1 Temmuz 2024 Pazartesi

Mevsim Yaz

Mevsim Yaz

“Kışın en karanlık günlerinde öğrendim ki içimde bitmek bilmeyen bir yaz mevsimi var” Albert Camus söylemiş bu sözlü. Ne güzel. İnsanların ve bütün canlıların gönlünde bunun gibi bahara ve yaza erme iştiyakı vardır. Yaza eşik ve geçiş görevi yapan ilkbaharı ve hatta sonbaharı da buna dâhil edebiliriz. Bu mevsimleri yaza dâhil etmişler zaten. Geçiş mevsimleri demişler. Altı Mayıs tarihinde, Hızır ve İlyas Aleyhisselamın buluştukları Hıdrellez ile başlayıp yüz seksen altı gün devam eden Hızır günleridir yaz. Anadolu’da Hıdırellez'e “yaz kapısı” da denmektedir. Diğer zaman dilimi de kışın yaşandığı Kasım günleridir. Ve hatta “Mayıs yedisi olmadan yaz gelmez” diyen büyüklerimiz bu başlangıç zamanını daha da bir pekiştirmişlerdir.

Hiçbir şey mevsimi gelmeden gelişip serpilmez. Bu mevsimlerden de en baskını yaz olsa gerek. Güneşin, en cömert olduğu bir mevsimdir çünkü yaz. Yazın güneş, canlılara daha başka güler, bulutlar ve gölge daha bir geridedir. Güneşin parlamasıyla parlaklığını boca etmesi, çevgan ve cevelana daha çok yol vermektedir. Hatta “samanı güneş parlarken yapabilirsin” gibi çokça uygulamayı da bu bağlamda örneklendirebiliriz. Her şeyin yerli yerinde olması kıymeti haizdir. “Yaprak, ağaçtan düşünce rüzgârın oyuncağı olur” sözünü boşuna dememişler. Her şey zıddı ile kaimdir de demişler. Bundandır yaz mevsimini daha çok kış mevsimiyle birlikte anılır. Sinerjiyi, farkındalığı, değer bilmeyi daha ziyade zıtlıklar yaşatır da ondan. Yazı ve kışı tek başına yaşayanların alternatifsizlikleri, seçimsizlikleri zor bir durum olsa gerek. Ayrıca mevsimler arasında hep bir alışveriş, hep bir etkileşim vardır. Birbirlerinin kapı komşularıdır sonuçta. Belki de yazı, kış hazırlıyordur da haberimiz yoktur. Mesela sebzeleri, meyveleri yaz hazırlasa da hasadı güz nasiplendirir. “Değirmen bile iki taştan, muhabbet bile iki baştan” değil mi sonuçta? Bu boyutuyla iyi ve güzel olan çokluklar ve zıtlıklar hayatın birer tuzu biberidir. Tabi ki her şeyin fazlası da zararlıdır. Atalarımız, buna da dikkat çekmişler. Eşek öldüren güneşlerden korunmak gerek diyerek bizleri uyarmışlardır.

Edebiyatımızda, diğer mevsimlerin olduğu kadar yaz mevsiminin de belleği doludur. Mevsimler konusunda her yazarın her şairin bir yazısı bir şiiri yok gibidir. “Sevdiğim yaz geldi yine/ karıncalar ve sineklerle çıktık yeryüzüne/ barbunla lüferle marulla zeytinle/ uzaklarda kaldı nisanları basan sis, bun, yağmur/ Karadeniz’de bir mavi, çocuklar sevinsin diye/ şairler sevinsin diye sevdiğim, yaz geldi yine” Gülten Akın ne güzel söylemiş. Yahya Kemal; “Rü’yâ gibi bir yazdı/ Yarattın hevesinle/ Her ânını, her rengini, her şi’rini hazdan/ Hâlâ doludur bahçeler en tatlı sesinle/ Bir gün, bir uzak hatıra özlersen o yazdan.” Edip Cansever’in “Yaz Mutluluğu” şiirinin ilk bölümü şu şekildedir; “Sen bir karanfilsin, delisin/ İçlisin de, bükersin hemen boynunu/ Mendilimin içindeki kirazdır/ Mendilimin içi kiraz/ Bilmem ki ne desem, yaz mutluluğu”

Yaz mevsimi ile ilgili sözler, şiirler öylesine çok ki. En başta tarımla, tabiatla iç içe olan atalarımızın tespitleri, sözleri kulaklara birer küpe gibidir. “Yazın ağzını havaya açan, kışın göğe bakar” ne kadar yalın ve halkça bir söyleyiş değil mi? Aydın’da “Yazın emeksiz, kışın gömleksiz yola çıkma” derler. Bu sözün aynı anlamına geldiği farklı söyleyişler yöre yöre değişmektedir. Hepsi de aynı şeyi söylemektedirler. Mesela Sandıklı’da “Yaz işi, kış düşü boldur” derler. “Yaz yorgunluğu, kış rahatlığı içindir” diyen Kırşehir insanımızın bu tespiti de ne kadar benzer ve aynı istikameti gösteriyor değil mi? Bütün bunlarda yaz mevsimi, kışın güçlüklerine karşı bir sağaltı oluşturmaktadır.

Bir dut ağacı gibi silkelendikçe yeniden meyveye duran gibidir yaz. Bereketlidir. Cömerttir. Önü bahar, sonu kış olsa da uzun günlere ayandır yaz. Yazla beraber dünyamız bir lezzet, bir miski amber cenneti misali taam edilmektedir. Bülbül ve gül arzı endam etmektedir. Guguk kuşları çoktandır ötmeye başlamışlardır. Yaz, diğer mevsimlerle beraber nostaljimin ve romantizmin ruh zirvesidir. Yaz, bahar gönlümüze mola, güle bülbüller daim kona, sıcak ve şua doya doya, civil civil elvan elvan doğa.

Her mevsimin olduğu gibi yazın da değeri daha çok müdavimleriyle kıymeti haizdir. Yerli yerinde olmayan tabiat, çevre ve dünya; orada olanların yaşam değerlerini düşürüp hatta yitirmelerine sebep olacaktır. Mikail meleğine marazlar çıkmadan işlerini tam olarak yapabilmeli. İçimizde ki atları her daim koşturabilelim. “Gök çadırımız, Güneş bayrağımız” diyen Oğuz Kağan atamız asırlar öncesinden bu gerçeği haykırmış, bu sırrı vermiştir bizlere. Bu bakış doğayı, dünyayı ululamak, panteizm gözlükleriyle bakmak değildir elbet. Bilakis çevremizi, dünyamızı korumak, kollamak ve gelecek nesillere zarar vermeden teslim etme çabasını gütmektir. Diğer mevsimlerle beraber yazın da sunulan bütün güzellikler, şükrün mücessem örnekleriyle doludur. İnsan ve bütün diğer canlılar ölüm dışında canlı ve diri olsun istenir. Nefesi gül koksun, içlerinde her dem bahçeler taşısınlar. Üzerimizde haziranı, temmuzu ve ağustosu taşıyan hep bir elbise bulunsun. Amin. Amin.

İlkay Coşkun
Kültür Ajanda Dergisi
Sayı 128, Temmuz 2024



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder