Susma Hakkı
Susmak,
bir iç çekiş, kendine yöneliştir. Susmak, tüm sesleri, acıları sessize almaktır.
Susmak, sözün soğutulma aşamasıdır. Hayatın yoruculuğunda kendini kanatan
insanın, harlanmış ateşini küllendirmesidir. Hayatın sesliliğine susma ile
gölge olunmasıdır. Ölüm ve giz sessizliğine yol almaktır. Boşluk mu insanın
içinde yoksa boşluk mu insanı içine alır? Yoksa birbirini çeken mıknatıs kutup
başları gibi midir türünden sorular sorular..
‘Susmanın kalesine sığınıyorum, önümde
karanlıktan duvarlar; sırtımda insan yüklü bir gök var’ diyen Erdem Beyazıt sözünde olduğu gibi susmak, çaresizliklerden,
zorluklardan bir kaçış belki de. Kendini ifade etmekte zorlanan insan, susmaya
ihtiyaç duyar. Konuşmaktan yorulan insan susarak kendini bulur. Hayatın nice-lerine, nasıl-larına cevaplar arayan insan koşturur, koşturdukça yorulur,
yoruldukça dinlenme ihtiyacı duyar, dinlenme süresince de susar. Dil susar, hâl konuşur. Hâl konuşması daha esaslıdır. Susmak, ızdırap yüklüdür
aynı zamanda. Bu ızdırap gün geçtikçe kanıksanmaya başlar ve zevke evrilip acı
burukluğunu tattırır. Susma yükünü sırtlanmanın bedeli ağırdır.
Altın
payesi verilen sükût değerlidir. Söze gümüş payesi veren dil, gafletlerin,
kırmaların burada. Yüreklerdeki altın nerde? Nerede sükût? Meclislerde söze
sahip olunmasının istenmesi bundandır. Susma hâli kırılganlıklarla da ilintilidir bir nevi. Bekleyişler,
umutlar hep bir suskunluğa gebedir. Sükût ile küsme arasında da hep bir ünsiyet
hâli vardır. İsmet Özel’in
dediği gibi; ‘ Cesur ve onurlu diyecekler
hâlbuki suskun ve kederliyim’
Yüksek
sesin, gürültünün bir çevre sorunu olduğunu biliriz. Bundandır insanların ‘sakin şehir’ aramaları. Yüz yıl öncesi
hayatlarda böyle bir sorun yokken, günümüzde yüksek ses kirlilik olarak
tanımlanmakta ve ölçüme tabi tutulmaktadır. Dış sesin, sineye, yüreğe çarpıp
duran çığlığını duyar gibiyiz.
Keskin
sükûnetin ardında ne gizli dünyalar yaşanır. İç dünya belli ki hayalleriyle, umutlarıyla, sevdalarıyla yaşanır. Bir
taraftan düzen muhalifidir diğer taraftan ürkütmeme esasındadır. Yalnızlığın
kollarına düşmeden önceki hâlin
öncü korunağıdır. İçe kapanma, yalnızlaşma ve dahi yabancılaşma en sevdiği
yanlarındandır. ‘Hayat kimsenin etrafında
dönmez, herkesle beraber yürür’ diyen Ahmet Hamdi Tanpınar sözündeki sakinleştirici
hâldir aranılan. Deruni yanın
yanında rakik bir yürek taşınır. Diline vurma hâlinin tam zıt tezahürüdür. ‘Söylesem tesiri yok. Sussam gönül razı değil’ Fuzuli sözünde ki
gibi gelgitlere duçardır bu hâl.
Geçmişin mum sekili odalarından günümüzün muhabbet meclislerine değin
oluşturulan halkalarda daha çok edep, dinleme, öğrenme ve susma öğretileri sergilenir.
Tasavvufta ki seyr-i sülûk
anlayışında ki suskunluk hâli
de böyledir. İki insanın gönül diliyle haberleşmesi de keza.
İnsanın
hayatta üstlendiği roller, statü, yaşam şekli gibi meşguliyetlerle beraber,
bunların gerisinde yaşanan nice hâller hep ders niteliğindedir. Suskunluk, bu koşturmaca
da arada bir uç verip nükseder ama çokta kendini göstermez. Bu alan, cisimler
arasına sıkışmış boşluklar gibidir. Bu boşluklardan neşet eden içkin hâl bir nevi insanın kimyasının önemli bir yansımasıdır.
Boşluk olarak vasfedilen bu iç hâl, suskunluğun gizemine duçar olur.
Sessizliklerin,
suskunlukların ve boşlukların sahipleri en çok şairlerdir. Sezgileriyle,
hayalleriyle bu sessizliğe ritim tutarlar. Yüreğinin kılavuzluğunda, yelkenine
rüzgâr alan şair susma hakkını her zaman şiirle bozar. Kendini, insanlığı,
olayları, duruşları, nefes aldığı kâinatı okuyan şair ve yazar, boşluğun
sessizliğini doldurur.
Edip
Cansever’in;
‘Bana sessizlik et/ düğümle saçlarımı/
çözülsün bu kartopları/ gece yanan fırınlar/ içimin sayıları/ akıt kanımı
biraz/ kimse hiçbir şey söylemesin/ bana yalnızlık et’ şiirindeki gibi dilek tutup tevekkül eder.
Orhan
Veli ‘Yalnızlık Şiiri’nde şöyle
seslenir.
‘Bilmezler yalnız yaşamayanlar/ nasıl
korku verir sessizlik insana/ insan nasıl konuşur kendisiyle/ nasıl koşar
aynalara/ bir cana hasret/ bilmezler’
mısralarıyla sessizliğin ne kadar acı veren bir yük olduğundan bahseder. Cenap
Şahabettin’in Tiryaki Sözler’inde dediği gibi ‘Sözümüz güzel de olsa ara sıra sukut ile çerçevelenmedikçe sevimli
olamaz. Gevezeler ne kadar mir-i kelâm da olsalar sevimsizdirler’
Gün
gelir kati olarak susar insan. Yıllar insanı duraksatmadan hayatı yavaşlatmak,
sakinleştirmek gerekir. Hayatında erincini arayan insan için gemilerini
demirlediği liman gibidir. Çelişkiler yumağında kıvrım kıvrım olan insan öyle
veya böyle susar veya susturulur. Gariplik, yetimlik ve üveylik hâleti, suskunluğa salar insanı. Suskunluk daha çok
kendi içinde yaşamayı, daha çok duyumsamayı, hissetmeyi imler. En çok suskun
zamanlarında kendini bulur. En zarif nükte olur.
İlkay Coşkun
Yazık Edebiyat Dergisi
Sayı 6, Haziran 2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder