Üç Kafadar
Kimilerine göre kuş akıllı bilinse de ledûn âleminden üflenmiş gizemli bir hâli yaşıyor olmalıydı. ‘İnsan ki alası içinde, hayvan ki alası dışında’dır sonuçta. Zaman zaman gelen geçene taş, kezzek fırlatması olmasa zararsız biri diyebiliriz. Bu taş atma hariç, akıl dizginini elinden bırakmadığını söyleyebiliriz. Bu olay sonrası, bir gölge dibinde pel pel bakarak kendi kendine konuşurken ve bazen de kavga ederken bulabilirsiniz Deli Kemal’i. Bazıları da Veli Kemal olarak tanımlayan olmaktadır. Kemal’deki bu taş fırlatma hâlinin gençliğinin ilk yıllarında nüksetmeye başladığı söylenmekte. Karşılık bulamadığı sevdasından sonra bu hâle büründüğü söylenir. Sevdasına açılan kapı Yasemin’dir. Yaş on yedi demeden can kuşunu erkenden uçuran Yasemin’in hüznüdür bir taraftan yaşadığı. Mecnun’u Mecnun yapan daha da çok Leyla’ya kavuşamama hâli, divane olma hâli değil midir?
Özellikle çocukların yaramazlık yaptığını düşünür. Yerden aldığı taş ve kezzek parçalarını çocuklara fırlatır. Yel yepelek, yelken kürek söylenerek bir köşeye çekilir. Bu durumda, yüzünde hiç gülümseme tutmayan ebeveyn despotluğunu taşımaktadır. Ama zaman zaman cennetteki yerini görmüş gibi güldüğünü görenler de olmuştur. Gerçi bu taş fırlatmalarından doğru dürüst sakatlanan bir çocuk da olmamıştır. Yolda belde Kemal’i gören çocukların, birbirine “Deli Kemal geliyor” diyerek kendilerini sağlama aldıkları olurdu. Bu kızgınlık hâli belki de ayda bir nüksederdi. Bundan mütevellit, ailesi de hiç evlendirme çabasına düşmemişti. Köyde arkadaşı da yok değildir hani Kemal’in. Lakaplarıyla münhasır iki samimi arkadaşı vardır. Birisi Kurtağzı Osman diğeri de Hallice Kazım’dır. Kemal’in müdanasız ölçü bilmezliğinin yanında Kurtağzı Osman’ın ısrarı ve durmazlığı gırladır. Bu iki arkadaşı ancak Kemal’in sinirli hâlini teskin edebilmektedirler. Bir nevi Kemal’in kızgınlığını, sinirini bir nihale gibi alabilmektedirler. Konuşup anlaşabilmektedirler. Kurtağzı Osman, kışın köye inen kurtları kovalaması ve üzerlerine yürüme cesaretinde bulunması dolayısı ile bu ön ismi aldığı söylenir. Yirmili yaşlarında göbeği yıldız görmemiş bir yiğit olduğunu da söyleyenler olmaktadır. Çocuklarla çatışması ve kavgaları nedeniyle köyün ileri gelenlerinin kızmaları da olurdu Kemal’e. ‘Yapma’ diyenlere karşı, Erzurumlu İsmail Hakkı Hazretlerinin “Harabet ehlini hor görme Zakir / defineye malik viraneler var” sözünü nereden öğrendiyse ikide bir tekrarlayarak, bir nevi karşısındaki insanın sinirini teskin eder ve kendince gardını alırdı.
Kurtağzı Osman ise bir dönem, akşamları eve dönmeyen büyükbaş hayvanları kurt yemesin diye, cep bıçağını açıp dualar ederdi. Ve bıçağın ağzını kapatırdı. Ayrıca hastalara yel ipliği düğümlerdi. Yaptığı dualar pek tutmadığı için dua yaptıranlar da kalmamıştı ama isminin önünde lakap olarak Kurtağzı kalmıştı. Kurtağzı Osman, bir taraftan da köy imamının yanında müezzinlik yapmaktaydı. Arada bir de imamın müsaade ettiği kadarıyla ezan okurdu. Kurtağzı Osman hep bunları İmam Efendi’nin gözetiminde yapardı. Geçmiş zamanlarda İmam Efendi’nin köyde olmadığı bir zamanda, sabah namazı öncesi cami hoparlöründen yarım saate varıncaya kadar vaaz etmeyi kendisine iş edinmişti. İlk baştan köylüler buna şaşkınlıkla pek bir anlam verememişler lakin daha sonra sohrananlar çıkmaya başlamıştı. Sabahın erken saatinde uyanan köylülerde -ne oluyoruz- mahmurluğu peydahlanmaya başlamıştı. Bundandır ki İmam Efendi cami anahtarını köşe bucak saklardı Osman’dan. Kurtağzı Osman’ın bundan başka cabaları da vardı. Ayda bir defa köyden yakaladığı birkaç çocuğu yanına alır, yüz-yüz elli haneli köyde kapı kapı birlikte dolaşırdı. Osman, kapının biraz uzağında durur, çocuğa bellettiği “Televizyon izlemek günahtır, izlemeyin” sözünü söylettirirdi. Her zaman bu uyarıyı alan köylü bu duruma alışmıştı. Kimisi kızar çocuğa, kimisi de ‘tamam’ diyerek çocuğu gerisin geri gönderirdi. Kimi köylüler de Osman’la konuşmak istediklerinde Osman uzaktan; “İçine televizyon kaçmış insanı dünya berbad eder” klişeleşmiş sözünü tekrarlardı. Çocuklar da aldıkları şeker ödülleriyle mutlu olurlardı sadece.
Hallice Kazım ise tembelliği ve vurdumduymazlığı ile nam salmış birisiydi. Hallice Kazım, iki tutam ot için yara düşmüş tembelliktedir. Üç arkadaşın da kırklı yaşlarda olması ve evlenememeleri, bunları bir araya getirmiş olmalıydı. Tembelliğiyle maruf Hallice Kazım’ın beceri yönlerinin olmasına rağmen, bir baltaya sap olmamak için büyük gayret göstermekteydi adeta. Gelin olup da el öpmeği öğrenemeyenlerden olmalıydı. Müzmin tembeller sınıfının başkanlığını yapacak takati dahi olmayanlardan... Belki de hayattaki tek bitinin kanlandığı hadise, diğer arkadaşlarından habersiz Yasemin’e platonik olarak âşık olmasıydı. Hallice Kazım, hayatın daha çok geçici ve boş olduğuna inanırdı. Yaşamayı sadece dokunaklı bir hikâye olarak görenlerdendi, desek yeridir.
Kim bilir belki de bu üç kafadar hayatın ne bir düğün ne bir yas, sadece bir iş günü olduğunu evvelinden öğrenmiş olmalıydılar. Belki de hayatın yük olmadığını gördüler de bu ağır yükü hiç taşımaya yeltenmediler. Üçünün dostluğu saçlarına göre tarak olmuştur belki de. Bundan kelli bin bir mihnet ve yaşam kavgasından beriydiler. Üç arkadaşın hikâyesi takıntıları, aldığı yaralar ve birbirini anlamanın teşmil gücünde saklıydı. Ya da bu üç arkadaşın aynı kıza âşık olmalarından doğan yara ve anıların memelerinden beslendikleriyle kalmalarıydı. Kalbe odaklı ve içe dönük bir arkadaşlık merkezinde yaşadıklarıyla…
İlkay Coşkun
Hayal Bilgisi Dergisi
Eylül Ekim Kasım 2024, sayı 54
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder