Merhum Nuri Pakdil’in medeniyet tasavvurunda, İslam medeniyeti ve Müslümanların terakkisine yönelik düşünceleri ve batı medeniyeti eleştirileri ana başlıklarda ele alınabilir. İkincil olarak Müslüman ülkelerdeki aydın sorunsalı, yabancılaşma, Ortadoğu, Afrika başta olmak üzere Müslüman coğrafyalardaki sıkıntılara, zorluklar ve çözüm önerilerine vurgular vardır.
Hastasına teşhis koyan bir doktor gibidir adeta.
Değerlendirmelerinde tümden gelim perspektifinden hareket eder ve ayrıntılara
yönelir. İnsan ve Müslüman vurgusu en öndedir. Uygarlığın özünde, insanın kendi
kendisini denetlemesi ve gözetlemesi yatar. İnsanı, ülküsünü ülkesinde yaşatmak
isteyen varlık olarak görür. ‘Çağın
devleti olmak isteyen, çağın buyruğunu mutlaka dinlemelidir’ sözüyle ufuk
çizer adeta. Ulus olabilmenin ana temelinin yabancılaşmaktan kurtulmaktan
geçtiğine vurgu yapar. Kovandan çıkmayan
arıdan bal olmaz atasözünde olduğu gibi Müslümanların inkişafına yönelik
olarak çok çalışması, üretmesi, okuması ve bilimi öncelemesi yönünde istikamet vurgusu
yapar. Emeği, asil bir cevher olarak nitelendirir. Başka bir taraftan ruhları
talan eden konformizmden Müslümanların geri durmasını hatırlatır. Üstadın
söyleşisini dinlediğim bir ortamda kendi üzerine hiç tapu malının olmadığını
söylemesi, dünyaya bakışının canlı bir örneğiydi adeta.
En
büyük eleştiriyi ülkemizde aydın sınıfı olarak kabul görmek isteyen zümreyi,
batılılaşmayı terakki sanmaları üzerinden eleştirir. ‘Boynumuz ağrıda batıya bakmaktan’ cümlesiyle bu eleştirisini
sürdürür. Ülkemizde batıcılık anlayışını
‘ulusumuzu yabancılaştırma’ girişimlerini
kapsayan kalabalık bir ‘dosya’ olarak görür. Batıcı anlayıştaki aydınımızın
savlarını ulusumuzun uygarlık değerleriyle çeliştiğini ve bu yüzden ulusal bir
bileşime varılamadığını söyler. Aydın, münevver sınıfının olmazsa olmaz bir
gereklilik olduğunu söyleyerek bir düşüncenin buyurucu bir düzeye çıkabilmesinin
aydınlar aracılığıyla olabileceğinin altını çizer. Ama her türden olumsuzluğa
rağmen uygarlığımızın yenmiş haklarını savunacak, haklarını arayacak yeni
aydınların çoğalacağı inancını da her daim taşımaktadır. Müslüman coğrafyalarda
bilinçli aydınların yetişmesi gerektiğine vurgu yapar.
Medeniyetimizi irdelerken Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti
değerlendirmelerinde bulunur ve daha çok nasıl davranılması, neler yapılması
noktalarında fikirlerini, uyarılarını serimler. ‘Osmanlı Devleti, dünyanın dengesini sağlıyordu’ tespitiyle Orta
Doğu devletlerinin günümüzde yaşadıkları sıkıntıların temellerine iner.
Ortadoğu ülkelerinin yüzyıllarca sözcülüğünü Türkiye (Osmanlı Devleti’nin)
yaptığını hatırlatmaktadır. Tarih şuurumuzu diri tutmamız gerektiğini defaten
ele alır. Üstada göre halkları ulus yapan değerin bir diğeri de tarih şuurudur.
Her ağaç kökünden kurur misali gerçek kimliğimize bürünüp bu minvalde istikamet
bulmamızın gerektiğini vurgular.
Batı üzerine değerlendirmeleri genel olarak eleştireldir. Batılıların
ruhlarını aç olarak görür. Batıyı hastalıklı insanların yurdu olarak niteler. Daha
çok Fransa ve diğer bazı Avrupa ülkelerindeki gördükleri üzerine batı uygarlığı
hakkında tespitlerde bulunur. Mesela Avrupa Birliğini, Hristiyan olan Avrupa'nın
ortak adı olarak nitelendirir. Afrika ve Orta Doğu uluslarını daha iyi ve güçlü
sömürelim ve de sömürürken birbirimize düşmeyelim diye kurduklarını söyler.
Mesela Roma’yı put kuyusu olarak niteleyerek daha çok eleştirilerini heykel
üzerinden yapar. Bunu, ‘heykele saygı
duyula duyula Tanrı inancı yitebilir insanın içinde. Çünkü saygı taş kesilirse,
insan kolaylıkla aşamaz önündeki engeli’ şeklinde değerlendirmede
bulunmuştur.
Medeniyet tasavvurunda hep bir coğrafya vardır. ‘Yüreğimizin yarısı Mekke’dir, geri kalanı da Medine’dir. Üstünde bir tül gibi Kudüs vardır’ sözü ile Müslüman bir bakışın şifrelerini vermiştir adeta. Kutsallarımızı hep önceleyip ufuklara ideal görüntüler serimlemiştir. Hatta elli, altmış yıl öncesinden Müslüman Afrika gündemde değilken dikkatleri oraya çeker. Görünen aysbergi büyüyerek daha da görünür olmaya başlayacak Müslüman Afrika’dan bahseder. Peygamberimizin ilk ezanı Hz. Bilal’e okutmasıyla, Afrika’ya dikkat çektiği düşüncesini paylaşır. Tarihin tayin ettiği yön Müslüman Afrika ve doğu olarak nitelendirir. Ortadoğu’da, Müslüman coğrafyalarda hep bir yetimlik ve üveylik halinin, sıkıntılarının olduğunu vurgular. Ayrıca medeniyet tasavvurunda coğrafyanın yanında zamanı da beraber imler. ‘Mekânı ateşleyen devrim zamanı da ateşler. 622 tarihin şah damarıdır’ sözü ile tarihte Müslümanların dönüm noktalarına vurgu yaparak istikameti hatırlatır.
‘Harun, Firavun’u her
zaman korkutmuştur’
diyerek Müslümanların gücünü, moralini ve gelecek hayallerini hep diri tutmayı
önceler. Medeniyetimiz ve telakkimiz için çocuklarımıza büyük rüyalar görmeleri
yönünde eğitilmelerini, ülkülerinin, davalarının olması gerektiği yönünde
telkinlerde bulunur. Müslümanlara manifesto niteliğinde uyarılarını sıralar.
Hayatı boyunca davasını yazar. Ezen sınıfı ezmek için yazmak gerektiğinin altını
çizer. ‘Ne yazıyorsam onu yaşıyorum. Ne
yaşıyorsam onu yazıyorum’ diyen, 18 Ekim 2019 tarihinde aramızdan ayrılan Kudüs
Şairi Merhum Nuri Pakdil’i rahmetle minnetle anıyorum.
İlkay Coşkun
Çare
Edebiyat Dergisi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder