

Memleket Yazıları - Bilal Kemikli

Memleket Yazıları
Çiğdem Der Ki Ben Âlâyım

 ‘Memleket Yazıları’ Bilal Kemikli * Hoca’nın çocukluğunun, daha çok ilk gençliğinin geçtiği 1980’lerin anlatıldığı Sivas yıllarını ele alıyor. Nisan 2018’de Cümle Yayınları aracılığıyla okurla buluştu kitap. 112 sayfa ve 17 yazıdan oluşmaktadır.

Memleket Yazıları’nda yaşanmış anılar içerisinde özlem, hayat mücadelesi, kadirşinaslık, yetinme, şükür ve umut anlatılıyor. Yaşamın içerisinde gözden kaçırılan mutluluk kırıntılarına dikkat çekiliyor. Belki büyük şeyler insanı büyük yapıyor ama daha çok küçük şeyler insanı mutlu ediyor. Yazıların bir bölümünde Bilal Hoca’nın yemeğe karşı özel bir ilgisinin olduğunu gözlemledim. Bilmiyorum yanılıyor muyum? Kitapta yer yer tebessüm ettiren bölümler var. Şekvadan uzak, samimi bir anlatım hâkim. Gurbetle beraber özlemin daha çok yaşanmaya başladığı seksenli doksanlı yıllar, insanların görestisinin daha çok hissedildiği ve geldiği yıllardı. O dönemde yaşanan sıkıntılarını duyumsatıyor. Satırlarda kimi yerde mutluluklar göneniyor kimi yerde mihnet uyanıyor.

Tasada sırdaş, keyifte yoldaş örneklemelerle çocukluk, komşuluk, mahalle-köy kültürü, imece, bölüşme, kanaat, şükür değerleri anlatılıyor. Nasıl ki hayat ‘püf’ diye geçiveriyorsa, yaşanmışlıklarda ‘püf’ olup mazileşiyor adeta. En güzelini Pir Sultan Abdal söylemiş. ‘Şu yalan dünyanın sonu hiç imiş. Akşam gelip konan sabah göç imiş’. Dünya hali bu işte. Kiminin içi satır satır yaralı, kiminin içi koca koca dertler sıralı.

Belki de yanılgıdır ama akademisyen hocaların kitaplarında okura daha çok didaktik, nasihat içerikli, bir yerde eğitime yönelik ve mesleki bilgilerle sunuluyor. Bu da okuru doğal olarak sıkabiliyor. Akademik çalışmaları okumak ilgililer dışındaki okura ağır gelebiliyor. Makaleler, hakemli dergiler, sempozyum kitaplarında bu durum daha çok kendini gösteriyor. Bu bağlamda ‘Memleket Yazıları’ bu sınıflandırmanın dışında. Tamamen yazarlığın ve edebiyatın içinde bir kitap. Anlatım samimi ve özlem yüklü. Hüzünler, acılar ve zorluklar içeren, akıcı bir üslup ve yalın bir anlatım hâkim. Her koşunun illaki bir yürüyüşü ve duraksamaları bünyesinde barındırdığı gibi insana dokunan ve hayatın tam da içerisinde gerçekler.

‘Memleket Yazıları’nda geçen Pirkinik Köyü, Olukman Köyü, Kurtlapa Köyü, Nalbantlar Başı ve Sivas merkez gibi yerleri bilen biri olarak ve ayrıca kitap da isimleri geçen bazı insanları tanıyan biri olarak olumlu anlamda benim için taşlar bir nevi de olsa yerine oturdu ama insanın eski bildiklerine farklı şeyler eklenirse büyü illaki bozuluyor da diyebilirim.

Yazar ve şair büyüdükçe ilk yazdıkları yazıların altlarındaki saati, günü ve ayı kaldırır. Yazı sadece yıl notuyla kala kalır. Başka bir taraftan köyü varsa köyünü, ilçesini biyografisinden kaldırır. Doğduğu şehirle anılmak isterler. Hatta daha da büyürse, Türk şair veya yazarı olarak bilinir ve anılır. Bu kitapta bunun tam tersi olarak köyü, taşrayı ve uzağı okutuyor yazar okuruna.

İç Anadolu’nun şimdiki kültürel, tarımsal ve ekonomik verimsizliği olduğunu iddia eden, küçük gören anlayış İç Anadolu’nun dağında yetişen zenginlikler içerisindeki çiğdemleri maalesef göremiyor. Bu coğrafya da yaşanan fakirlikleri, mücadeleleri, aşkları yok saymak olmaz elbette. Bu toprakların yazarları neyi gördü ise onu yazacak. Romeo Juliet’i, Shakespeare’i yazacak değil ya. Soğuk tandırdan sıcak ekmek çıkmıyor maalesef. 

Ecdat Osmanlı daha çok İç Anadolu’dan cepheler için asker almamış mıdır? Şimdi dahi durum böyle değil midir? ‘Nasıl olsa bizden’ denerek yerine göre İç Anadolu daha çok ihmal edilmemiş midir? Genel anlamda İç Anadolu sadakati, sağlamlığı, asaleti, istikrarı taşıyor. Dağda, kıraçta yetişen ağacın sağlamlığını, sertliğini, kalitesini yerine göre ovada yetişen bir ağaçta göremiyoruz. Zorluk ve güçlük dayanma gücünü de beraberinde taşıyor. Nasıl ki çiftçinin karnını yarsan kırk tane ‘gelecek yıl’ çıkıyorsa aynen bunun gibi zorlukları, çileyi, fakirlikleri ve her şeye rağmen umudu bir inci misali taşıyor Anadolu.

Çok hızlı değişimin yaşandığı dünyamızda binlerce yıldır tarımda kullanılan öküz ve kağnıyı gören ve kullanan son neslin yaşadıkları zorluklar, sıkıntılar, acı ve çabaları yazmak bu olsa gerek. Yazılardaki anlatılanlara değinerek kitabın büyüsünü bozmak istemem. Sadece yüreğime çok dokunan kitaptaki bir bölümü buraya taşımak istiyorum. Baba’nın anlatıldığı bir yazının bir bölümünde yazar şöyle der; ‘evet, o gün beden gözünün dışında bir başka gözün daha olduğunu fark ettim. O göz baba gözüymüş. Onu kaybettiğim gün fark ettim’

Kitap da dikkatimi çeken bazı kelime ve cümle grupları ise şöyle; ‘gurbet elde vali olmaktansa var sılanda dilen gez, baca pilavı, bayramı ikiye bölme, öykelenmek, mahat, çağlık, cumalık, ocak olmak, sohu, tabanvay, karın buza tebdil etmesi, Sivas’ın sırlı ağabeyi Ali Şahin, miskinler tekkesi, pedagojisi dayak üzerine bina olmak, keşik, koku hakkı, eksük devlük görmek, yatsılık’ gibi birçoğunu sıralayabilirim.

Bilal Kemikli Hoca’nın pipo ile tütün içmesinin, rahmetli dedesinin tütüne olan düşkünlüğünden kaynaklı olabilir. Hocamızın özellikle ilk tütünle tanışıklığında aile büyüklerin tepkilerini merak ediyorum açıkçası. Yozgat’ta ekimi çok yapılan nohut üzerine söylenmiş şöyle güzel bir söz var. ‘Ektiğim biçtiğim nohut, çarşıya geldin de leblebi mi oldun’ Aynı bunun gibi burada anlatılan tütün ve pipo mevzusu bildiğimiz sigara işte.

Her nerede ve şartta olursa olsun insanların yaşadıkları benzer aslında. Bu bağlamda mesela Aristoteles’in söyledikleri bize ne kadar yakın geliyor. ‘Kalbi eğitmeden, aklı eğitmek eğitim değildir. Vicdanlı olmadan, bilgi sahibi olmak tehlikelidir’

Her neslin kendine göre bir avantajı ve dezavantajı vardır. Nesilleri birbiriyle kıyaslamak, yeni nesli şartlarından dolayı yargılamak doğru değil. Günümüzde memnun edemediğimiz çocuklarımız yerinde bizler olsak da memnun olmazdık herhalde. Daha çok günümüzün dünyasında hayat para olunca, dünya çarşı pazar ve banka dükkânı oluyor maalesef. Teknolojik ilerleyiş, hızlı değişim hıncını dilimizden, mahalle-apartman-sokak kültürümüzden, nesillerin çatışmasıyla alıyor maalesef.

Her türlü olumsuzluğa rağmen insanın acıyan yanı başkadır, acıkan yanı bambaşka. Hayat mücadelesi ve umut hep devam eder, etmelidir de. Nasıl ki kurt, kışı geçirir ama yediği ayazı unutmaz ise insanın yaşadığı zorluklar hep dimağında yer tutuyor. Gülücük, kızgınlık ve üzüntü emojileri ile haberleşenler, kitapta yaşanılan bu zorlukları, fakirlikleri ne derece duyumsar ve algılar. Düşünmekte yarar var.

İyi okumalar.

* Prof. Dr. Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı

İlkay Coşkun
22.06.2019

Gündönümü Dergisi
Sayı 1, Ocak 2020




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder