Mesnevi Bağlamında Fabl
Hayvan hikâyeleri üzerinden bir şeyler anlatma isteği tasavvuf anlayışında, medeniyetimizde bolca yer bulmuştur. Bugünün belgesellerinin, filmlerinin, çocuk kitaplarının, hikâyelerinin önemli bir bölümünü kapsayan özellikle evcil hayvanlar, av hayvanları, kuşlar eski zamanlarda da kullanıla gelmiştir. Tabiata, toprağa yakınlık, avcılık daha çok yaygındır. Göçebe hayatlar, tarım, et ihtiyacının önemli bir kısmını avcılıktan karşılama, yolculuk, taşıma, savaşlar hayvanlarla yakın teması daha çok zorunlu kılmaktaydı. Bu yakın temas, sözlü ve yazılı kültürlerdeki hikâyelerde yerini almıştır. Özellikle krallık, padişahlık dönemlerinde ricale verilmek istenen mesajlar kapalı bir anlatımla hayvanların diliyle hikâyeleştirilerek verilmekteydi. Ancak bu şekliyle iktidarın gazabından korunabilecekleri düşüncesindeydiler.
Gerek Hint gerek Arap gerek Fars gerekse de Türk kültüründe yer alan hayvan öyküleri birbirleriyle etkileşim göstermiş, kaynak oluşturularak bir nevi adaptasyon olmuştur. Birçoğunda hayvanların konuşturulduğu hikâyelerin yanında, bu motifler içerisinde insan gibi davranan hayvanlara da rastlanıldığı görülmektedir. Hayvan hikâyelerinde anlatılan içeriklere bağlı olarak bu hikâyeler kısa ya da uzun olmuştur. Kültürümüzde bu hikâyeler, ejderha, dev, anka gibi olağanüstü hâlleriyle de karşımıza çıkmaktadır. Dede Korkut hikâyelerinde hayvanların daha çok sembolleştirildiği görülmektedir. Teşhis (kişiselleştirme) ve intak (konuşturma) sanatları üzerinden kurulmuş, normalde insanlar arasında gelişebilecek olayları hayvanlar âleminde ele alma yöntemleriyle kurgulanmış hikâyelerdir. Amaç, insanlara bu yöntemle ahlâk, kişilik ve karakter dersleri vermeye çalışmaktır. İnsanları bu vesileyle daha çok düşünmeye iter. En önemlisi ibretlik hikâyeler olmasıdır.
Hz. Mevlânâ’nın hikâyelerinden örnekler verecek olursak; “eşek ahırına düşmüş ahu hikâyesi, yavru fili yiyenlere anne filin gazabı, tavşanın aklı, papağanın oyunu, avcı doğanın düştüğü durum, ağzına yılan kaçan köylü ve atlı, eşek ahırına kapatılan ceylan, deredeki balıklar, aslan, kurt ve tilkinin arkadaşlığı, dervişin eşeği, ayının dostluğu, yoksulun köpeği, kendini beğenmiş fare ile deve, Leyla’nın köpeği, deve ile Mecnun’un aşkları, serçenin öğüdü, tavus kuşunun güzelliği, eşeğin beyni, hayvanların dilini öğrenmek isteyen hayvan, fare ile kurbağanın dostluğu, yılancı ile ejderha, deve, öküz ve koç” gibi birçok hayvan hikâyesinin olduğunu biliyoruz. Hz. Mevlânâ, hikâyelerini şiir (beyit) formunda yazmıştır. Bu da anlatımın daha çok akılda kalıcılığı ve çok daha geniş bir okur ve dinleyici kitlesine ulaşma imkânı sağlamaktadır. Çok çeşitli derleme kitaplarında hikâyelerin ismi farklı farklı adlandırılmıştır. Daha çok hikâyenin içeriğinin anlaşılması adına bir başlık konulmuş. “Deve, öküz ve koçun buldukları otun hikâyesi” gibi.
Hz. Mevlânâ’nın nasihat içerikli anlatımlarını örnekleyecek olursak; bir sözünde şöyle bir tespitte bulunur ve nasihat eder; “eşeğin de öküzün de damağında şekerden tat alacak bir kabiliyet bulunmaz. Lakin olmayana verilen nimet de eşeğe şeker sunmaya benzer. Demek ki herkesin zevki ve hoşnutluğu kendi kabınca kabiliyetincedir” Başka bir sözünde; “sap ve saman yeri olan dünya bir ahıra, ona gönül bağlayanlar ise eşeğe benzer” gibi günümüzde de değerini yitirmeyen, içeriği nasihatlerle dolu anlatım örnekleri mevcuttur.
Hz. Mevlânâ’nın hayvan hikâyeleri o devrin halk hikâyelerinden, dini menkıbelerden, Kelile ve Dimne gibi Hint hikâyelerinden alıntılandığı da görülmektedir. Bu hikâyelerde Hz. Mevlânâ’nın kendi anlatım özelliklerini ve yorumlarını da görmekteyiz. Mistik öğelerin önde olduğu hikâyelerde daha çok dönemin toplumsal yaşantısına ışık tutulmakta, hayvanların üzerinden insanlara dersler verilmektedir. “Bir kuşun kendi cinsinden olmayan bir kuşla beraber uçmasının ve tane toplamasının sebebi hikâyesi”, bir hekim dedi ki; “çölde bir karga ile bir leyleği beraber gördüm. Bu hâle şaştım ve aralarındaki birlik, anlaşma nedir; bunu anlayayım diye hâllerine dikkat ettim. Şaşkın bir hâlde onlara yaklaştım. İkisinin de topal olduklarını gördüm” diyerek hikâyeye devam ediyor. Karga ve leylek örneği üzerinden olayın tahlilini yaparak son sözü insanoğluna getiriyor. Bazen insanların ve hayvanların eksikliklerinin, birbirlerini bir araya getireceğine dikkat çekiyor.
Hayvan hikâyelerinde özellikle kuşların ayrı bir yeri vardır. Bunların başında kutsal ve efsane kuş kabul edilen zümrüd-ü anka (simurg) gelir. Başka bir hayvan örneği de papağan. Diğer adıyla dudu, Hz. Mevlânâ tarafından tuti olarak adlandırılmış ve hikâyelerine konu olmuştur. Bu bağlamda bilinmektedir ki kuşlar içerisinde özellikle bülbülün edebiyatımızda, kültürümüzde ayrı bir yeri vardır. On ikinci yüzyılda yaşamış olan İranlı Şair Feridü’d-dîn Attâr’ın Mantıku’t-Tayr (Kuş Dili) kitabını zikretmeden geçmek olmaz. Hz. Süleyman’ın kuşlarla konuşması mucizeleri gibi dini menkıbelere kadar giden geniş boyutları olan bir konu.
Hayvan hikâyeleri anlatımlarında yer yer benzeşmeler gözlenmektedir. Burada kendinden önceki kaynakların okunması ve hayvanların özelliklerinin, yeteneklerinin, avlanma, korunma ve içgüdülerinin hep aynı olması etkilidir. 13. asırda kaleme alınmış bu hikâyeleri, bugün okuduğumuzda bile güncelliğini yitirmediğini fark ederiz. Kelile ve Dimne hikâyeleri iki bin sene önce bir Hint bilgesi olan Beydebâ tarafından kaleme alınmış olup ahlâk ve siyaset konusu hayvan hikâyeleri üzerinden ele alınmıştır. Eski çağların Brahmaları gibi o da öğütleri hayvanların dilinden vermiştir. Bu bağlamda Avrupa hattȃ dünya edebiyatında hayvanların konuşturulduğu masal motiflerinin kaynağı Hindistan desek çok da yanlış olmaz. Bu dildeki nükteli anlatım, hikâyenin gülme yanını avama yani halkın alt tabakalarına, derinlik ve ders alma yanını daha çok seçkinlere, devlet ricalinin anlamasına cevaz vermektedir. Bu anlatımlarda hayvanlar daha çok mizahi bir dille ele alınır. Kelile ve Dimne hikâyelerinde geçen hayvan motiflerini örnekleyecek olursak; “kudurmuş bir filden kurtulmak isteyen adam kendini kuyuya salmış, elleriyle iki dala tutunuyormuş. Ayakları içeride bir yerlere değiyormuş. Bir de ne görsün, dört yılan, başlarını delikten çıkarıyor. Ayrıca ejderha ağzını yay gibi açmış, adamın düşmesini bekliyor. Yan tarafta biri beyaz biri siyah fare iki dalı kemiriyor. Bir taraftan gözü bal dolu bir peteğe ilişiyor. O kadar tehlikeyi unutup tehlikeye tedbir almıyor ve balın tadıyla mest oluyor ve sonuçta canavarın ağzına pat diye düşüyor” Burada kuyu, afetlere, kötülüklerle dolu dünyaya işaret ediyor. Dört yılan bedendeki dört karışıma, iki dal, bir gün mutlaka sonlanacak hayata. Siyah ve beyaz fare, eceli getiren gece ve gündüze. Bal ise insanın elde edebildiği fani lezzetlere işaret etmektedir.
Şadî Şirazî’nin Bostan ve Gülistan kitabında da hayvan hikâyeleri bolca yer alır. Mesela dervişle tilki hikâyesinde tilkiye rızkın, Allah tarafından gönderilişi, dervişin rızka kolay ulaşma isteğini ve sonunda dervişin aldığı ders işlenmektedir. Mesela, ateşböceği hikâyesinde, ateşböceğini konuşturmaktadır; “ey geceleri ışıtan mini böcek, gündüzleri nerdesin?” sorusuna ateşböceğinin, güneş ışınları karşısında görünmez olduğunu söyler. Başkaca hayvanlardan ibret almayı şu şekilde örneklendirir; “tuzağa düşen kuşu gören bir başka kuş, artık yemlere yanaşmaz bir daha. Öncekilerin helâkinden ibret alırsan, başkası seni ibret almaz” demektedir. “Katır boncuğu hikâyesi, deve yavrusu ve annesi hikâyesi, kocakarıyla kedi hikâyesi, yavrukurt hikâyesi, kedi ve köle hikâyesi” gibi birçok hayvanları konu alan hikâyeleri vardır.
Ebu’l-Kâsım Firdevsî’nin (M.934-1020) onuncu yüzyıl’da kaleme aldığı, altmış bin beyitlik eseri olan Şâhnâme’de (Şahların Kitabı) yılan (Mâr), gösterişli at (Rahş) ve efsanevi kuş Sîmurg’a yer verdiği görülmektedir. On beşinci yüzyılda yaşamış olan divan şairi Şeyhî’nin Harname’sinde de hayvan hikâyelerine yer verilmiştir. Arap ve İran başta olmak üzere Orta Doğu halklarının masallarından olan Binbir Gece Masalları’nda; “eşek, öküz ve çiftçinin öyküsü, büyülenmiş genç adam ile balıkların öyküsü” gibi. Özellikle “eşek, öküz ve çiftçinin öyküsü”ndeki anlatım ve tekniğinin Beydabâ ve Hz. Mevlâna anlatımına ne kadar yakın olduğunu görüyoruz. Binbir Gece Masaları’nda daha çok köpek, kuş, yılan, maymun, katır ve balık gibi hayvanlara rastlıyoruz. Bu hayvanlar daha çok peri gibi, büyü gibi rollerde yer alıyor. Andersen Masalları’nda; “ördek çiftliği, kelebek, salyangozla gül ağacı, kurbağa” gibi fabl örneklerini verebiliriz. Şinasi’nin “arı ile sivrisinek hikâyesi, eşek ile tilki, karakuş yavrusu ile karga” hikâyelerini örnek verebiliriz. Bunların dışında eski Yunan masalcısı Ezop, Fransız yazar La Fontaine, Tanzimat dönemi yazarlarından Ahmet Mithat Efendi gibi yazarlar hayvan hikâyelerine (fabl) ürünlerinde bolca yer vermişlerdir.
Bir yerlerde kuş sesleri azaldığında nasıl ki orada yaşam değerini yitiriyorsa, hayvan dostlarımızın da olmadığı bir dünya elbette ki tasavvur edemeyiz. Bu bağlamda gerek Hz. Mevlânâ’nın Mesnevi’sinde gerekse de öncesi ve sonrası birçok kaynakta özellikle doğada ve avcılıkta gözlemlenen hayvan maharetleri ele alınıp hayvanlar arasında kıyaslamalar yapılmaktadır. Bu anlatımlarda genel mȃnȃda nasihat ve didaktik gayeler güdülür. Dinleyenlerin, okuyanların hikâyelerin özünü anlaması, içeriğinin doğru yorumlanması ve mucibince amel edilmesi öncelenip, olayların künhüne vakıf olunması arzulanmaktadır. Tarihten alacağımız tecrübe ve deneyimlerin mümbit örnekleridir bu hikâyeler. Tekâmül ve medeniyet olarak göklere çıkabilmenin yollarından bir tanesi de köklere inmekten geçtiğini unutmamak gerekir.
Kaynaklar:
1. Şadî Şirâzî / Bostân ve Gülistân
Hazırlayan Osman Koca / Beyan Yayınları -2008
--
2. Kelile ve Dimne / Beydabâ-İbnü’l-Mukaffa
Çeviri-İnceleme Said Aykut
Şule Yayınları – Temmuz 2009
--
3. Mesnevi Hikâyeleri / Mevlânâ Celâleddîn Rumî
Hazırlayan Şefik Can /Ötüken – 2003
--
4. Mesnevi’den Seçme Öyküler / İskele Yayınları- 2005
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder