“Yaralı Ağaç Kabukları” Şiirlerinde Umut, Aşk ve Hüzün
"Yaralı Ağaç Kabukları" Şair Fatih Tezce'nin, Çıra Kültür etiketiyle, Kasım 2023'te okurlarıyla buluşturduğu ikinci şiir kitabıdır. Dört bölüm, yetmiş sayfa hacminde ve kırk beş şiirden oluşmaktadır. Şair; kitabın ilk bölümünü eşine, ikinci bölümünü kızına, üçüncü bölümünü oğluna ve dördüncü bölümünü de kendisine atfen yazdığını anlıyoruz. Bu bölümler de şair kendisini, “kar ve kır”a, oğlunu “kavak yeli”ne, kızını “kelebeğin kanadında büyüyen”e, eşini de “terminallerde unutulan fotoğraflar”a benzetmektedir.
Arka kapak yazısında da belirtildiği gibi şair, yetmişlerin sonu ile seksenlerin başında çocukluğunu yaşamıştır. Kendisini şehir yalnızlığında büyütülmüş bir çocuk olarak görmektedir. Seksen ihtilali ile sağ ve sol kavgalarının gölgesinde çocukluğunu geçirmiştir. Duvarlarda kırmızı ve yeşil renklerde yazılmış yazılar havsalasında yer edinmiştir. Bir de yüreğini yaralayacak şekilde ağaçlara ve banklara kazınmış olan isimler kalmıştır. Ağaç gövdelerine isimleri kazımak, duvarlara yazılar yazmak, bankları karalamak bir zamanların hataları olarak önümüzde duruyor maalesef.
Şiirlerde kırılganlıklarla, özlemlerle beraber aşk ve sevgi; duygulu bir anlatımla kendisini hissettiriyor. Bu duygulu anlatım daha çok tabiat ve şehir olgusu üzerinden nakşediliyor. Şiirler, hem öznel hem de kolektif bakışın izlerini taşıyor. Bu bağlamda anlatımda sabit kadem bir dil kendisini hissettiriyor. Şiirlerde yer edinmiş tema ve adlandırmalara bir göz atacak olursak; "Ağaçlar, söğüt, ahlat ağacı, incir ağacı, meşe ağacı, çınar, kestane, orman, mısır, toprak, gül, kuşlar, kelebek, leylek, nehir, deniz, martılar, kırlangıç, serçe, güneş, ay, atlar, çiçekler, ayçiçeği, apartman, sokak, ev, şehir, anne, çocuk, aile" gibi ifadeleri en belirginleri olarak sıralayabilirim. Şehir, çocuk ve tabiatı en güzel “İncir Ağacı” şiirinde anlatmış şair. Şiirin bir bölümü şu şekildedir. “…Kentlerin gölgesinde şişirilen/ insanlardık biraz/ aslında/ denizlerine dolgu yapılmış/ büyükşehir belediye/ yalnızlığıyız/ biraz da…” (s. 12) Ama her şeye rağmen “Bu şehre uzaklardan girerdi vefalı bulutlar” (s. 9), “Uyandırır bulutlar göç yolundan şehirleri” (s. 66) gibi bölümlerle konu daha pozitif cihetlerle ele alınmaktadır.
Hani hep deriz ya -yarası olmayanın ne şiiri olur ne de hikâyesi olur- diye. Başka bir ifadeyle dünya, tabiat, insanlar ve sokaklar hikâyelerle dolu olduğu kadar şiirlerle de yoldaşlık yapmaktadır. Her ne kadar zaman içerisinde yaralar kabuk bağlasa da şiirleri de hikâyeleri de yanlarında taşınmaktadır. Hüzünlerle, acılarla, savaşlarla yoğrulan insanlığın yanında gün gelecek denî dünyanın da vadesi yetecektir. İnsanların tokluğunun tartmasının zorluğunun yanında acılara, hüzünlere şiir olunmanın daha da çok önemli bir vakıa olduğu, önümüzde duruyor maalesef.
En çok beğendiğim mısralardan bir potpori sunacak olursam; “…Çivi gibi batıyor dünya/ sağa sola dönünce ben/ baksam şimdi güneşe doğru/ pencereye düşen ışık da sen…” (s. 13), “Çiçekli gömleğini her giyişinde toprak/ rüyalarımın içinden sen geçerdin/ geçerdin de haberim olmazdı/ ben vaktinde uyumuş dağları izlerdim…” (s. 19), “Uzadıkça binalar/ alçalıyor insan/ toprak seviyeli/ mahalle kayıtsız/ uykular göçmen/ arandım bulunamadım/ her duvarda aynı tırnak izim…” (s. 26) son olarak “Göç” şiirinden bir bölüm paylaşmak istiyorum. “…Ne kadar sesim varsa/ toplamıştım ağzıma/ ve ne kadar yolum varsa/ almıştım önüme…” (s. 28)
Şair, çocukluğu çiçek desenli koşmalar olarak görmektedir. Tabiatı da içini okuyan aynalar gibi gördüğünü söylesek çok da yanlış olmaz. Bir taraftan da aklında kalan çocukluğunda, ağaçlar hep yaralanmıştır. Tabiî ki de ağaçları yaralamak gibi yanlış hareketlere bakarak herkesi aynı kefeye koymak enseyi karartmak da doğru değildir. Bu durumu, kitaba isim olmuş olan “Yaralı Ağaç Kabukları” şiirinin bir bölümünde şöyle anlatır; “Elma bahçeleri yalnız kalmış bir hüzün/ ay çiçeği yangını sarışın girmiş eylüle/ ağaç kabuklarını yaralamışlar/ bir sürü isimle” (s. 43) Bu yaralanmalar şairin yüreğinde derin yaralar açmıştır. Ama yine de pozitif düşünceyi kaybetmez. “…Kimse bilmiyor işte/ aslına dönecek insan/ kıyısında oturan ağacı/ sevdikçe” (s. 36)
Günümüzde ne yazık ki tabiattan uzakta gri bir ortamda, şehirler de yaşıyoruz ve daha çok buralarda şiirler yazıyoruz. Bu dağdağalı, heyulalı zamanlarda toprağa, tabiata, doğallığa daha çok ihtiyacımız olmaktadır. Bu grilikler içerisinde Kafka’nın dediği gibi “Kafesin biri bir kuş aramaya çıktı” durumlarını yaşamıyor da değiliz. Tabiat sevgisinin yanında sokaklar, apartmanlar üzerinden şehir vurgusu yapılmaktadır. Bu noktalarda şehirle tabiatı birlikte anma tahayyülünde bulunmaktadır. Sonuçta şiirin şah damarı olan özgürlük daha çok tabiatta yaşanmaktadır. Şairin geri planda vurguladığı diğer bir olgu da tabiatın, çevrenin genel anlamda dünyamızın bizlere geçici olarak, bir süreliğine temlik edildiğinin vurgusu olmasıdır. Bu durum da nisyan ve ünsiyet üzerine olan insanlık için büyük dersler taşımaktadır.
Son tahlilde şair, çocukluğunu ve bu günün şehir hayatını içine alacak şekilde aşkı işlemektedir. Yaşanılan zorluklarla, hüzünlerle beraber dilhûn olmaktadır. Anlatımı abartısız dingin, yerine göre sade ve minimalist bir çerçeveden işlendiğine şahit olmaktayız. Daha çok aşk teması başat bir unsur olarak kendisini hissettiriyor. Şairimiz aşkı metafizik bir kanat olarak her zaman yanında tutuyor olmalı. Şair, çocuk haliyle bağı bahçeyi, tabiatı özdeşleştirmiş bir nevi. Şairin, “Eski Mevsim” şiirinin bir dörtlüğü ile yazımızı nihayetlendirelim. “Her şey biter geriye senden bir mevsim kalır/ ince ve uzun yolculuklardan döner gibi/ sesimin içindeki ben bir benle dolaşır/ karanlığı beyaza aniden boyar gibi…” (s. 64) Kuşların, tabiatın ve bütün güzelliklerin hep hayatımızda olması temennisiyle, iyi okumalar dilerim.
İlkay Coşkun
Papatya Dergisi
Sayı 11, Haziran Temmuz 2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder