8 Ocak 2020 Çarşamba

Üstad Nuri Pakdil’in Medeniyet Tasavvuru

Üstad Nuri Pakdil’in Medeniyet Tasavvuru - İlkay Coşkun

Merhum Nuri Pakdil’in medeniyet tasavvurunda, İslam medeniyeti ve Müslümanların terakkisine yönelik düşünceleri ve batı medeniyeti eleştirileri ana başlıklarda ele alınabilir. İkincil olarak Müslüman ülkelerdeki aydın sorunsalı, yabancılaşma, Ortadoğu, Afrika başta olmak üzere Müslüman coğrafyalardaki sıkıntılara, zorluklar ve çözüm önerilerine vurgular vardır.

Hastasına teşhis koyan bir doktor gibidir adeta. Değerlendirmelerinde tümden gelim perspektifinden hareket eder ve ayrıntılara yönelir. İnsan ve Müslüman vurgusu en öndedir. Uygarlığın özünde, insanın kendi kendisini denetlemesi ve gözetlemesi yatar. İnsanı, ülküsünü ülkesinde yaşatmak isteyen varlık olarak görür. ‘Çağın devleti olmak isteyen, çağın buyruğunu mutlaka dinlemelidir’ sözüyle ufuk çizer adeta. Ulus olabilmenin ana temelinin yabancılaşmaktan kurtulmaktan geçtiğine vurgu yapar. Kovandan çıkmayan arıdan bal olmaz atasözünde olduğu gibi Müslümanların inkişafına yönelik olarak çok çalışması, üretmesi, okuması ve bilimi öncelemesi yönünde istikamet vurgusu yapar. Emeği, asil bir cevher olarak nitelendirir. Başka bir taraftan ruhları talan eden konformizmden Müslümanların geri durmasını hatırlatır. Üstadın söyleşisini dinlediğim bir ortamda kendi üzerine hiç tapu malının olmadığını söylemesi, dünyaya bakışının canlı bir örneğiydi adeta.

En büyük eleştiriyi ülkemizde aydın sınıfı olarak kabul görmek isteyen zümreyi, batılılaşmayı terakki sanmaları üzerinden eleştirir. ‘Boynumuz ağrıda batıya bakmaktan’ cümlesiyle bu eleştirisini sürdürür.  Ülkemizde batıcılık anlayışını ‘ulusumuzu yabancılaştırma’ girişimlerini kapsayan kalabalık bir ‘dosya’ olarak görür. Batıcı anlayıştaki aydınımızın savlarını ulusumuzun uygarlık değerleriyle çeliştiğini ve bu yüzden ulusal bir bileşime varılamadığını söyler. Aydın, münevver sınıfının olmazsa olmaz bir gereklilik olduğunu söyleyerek bir düşüncenin buyurucu bir düzeye çıkabilmesinin aydınlar aracılığıyla olabileceğinin altını çizer. Ama her türden olumsuzluğa rağmen uygarlığımızın yenmiş haklarını savunacak, haklarını arayacak yeni aydınların çoğalacağı inancını da her daim taşımaktadır. Müslüman coğrafyalarda bilinçli aydınların yetişmesi gerektiğine vurgu yapar.

Medeniyetimizi irdelerken Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti değerlendirmelerinde bulunur ve daha çok nasıl davranılması, neler yapılması noktalarında fikirlerini, uyarılarını serimler. ‘Osmanlı Devleti, dünyanın dengesini sağlıyordu’ tespitiyle Orta Doğu devletlerinin günümüzde yaşadıkları sıkıntıların temellerine iner. Ortadoğu ülkelerinin yüzyıllarca sözcülüğünü Türkiye (Osmanlı Devleti’nin) yaptığını hatırlatmaktadır. Tarih şuurumuzu diri tutmamız gerektiğini defaten ele alır. Üstada göre halkları ulus yapan değerin bir diğeri de tarih şuurudur. Her ağaç kökünden kurur misali gerçek kimliğimize bürünüp bu minvalde istikamet bulmamızın gerektiğini vurgular.

Batı üzerine değerlendirmeleri genel olarak eleştireldir. Batılıların ruhlarını aç olarak görür. Batıyı hastalıklı insanların yurdu olarak niteler. Daha çok Fransa ve diğer bazı Avrupa ülkelerindeki gördükleri üzerine batı uygarlığı hakkında tespitlerde bulunur. Mesela Avrupa Birliğini, Hristiyan olan Avrupa'nın ortak adı olarak nitelendirir. Afrika ve Orta Doğu uluslarını daha iyi ve güçlü sömürelim ve de sömürürken birbirimize düşmeyelim diye kurduklarını söyler. Mesela Roma’yı put kuyusu olarak niteleyerek daha çok eleştirilerini heykel üzerinden yapar. Bunu, ‘heykele saygı duyula duyula Tanrı inancı yitebilir insanın içinde. Çünkü saygı taş kesilirse, insan kolaylıkla aşamaz önündeki engeli’ şeklinde değerlendirmede bulunmuştur.


Medeniyet tasavvurunda hep bir coğrafya vardır. ‘Yüreğimizin yarısı Mekke’dir, geri kalanı da Medine’dir. Üstünde bir tül gibi Kudüs vardır’ sözü ile Müslüman bir bakışın şifrelerini vermiştir adeta. Kutsallarımızı hep önceleyip ufuklara ideal görüntüler serimlemiştir. Hatta elli, altmış yıl öncesinden Müslüman Afrika gündemde değilken dikkatleri oraya çeker. Görünen aysbergi büyüyerek daha da görünür olmaya başlayacak Müslüman Afrika’dan bahseder. Peygamberimizin ilk ezanı Hz. Bilal’e okutmasıyla, Afrika’ya dikkat çektiği düşüncesini paylaşır. Tarihin tayin ettiği yön Müslüman Afrika ve doğu olarak nitelendirir. Ortadoğu’da, Müslüman coğrafyalarda hep bir yetimlik ve üveylik halinin, sıkıntılarının olduğunu vurgular. Ayrıca medeniyet tasavvurunda coğrafyanın yanında zamanı da beraber imler. ‘Mekânı ateşleyen devrim zamanı da ateşler. 622 tarihin şah damarıdır’ sözü ile tarihte Müslümanların dönüm noktalarına vurgu yaparak istikameti hatırlatır.

‘Harun, Firavun’u her zaman korkutmuştur’ diyerek Müslümanların gücünü, moralini ve gelecek hayallerini hep diri tutmayı önceler. Medeniyetimiz ve telakkimiz için çocuklarımıza büyük rüyalar görmeleri yönünde eğitilmelerini, ülkülerinin, davalarının olması gerektiği yönünde telkinlerde bulunur. Müslümanlara manifesto niteliğinde uyarılarını sıralar. Hayatı boyunca davasını yazar. Ezen sınıfı ezmek için yazmak gerektiğinin altını çizer. ‘Ne yazıyorsam onu yaşıyorum. Ne yaşıyorsam onu yazıyorum’ diyen, 18 Ekim 2019 tarihinde aramızdan ayrılan Kudüs Şairi Merhum Nuri Pakdil’i rahmetle minnetle anıyorum.

İlkay Coşkun
Çare Edebiyat Dergisi
Sayı 5, Kış 2020


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder