-Acaba Polat Onat, Esmaü’l
Hüsna şiirleri aracılığıyla aslında kendi dualarını mı yapmaktadır?
Merhaba dostlar.
Romanı okurken, meraktan
son sayfaları önce okuma dürtüsünü yoğun hissederek okudum eseri. Heyecan
duyduğum kitaplarda bu ruh halini hep yaşamışımdır. İnsanlar yaşarken topluluk
halinde olsalar da her birey tek başlılığını özünde yaşadığı gibi ölüme de
topluca gidilse dahi herkes kendi ölümünü tek olarak yaşayacaktır. Kaçınılmaz
olan, inancımıza göre kişi ölümden sonraki sürece de tek başına şahit olacaktır.
Romanın ismi kitabın
içeriği hakkında okura ön fikir veriyor esasen. Ana eksen konusu, dünyanın doksan
dokuz gün sonra Ay’la çarpışması ve akabinde kıyametin kopması üzerinedir. Yazara
göre bu çarpışmadan dünya üzerinde yaşayan tüm insanların bu çarpışmadan direkt
yahut dolaylı etkilenerek hayata veda edeceği öngörüsü. Doksan dokuz günlük
süreç 2 Aralık 2029 da başlayıp 10 Mart 2030 da sonlanıyor. Sona yaklaşmanın bu
kadar net ortada olması yazarın ve çevresinin bu süreçteki sancılarının yalın fakat
bir o kadar da derinlerde gizem barındıran anlatımını etkileyici buldum. Süreç
içerisinde ki negatif anlamdaki heyecanları ise romanı sürükleyen en önemli
hamleler.
Kıyamet tarihinin
uzak değil de yakın bir tarihin seçilmesi, okuru kendi dünyasına katma isteği
olarak düşünüyorum fakat romanın yaşandığı tarihte geçen birçok kavram şuan ki
hayal gücümüzü zorlar nitelikte. Mesela sincapların neslinin tükenmekte olduğu,
ortalama insan ömrünün sentetik ilaçlarla üç yüz seneye yükseldiği, karbon
takviye hapı, rüya görme makinesi, insanın avuç içinin deri altına monte edilen
para yerine geçen elektronik çipler,
havada yüzen ve uçma özelliğine de sahip ihtişamlı devasa konaklar gibi
birçok ütopik kavramlar var. Burada birbiriyle örtüşmeyen bir noktayı
yazarımızdan özür dileyerek dile getirmek istiyorum. Hayal gücümüzü zorlayan bu
kavramlar kullanılmış ve güzel de olmuş ama bunların geçtiği tarih 2030 değil
de kıyamet tarihini daha ileri bir tarih olarak okuyucuya sunsa idi daha
isabetli olurdu diye düşünüyorum. 2016-2030’lu yılları arasına bu hayal ötesi
kavramların varlığını sığdırmak fazlasıyla hayal gücü. Yazarımıza bu noktada
yaptığım eleştiriye vereceği cevabı merak etmekten de kendimi alamıyorum.
Kıyamete neden
seksen gün değil de doksan dokuz gün kaldı? Ya da neden yüz on gün değil?
Yazarımızın doksan dokuz gün üzerinden bu romanın iskeletini oluşturmasının
nedenlerini, ikinci günün sonunda belirgin şekilde okuyucunun önüne koymuştur.
Her gün Allahın doksan dokuz isminden biriyle oluşturulan bir şiirle
sonlandırılması, romanı farklı bir yaklaşımla okuyucuya sunmasını olumlu
anlamda farklılık olarak yorumluyorum. Yazar bu şiirleri romanla beraber taşımasını,
kendi duası olarak açıklamasını mantık dairesi içerisinde güzel buldum. Hal
böyle iken yazarımız hayalle, gizemle ve ezoterik bir dünya bakış açısıyla, en
güzeli de şiirsel dualarıyla okuyucuyu -inanç
adasına- taşımıştır.
"Ölüm geliyor hepimizi almak için” diyen yazar bu
gerçekte birleştiriyor okuyucuyu. İnsanın ölümü kendisinin büyük kıyametidir
başlı başına. Ölüm zamanının bilinmezliği insanda ki umutları diri tutarken, kesinleşmiş
tarihli bir ölümü beklemenin insanda yarattığı duygu çöküşü bu romanın en etkin
teması olarak karşımıza çıkıyor. Her geçen an biraz daha ölüme yaklaşıyor olmak
ölümün insan beynini işgal etmesi, insana verilen en büyük ceza mıdır yoksa
ödül müdür tartışılır.
Romanın birçok
yerinde şifrelenmiş hissini uyandıran özel bölümler var. Esrarengiz kitap
severlerin kıvrak zekasını test edecek türden. Kullanılan tarihlere, saatlere
kurnazca farklı anlamların, çağrışımların yüklenmesi gibi.
Yazar romanın
başkahramanıyla kendini fazlasıyla özdeşleştirip zaman zaman başkahramanın
önüne geçtiği anlar da hissedilmiyor değil. Günleri sayma, saatleri, saniye,
hatta saliseleri sayma, kalan zamanın her zamankinden daha değerli olduğunun
vurgusu adına yapılan detaylı anlatımlar olarak görüyorum.
Ölüme inat kalıcı
olma, ölüm sonrasında iz bırakma daha genel anlamda ölüme çalım atma insanlığı
üretken ve diri kılıyor. Yazılan her eserde ileriye yönelik düşünülen bu
felsefenin izlerini buluyoruz. Bu eserde de bu izler fazlasıyla var “Ne yazık ki sonrası, uzun beyaz bir unutuş…”
Her ne kadar
geleceğin romanı hüviyetinde gözükse de günümüzle ilişikliğini de göz önünde
bulundurduğumuzda kitabın ayağı yere basan bir tarafı var. Her ne kadar romanda
yabancı isimleri kullanmış olsa da daha çok doğunun gizemli esintileri hissediliyor
eserde. Ayrıca Okültizm ve ezoterik gelenek anlayışından öte reel yaklaşımlar
sunuyor olması romanın tümüyle gerçek dışı bir eser olmaktan kurtarıyor.
Ana hatları sade
ama gizem bezeli, sürükleyici, menzili olan bir roman. Zihinsel zenginliğiyle deruni
ruh hallerini önceleyerek felsefik açılımlar sunuyor okura. Yazar bir bölümde “yazdıklarından çok, yazacakları merak
ediliyorsa o kişi iyi bir şair olmuş demektir” diyerek hem şair
tanımlamasını hem de romanını şiirlerle birlikte taşıma mantığını bu ifadelerle
paylaşmıştır.
Roman içerisinde
cevaplandırmak için sabırsızlandığım şu satırları sizlerle paylaşmak istiyorum.
Nedensiz sıkıntımı daha iyidir, yoksa nedensiz sıkıntı mı? Sorusuna elbette bir
cevabım var. Sıkıntının her iki şeklide arzu edilmez ama bir tercih yapılması
gerekirse, nedensiz sıkıntı daha iyi, daha bir rahatsınızdır. Bu anlamda suçlu
kimse yoktur ve hiç kimseyi suçlayamazsınız. Birileriyle karşı karşıya kalmamak
olumsuzluk içindeki tek olumlu haldir. Bu bir taraftan da kişiye rahatlık
sağlar.
Yazarımız, Muhyiddin
İbn-i Arabi’nin “Allah’ın İsimlerinin Sır
Manalarının Keşfi” kitabından alıntılar yaparak eseri zenginleştirmiştir. ”Varlık bir harftir, sen onun manasısın” , ”Söz
kabuk, mana özdür. Söz sedef ise mana incidir. Öz olmayınca kabuğu neylersin?
İncisi olmayan sedef, ruhsuz beden neye yarar” gibi.
Kitabın yeni
okurlarla buluşmasını engellememek adına nasıl bittiğiyle ilgili,
kahramanlarıyla ilgili ipuçları vermemeye çalıştım. Anlayacağınız eserin
büyüsünü bozmayı aklımın ucundan dahi geçirmedim. Esere bol şans dileyerek
yazımı sonlandırıyorum.
Sağlıcakla kalınız.
Seçtiğim bir Esmaü’l Hüsna şiirini burada
sizlerle paylaşayım.
El-Vedud
sevilmeye en layık
olan
itaatkar kullarını
çok sevenvelilerin kalplerine ilahi aşk
mutlak sevgi tohumları
saçan ziyadesiyle
ya Vedud
sevilme isteği
sevme duygususevilenlere iştiyak
hep yüce ihsanınla
ya Vedud
dostluğa hakkıyla
dildar
şefkate ziyadesiyle
müstehakmuhabbet ışığını parlatan
ya vedud
İlkay Coşkun
2016 / Sivas
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder