‘Yokuş Ömrüm’de İnsana ve Kitaba Dair
“Yokuş Ömrüm” Yazar Hayrettin Durmuş'un Ekim 2024 de Ahenk Kitap etiketiyle okurlarıyla buluşturduğu deneme kitabıdır. Yazar, birçok edebi türde yazılar yazsa da çıkarmış olduğu yedi eserinde de daha çok deneme ve şiir üzerinde yol aldığını görmekteyiz. Yazarın, dört deneme kitabı ve üç şiir kitabı bulunmaktadır. “Yokuş Ömrüm” otuz dokuz yazı muhteviyatında ve yüz otuz altı sayfa hacmindedir. Kitabın ismi olan “Yokuş Ömrüm” kitapta yer alan aynı isimli denemeden alıntılanmıştır. Hayatın engebeli, zorlu yönlerini kendisi üzerinden vurgulayarak, kendi ömrünü “hep yokuş ömrüm” şeklinde özetlemektedir.
Kitabın ilk yazısında dil/imiz konusu işlenerek güzel bir girizgâhta bulunulmuş. “Dil giderse il (ülke) gider” anlayışından, İsmail Gaspıralı’nın “Dilde, fikirde, işte” anlayışına kadar geniş bir perspektiften konunun mülahazası yapılmaktadır. Mesela dil üzerine yapılan bir düzeltme ve tespit şu şekildedir. “Dillerin, Babil Kulesi'nden geldiği efsane olsa da gerçek olan şu ki bütün dillerin yolu lisan-ı hale varır” (s. 8)
Yazılara bütüncül bir perspektiften bakacak olursak. Denemelerin muhteviyatı kimi klasik eserler, şahsiyetler, dilimiz, kültürümüz, taşra sosyolojisinden örnekler, değerlerimiz, eskiye özlem gibi başat konularda geniş bir liste yapabiliriz. Yazar, her insanın hayatını kendi tarihi olarak kıymetli görmektedir. Anadolu’nun yayılmış repertuvarına bir değini de bulunulmaktadır adeta. Derinlik olarak yüreğe, insana dokunan, insanı okuyan bir haslettedir. Samimi ve insanî hassasiyetleri taşımaktadır. Öyle ki insanın hassasiyetinin, nezaketinin elinden alındığı noktada, Roma kolezyumundaki gladyatör gibi bir garabetin ortaya çıkması kaçınılmazdır. Bunlarla birlikte yazar yer yer de olsa özlem haliyle mazi de vakitlenmektedir. Anadolu’nun kadim kültür filikalarıyla yola düşmek böyle olsa gerek. Daha da ilerisi bütün insanlığı ayakta tutacak değerlerin sahiplenilmesi gerektiği yönünde salık verilir. Hayatın ciddi olduğu, esrimeden geçilecek berhayat bir dünya olmadığı anlayışında konular bir bir ele alınır.
Denemelerde kısmen düne özlem bu güne eleştirel bir gözle bakılıyor olsa da umut ve pozitif bakış açısı yazıların geneline hâkim olduğunu söyleyebiliriz. Muhammed İkbal’in “Yeni bir günün doğması için birçok yıldızın batması gerekir” sözüne mülhem bir umut ve gerçekçi bir çerçeve anlayışı kendisini hissettiriyor. Başka bir boyutta yazar, okuru hoşgörüye ve düşünmeye de davet etmektedir. Milli manevi ve yurtsama şuuru etrafında gurbet ve sıla olguları, duygudaşlık bir içlenişle anlatılıyor. Âşık Veysel’in “Anlatamam derdimi dertsiz insana” şeklinde ki gibi bir duygudaşlık beklentisini de eklemem mümkün.
Yazar, rahmetli annesi üzerinden çocukluğuna dair bazı anlatımlara yer vermektedir. Bunun içeriğinde, annesinden alıntıladığı nasihat nüvesi birçok deyim ve atasözü yer almaktadır. “Dere diye yel, ev diye el gelir.”, “Oğlunla oba, kızınla komşu ol.”, “Elin gümüşe ağzın yemişe (incir) batsın.” Kimse suçunu kabul etmediğinde; “Kabahat samur kürek olmuş da kimse alıp sırtına giymemiş” Yazarın annesi, yengelerle atıştığı zaman; “Benim inen mercimeğiniz taştı”, Paylaşma mevzusunda; “Gümüş yükünden umulmaz da yemiş yükünden umulur” Demektedir. Son olarak “Bizim yorganımız ince, sesimiz hemen duyulur” sözünü örnek olarak verebiliriz.
“Mecnun’la konuşacaksan Leyla'nın güzelliğinden bahset” (Sadi Şirazî), “Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm” (Karacaoğlan), “Her geceyi Kadir, her geleni Hızır bilmek”, “İnsan kısım kısım, yer damar damar” (atalar) Bunlar gibi alıntı sözler, deyişler, atasözleri ve kadim kültürümüzden mümbit güzelliklerle de karşılaşmaktayız. Örnekleriyle verdiğimiz gibi anlamlı güzel sözler aralara serpiştirilerek metinler tezyin edilmektedir adeta. Bunlarla birlikte, “Hıdırlık, Anadolu eşmeleri, höllük, evlad-ü ıyal, Ferhat’ın külüngü, yedi dağın kuşları, elhân-ı şitâ (kış nağmeleri), Anadolu’daki şah horoz sesi” gibi birçok isme, kavrama anlatımlar dâhilinde yer verilmektedir. Denemelere yer yer öykü anlatımının tadının kaçtığını söyleyebiliriz. Mesela “Kalemin Başına Gelenler” başlıklı yazı bunlardan birisidir. Kalem olan bir ağacın serüvenini, ağacın ağzından öykü tadında dinlemekteyiz.
Milli manevi şuur ile beraber vatan sevgisi ve yurtsamanın, yazılarda başat bir duygu olarak kendisini hissettirdiğini söylemiştik. Yazar biraz da yazdıklarında kaybettiklerimizi arama serüvenine de ortaklık yapmaktadır. Sonuçta hoyrat aceleci zaman akıp gitmektedir. Gerisinde mecruh insan figürlerini eze eze bırakmaktadır maalesef. Öz olarak, elli yaşını geçmiş, geleceğe yönelik kaygıları taşıyan yazarın, soylu yükseliş anlayışlarına katkılarını bu yazılanlarda okumaktayız. Bu neviden yazılar, kadim bir bilgeliğin şahitliği yanında, gün geçtikçe eşyaya boğulan günümüz insanının örselenmiş ruhuna bir ferahlık verecektir. Yazarın güzel bir temennisiyle yazımızı nihayetlendirelim; “Eski defterleri açma. Kov gitsin derdi kederi. Delik bir heyben olsun hep. Umudunu diri tut, asla çaresizlik tuzağına düşme” (s. 134) İyi okumalar.
İlkay Coşkun
Kültür Ajanda Dergisi
Sayı 138, Mayıs 2025 -kitaplık-
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder