30 Ocak 2020 Perşembe

Nevrotik Vakıa - Akalemler, Sayı 25 - İlkay Coşkun

Nevrotik Vakıa

Yapılan her bir birlik her ne kadar irilik oluştursa da her zaman dirlik oluşturmuyor maalesef. Dışlamak gibi bir olguyu ve rekabeti körükleyen, büyük balığın küçük balığı yediği misali olumsuzluklarını da beraberinde getiriyor. Seküler hal, dünyalık hal, din kisvesi hali gibi öyle çok sömürünün sirayet ettiği hal var ki hayatın geneline yayılmış. Sadece bu dünya hayatını amaç edinenlerin yanında görüntüde yaşanıyor gözüken dini, milli ve geleneksel hayatlarda dahi kapitalizmin ve emperyalizmin hayatiyeti unsurlarını görmek pekâlâ mümkün. Ahlaki ve letafet değerlerinin göz ardı edilerek, oyunun kurallarına göre oynanması gerektiği ana fikrinde hareket edilerek, özden öte şekilciliğin sunumuyla özü kaybetmenin ruhsuzluğunu yaşıyoruz. Vermekten daha çok almanın öncelendiği, sömürünün alıştırılmış ve kabul görmüş hali. Alanında, verenin de kendine göre memnuniyetini taşıyan çıkar ilişkileri.

Taşrada hiç görev almadan merkezde yükselen devlet adamlarının çokluğu bu bahse örnek teşkil edebilir. Hads, sezgi ve tecrübe üçlemesini öncelemeden liyakatsiz, ehliyetsiz çoğalmalar her devirde maalesef ki olagelmiştir. Patrimonyal bir anlayışla mutlu insanlar sınıfları oluşturarak yol alma hamleleri bir taraftan dışarıda kalanların mutsuzluk, memnuniyetsizlik ateşlerini harlamıyor mu?  Ur gibi topluma sirayet etmiş bu hastalık alıştırılmış nemelazımcılığı, adam sendeciliği ve bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın mantığını taşımıyor mu? Fedakârlığa, hizmete, çileye talip olmaktan çok makama, mevkiye, imkâna talip olma hırsı ve çabasını gülücükler altında, makyajlar gerisinde görmek bir taraftan da çok sıradanlaştı. Görüntüde temsilin iyi yansıtıldığı, reklam kokan hareketlerde, protokol kurallarıyla adeta göz boyayarak içi kof dışı cilalı ruhsuz, şuursuz basitliklere her dem şahit oluyoruz. Memurken işten kaytarma da tavan yapmış kimileri amirlik durumlarında iş yaptırmakta ki isteklerine fazlasıyla şahit oluyoruz. 

Savaşa katılan yüz kişi, ganimet bölüşen on kişi, geriye kalan adaletsizliğe uğrayan doksan kişi. Savaşlara ortak edipte ganimete ortak etmemenin olduğu zûldür. Makamlara atamayı sadece torpil mantığıyla yaşatmak kadar aynı makamlara ilgili ilgisiz talibin üşüşmesini de hırs ve hamlığını da görmekteyiz. Ağavari, cahil ve acımasız hal sinerjisi yayıldıkça yayılıyor. Halkın derdini sırtında taşıyan, maden ocaklarının onulmaz göçüğü gibi sıkıntılarını hemhal olan yöneticiler illa ki vardır ama sayılarını artırmak gerekiyor. Özellikle makamlara gelenler dedikodudan, ileri geri konuşmaktan geri tutacak emeği, çalışkanlığı, şuuru ve ciddiyeti olmalı. Ne diyor İsmet Özel; ‘Biz bağıracağız, birileri hiç duymayacak. Hep aynı hikayeleri duyanlara selam olsun’ 

‘Bir insan acı duyuyorsa canlıdır. Başkasının acısını duyuyorsa insandır’ Tolstoy felsefesini hayatın geneline yaymak gerekiyor. Makam ve mevkilerin hakkını verende biz, yanlış amaçlar ve yükselme, reklam olma gibi şahsi amaçlara hizmet ettiren de biz. Topu taca atmamıza, suçu dış güçlerde aramamıza hiç gerek yok. Kanunu yapanda, uygulamaya çalışanda, yöneten de, yönetilen de biz. Muvazene üzerine olan dünya da biz insanların olumlu, olumsuz, doğru, yanlış yönlerde kullandığımız cüzi iradelerimizin yanı başında devasa büyüklüğüyle azametiyle külli iradeyi hep görüyoruz. 

Makamlara üşüşmek yerine, bizler o makamlara ne kadar layığız, noksanlıklarımızı giderme ve görme cihetiyle de bakmamız gerekiyor ki kalite ve doğru kararlar, sonuçlar yerini bulsun. Doğru değerlendirmeler erk sahibini de makama geleni de mahiyetinde hizmet alanları da azami memnun edecektir. Hak edilmeyen makamlar, makama geleni bozguna uğramış ordu gibi rezil, kimsesiz dağların ardı gibi yalnız koyacaktır. En üstün şuur vazife şuurudur. ‘Camızı kadı etmişler samanlığı kendine ayırmış’ Niğde’de söylenegelen söz yanlışlığına, öngörüsüzlüğüne düşmemek gerekir. Halka, vatandaşa hizmet aracı olan makamları farklı amaçlar için kullanmamak gerekir. Olayın başka bir boyutuna bakacak olursak; Filistin ata sözünde şöyle der; ‘Ülkenizin aslanlarına sahip çıkın yoksa düşmanın köpeklerine yem olursunuz’ felsefesini, doğru hareket mantığını kavramak gerekir. 

Yerine göre imkân rehavetin müsebbibi, bunun karşısında ki imkânsızlıklar büyük bir ilham kaynağı oluveriyor. Dengenin ve tekâmülün lokomotifi, kaynağı her dem şarj oluyor. Her ne kadar hayat koşuşturmaları, keşmekeşlikler, imkân bolluğu zamanı gelince ölümle de olsa elden gidiyor. Dünyanın gereksiz müştemilatlarını azaltan insan, hayatın asli ihtiyaçlarına dönmesi gerekiyor. Emeklilik gibi imkân kaybına, dinginliğe ve sadeliğe dönüyor hayat. Denize ulaşan çağlayan ırmaklar misali sakinliği, yetinmeyi, tevazuyu, olgunluğu beraberinde taşımak gerekiyor. Başat bakış açılarından çok hakkaniyetli, ahlaklı, vicdanlı, yaklaşımlar sergilemek daha doğru olacaktır. Son kertede, merdiveni çıkarken inişi de göz önünde bulundurmak gerek. Satranç bittiğinde şahta, piyonda aynı kutuya girer. Hiçbir zaman makamlar ricale mülk değildir ne makama gelemedim diye ne mahzun ol ne de makam ve mevki sahibiyim diye mağrur ol. Mahzunlukta, mağrurluk ta geçici dünyanın hallerindendir. Gün gelecek sayılı soluklarımız son bulacak.

İlkay Coşkun 
23.07.2019

Akalemler Dergisi
Sayı 25, Ocak Şubat 2020

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder