1 Temmuz 2020 Çarşamba

Yazık Edebiyat Dergisi, Sayı 6, Haziran 2020 - İlkay Coşkun


Susma Hakkı

Susmak, bir iç çekiş, kendine yöneliştir. Susmak, tüm sesleri, acıları sessize almaktır. Susmak, sözün soğutulma aşamasıdır. Hayatın yoruculuğunda kendini kanatan insanın, harlanmış ateşini küllendirmesidir. Hayatın sesliliğine susma ile gölge olunmasıdır. Ölüm ve giz sessizliğine yol almaktır. Boşluk mu insanın içinde yoksa boşluk mu insanı içine alır? Yoksa birbirini çeken mıknatıs kutup başları gibi midir türünden sorular sorular..

‘Susmanın kalesine sığınıyorum, önümde karanlıktan duvarlar; sırtımda insan yüklü bir gök var’ diyen Erdem Beyazıt sözünde olduğu gibi susmak, çaresizliklerden, zorluklardan bir kaçış belki de. Kendini ifade etmekte zorlanan insan, susmaya ihtiyaç duyar. Konuşmaktan yorulan insan susarak kendini bulur. Hayatın nice-lerine, nasıl-larına cevaplar arayan insan koşturur, koşturdukça yorulur, yoruldukça dinlenme ihtiyacı duyar, dinlenme süresince de susar. Dil susar, hâl konuşur. Hâl konuşması daha esaslıdır. Susmak, ızdırap yüklüdür aynı zamanda. Bu ızdırap gün geçtikçe kanıksanmaya başlar ve zevke evrilip acı burukluğunu tattırır. Susma yükünü sırtlanmanın bedeli ağırdır.

Altın payesi verilen sükût değerlidir. Söze gümüş payesi veren dil, gafletlerin, kırmaların burada. Yüreklerdeki altın nerde? Nerede sükût? Meclislerde söze sahip olunmasının istenmesi bundandır. Susma hâli kırılganlıklarla da ilintilidir bir nevi. Bekleyişler, umutlar hep bir suskunluğa gebedir. Sükût ile küsme arasında da hep bir ünsiyet hâli vardır. İsmet Özel’in dediği gibi; ‘ Cesur ve onurlu diyecekler hâlbuki suskun ve kederliyim’

Yüksek sesin, gürültünün bir çevre sorunu olduğunu biliriz. Bundandır insanların ‘sakin şehir’ aramaları. Yüz yıl öncesi hayatlarda böyle bir sorun yokken, günümüzde yüksek ses kirlilik olarak tanımlanmakta ve ölçüme tabi tutulmaktadır. Dış sesin, sineye, yüreğe çarpıp duran çığlığını duyar gibiyiz.

Keskin sükûnetin ardında ne gizli dünyalar yaşanır. İç dünya belli ki hayalleriyle, umutlarıyla, sevdalarıyla yaşanır. Bir taraftan düzen muhalifidir diğer taraftan ürkütmeme esasındadır. Yalnızlığın kollarına düşmeden önceki hâlin öncü korunağıdır. İçe kapanma, yalnızlaşma ve dahi yabancılaşma en sevdiği yanlarındandır. ‘Hayat kimsenin etrafında dönmez, herkesle beraber yürür’ diyen Ahmet Hamdi Tanpınar sözündeki sakinleştirici hâldir aranılan. Deruni yanın yanında rakik bir yürek taşınır. Diline vurma hâlinin tam zıt tezahürüdür. ‘Söylesem tesiri yok. Sussam gönül razı değil’ Fuzuli sözünde ki gibi gelgitlere duçardır bu hâl. Geçmişin mum sekili odalarından günümüzün muhabbet meclislerine değin oluşturulan halkalarda daha çok edep, dinleme, öğrenme ve susma öğretileri sergilenir. Tasavvufta ki seyr-i sülûk anlayışında ki suskunluk hâli de böyledir. İki insanın gönül diliyle haberleşmesi de keza.

İnsanın hayatta üstlendiği roller, statü, yaşam şekli gibi meşguliyetlerle beraber, bunların gerisinde yaşanan nice hâller hep ders niteliğindedir. Suskunluk, bu koşturmaca da arada bir uç verip nükseder ama çokta kendini göstermez. Bu alan, cisimler arasına sıkışmış boşluklar gibidir. Bu boşluklardan neşet eden içkin hâl bir nevi insanın kimyasının önemli bir yansımasıdır. Boşluk olarak vasfedilen bu iç hâl, suskunluğun gizemine duçar olur.

Sessizliklerin, suskunlukların ve boşlukların sahipleri en çok şairlerdir. Sezgileriyle, hayalleriyle bu sessizliğe ritim tutarlar. Yüreğinin kılavuzluğunda, yelkenine rüzgâr alan şair susma hakkını her zaman şiirle bozar. Kendini, insanlığı, olayları, duruşları, nefes aldığı kâinatı okuyan şair ve yazar, boşluğun sessizliğini doldurur.

Edip Cansever’in;
‘Bana sessizlik et/ düğümle saçlarımı/ çözülsün bu kartopları/ gece yanan fırınlar/ içimin sayıları/ akıt kanımı biraz/ kimse hiçbir şey söylemesin/ bana yalnızlık et’ şiirindeki gibi dilek tutup tevekkül eder.

Orhan Veli ‘Yalnızlık Şiiri’nde şöyle seslenir.
‘Bilmezler yalnız yaşamayanlar/ nasıl korku verir sessizlik insana/ insan nasıl konuşur kendisiyle/ nasıl koşar aynalara/ bir cana hasret/ bilmezler’ mısralarıyla sessizliğin ne kadar acı veren bir yük olduğundan bahseder. Cenap Şahabettin’in Tiryaki Sözler’inde dediği gibi ‘Sözümüz güzel de olsa ara sıra sukut ile çerçevelenmedikçe sevimli olamaz. Gevezeler ne kadar mir-i kelâm da olsalar sevimsizdirler’

Gün gelir kati olarak susar insan. Yıllar insanı duraksatmadan hayatı yavaşlatmak, sakinleştirmek gerekir. Hayatında erincini arayan insan için gemilerini demirlediği liman gibidir. Çelişkiler yumağında kıvrım kıvrım olan insan öyle veya böyle susar veya susturulur. Gariplik, yetimlik ve üveylik hâleti, suskunluğa salar insanı. Suskunluk daha çok kendi içinde yaşamayı, daha çok duyumsamayı, hissetmeyi imler. En çok suskun zamanlarında kendini bulur. En zarif nükte olur.

İlkay Coşkun
Yazık Edebiyat Dergisi
Sayı 6, Haziran 2020





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder