21 Aralık 2020 Pazartesi

Çaylar Sıcak Olsun - İlkay Coşkun / Gündönümü Dergisi, Sayı 3, Kış 2021

Çaylar Sıcak Olsun

Yola çıkmanın öncesinde, yoldaki zorluklar, çıkabilecek sıkıntılar bertaraf edilsin, daha kolay aşılsın diye dost, arkadaş aranır. Yolda yârenlik istenir. Bunu en yalın; “önce refik sonra tarik” sözünde bulmaktayız. Dostluğun nişanesi çay, fakirlerin, yalnızların milli içeceği, şairlerin ilham kaynağı değil midir? Sıcak çayların eşliğinde yapılan sohbetlerde çayın sırdaşlığının aranması boşuna değildir. “Geleydin bir çay içimi, sen çay dökerdin ben içimi” diyen şair, çayın yoldaşlığında dostluğu, özlemi, vuslatı ne güzel betimlemiş ne güzel anlatmış satırlarında. Çaya bir sanat olarak bakıp da türlü gelenekleri günümüze kadar taşıyan toplumlardan başta biz Türkler, Çinliler, Japonlar ve Hintliler olmak üzere bu liste devam etmektedir. Birçok millet, çaya derin anlamlar yüklemektedir. Çay kültürü her ülkede farklı farklı yorumlanmakta ve farklı şekillerde içilmektedir. İnsanın yorgunluğunu aldığına, sakinleştirdiğine ve şifa kaynağı olduğuna inanılmaktadır.

Sevgi ve bilgi alışverişi olan muhabbetlerin vazgeçilmezi, olmazsa olmazıdır çay. Demli veya açık olması, şekerli veya şekersiz olması gibi farklı seçimler sunulsa da çayın yârenliği tarih boyunca hiç değişmemiştir. Çay, kahvaltının yanında bir katık, soğuklarda insanı ısıtan sıcaklıktır. Yazın iç ferahlığı, ailede tat, dostla hoş sohbettir. Edebî, ilmî, dost sohbetlerinde muhabbeti koyulaştıran en güzel yardımcı olagelmiştir. “Açık çay içerdi hep/ demli olunca bardağın/ diğer tarafından/ beni göremezmiş/ öyle derdi” diyen Cemal Süreya şiirindeki çayın işlevi ne kadar anlamlı. Çayın hiçbir şeyle içilmemesi gerektiğine, çay tüketiminin tekbaşılığına, çayın bir haysiyetinin olduğuna inanmayan bir topluluk yok aslında.

Çay demleme üzerine ne çok tarif sunulmuştur. Çayın nasıl içilmesi gerektiği ile ilgili çokça fikir jimnastiği yapılmıştır. Çay içme adabında uyulması gereken kurallar vardır. Mesela çay içerken höpürdetmemek, çayı karıştırırken fazla ses çıkarmamak gerektiği gibi. Bu uygulamalar kültürden kültüre farklılık gösterse de her toplumun genel mȃnȃda bir çay kültürü vardır diyebiliriz. Osmanlıda paşalar ve üst makam memurlar, yoğunlukları sebebiyle çaylarını hemen içemedikleri için çayı soğuk tüketirlermiş. Bundan dolayı günümüzde soğumuş çaya, paşa çayı denilir. Ayrıca kültürümüzde çocuklara “paşa çayı” içirilmesi, çay kültürünün devamını sağlama adına geliştirilen bir yöntemdir. Çocukların bu ilk çayla tanışmaları kültür aktarımının ilk adımları olur her zaman. Bardakaltlığına çay döküp içmek, çay içme kültürüne başka bir örnektir. Anadolu’da çayın demine “göbek attırma” diye bir uygulama vardır. Çay demlendikten sonra demlik, ocakta birkaç kere ateşte kabartılır ve çayın daha lezzetli olacağına inanılır. Çay demlendikten sonra demliğin kapağının açılmaması gerektiğine inanılır. Eğer demlik kapağı açılırsa çayın büyüsünün gideceğine inanılır. Çay demliğinin sıcak olması, demliğe önce sıcak suyun, sonrasında çayın konması gibi uygulamalar, çaya özenin nişanelerindendir. Kahvenin köpüğü kadar dikkat çekmese de çayın köpüğü de konuşmalarda yer bulur.

Çaya karşı özensiz davranmak her zaman yadırganmıştır. Poşet çay, elektrikli su ısıtıcı üzeri çay, plastik bardak hattȃ metal çaydanlıklar her zaman eleştirilerin odağında olmuştur. Ayrıca soğuk çay denen zamane buluşuna karşı mesafeli duruş, çaya tutkun kişiler tarafından her zaman vardır. Hazır, soğuk market çayını ısıtma çalışmalarını da sosyal medya üzerinde gülümseyerek seyrettiğimiz de oluyor.

Her şeyde olduğu gibi çayın da terütazesi makbuldür, aranılandır. Çok düşünmüşümdür. Kahvehane olarak bildiğimiz sosyalleşme alanlarında kahve yerine neden daha çok çay tüketilmektedir? Neden çayhane denmemiştir? Burada çaya yapılan bir haksızlık yok mudur? Ya da kahveye mi bir haksızlık yapılmıştır? Çayın isim hakkını kahve gölgeliyor olabilir mi? Söylediklerim latife gibi gelebilir fakat şunu hiç kimse inkâr edemez, Türk toplumunda kahvehane kültürü hiç kesintisiz devam edegelmiştir. Bu denli yaygınlığını ve devamlılığını sürdüren bu kültür, müdavimlerini nasıl oluyor da sabahın yedisinde oraya çekip, yatma vaktine kadar orada tutabilmektedir. Bu yerlerin sırrı ne olabilir? Evden, eşlerin dırdırından, çocukların zırzırından kaçış mıdır? Paylaşılan dostluklar mı? Dostlarla ardı ardına içilen çaylar mı? Çay içilirken “aşka gelip” siyasi atışmalar mı? En önemlisi çay mıdır ilham kaynağı? Ülkeyi kurtaracak olan en taze planlar, projeler havalarda uçuşur çoğu zaman. Memleket sorunları ne düzeyde sökün ettirilir bu toplantılarda türünden onlarca soruyla karşılaşıyoruz. Hâl böyle iken sorunların yüzde kaçı halledilir bilinmez ama emin olun çayın tadı her vakit damaklardadır.

Son yıllarda, daha çok bildiğimiz klasik siyah çayın yanında öyle çok çay çeşidi türedi ki sormayın gitsin. Adaçayı, papatya çayı, kuşburnu çayı, nane çayı, sütlü-tuzlu çay, ballı çay, reyhanlı çay, soğuk çay, limonlu çay, yeşil çay, ıhlamur çayı, yasemin çayı gibi çeşitleri artırarak sıralayabiliriz. Kahve, çayın yanında biraz elit kalsa da ikisinin akraba olduğunu söylemek çok yanlış olmaz. Aynı kahve gibi zihni uyanık tutan çayın da bu özelliğinden dolayı uykuyu kaçırdığı da bilinir. Bir taraftan çay ve simidin yanyanalığını, birbirine yakışmasını kim inkâr edebilir ki?

Şair Lo T’ong, çay hakkında şunları söylemiş; “ilk fincan dudaklarımı ve ağzımı ıslatır, ikincisi yalnızlığımı siler, üçüncüsü içimdekileri açığa çıkarır, dördüncüsü beni terletir ve bütün dertlerim gözeneklerimden uçar gider. Beşinci fincanda arınırım, altıncı fincan beni ölümsüzlüklerin krallığına götürür ve yedincisinden daha fazla içemem”

Çay öyle çok hayatımıza girdi ki, “her öğün çayı” yanında, “kahvaltı çayı”, “beş çayı” en önce zikredilenlerdir çoğu zaman. Semaver, çayın en çok yakıştığı, kıymet bulduğu yer olsa gerek. Birçok şeyde olduğu gibi çayın da tiryakiliği vardır. Ülkemizin genelinde, özellikle Doğu Anadolu bölgemizde olan Erzurum ve Kars illerinde çay içiminin en üst düzeyde olduğu bilinir. Özellikle buralarda çayın yanında kıtlama şekerin yaygın olarak kullanılıyor olması ayrı bir özellik olsa gerek. Coğrafyaya yakınlık olarak da Rusya’da da gerek çay tüketimi ve gerekse de kıtlama şekere ilgi bir hayli fazla olduğu söylenmektedir. Nasıl ki herkes sakız çiğner ama Türkmen kızı sakızı daha güzel ve farklı çiğnermiş aynen bunun gibi Doğu Karadeniz bölgemizde yetiştirilen çayı, Karadenizlilerden ziyade, Erzurumluların ve Karslıların daha çok içtiği görülür.

Çayın, vücudun su ihtiyacının önemli bir kısmını karşıladığı da muhakkak ama özelikle aç karnına içilen demli çayın ve fazla çay içmenin sağlığa zararlarını göz önünde bulundurmamız gerekiyor. Sigaranın sağlığa zararı malum ama sigaranın, özellikle demli çaya yakınlığı doğru olmasa da her zaman olagelmiştir.

Velhasıl çay, toplumumuzun an’anesinde yerini almıştır. Fokur fokur, buğu buğu çayın görüntüsü göze, aroması damağa, fokurtusu kulağa hitap etmektedir. Ağız tadıyla, dostlarla, aileyle içilen çayın üstüne yoktur. Son sözü yine bir şaire verelim. Şair Aydın Yılmaz bir şiirinde çaya şu şekilde vurgu yapmıştır. “Her şey eskiydi/ masa eski, oturak eski/ bakır küllük, muşamba örtü/ kenara bırakılmış güğüm eski/ kulpu bezle sarılmış cezve/ çiçekli çay tabakları eski/ dibi şeker tutmuş şekerlik/ arkasıyla vida bükülmüş kaşıklar eski/ dostlar eski, dostluklar eski/ çay taze”

İlkay Coşkun
Gündönümü Dergisi, Sayı 3, Kış 2021

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder