Kitap okumanın lezzetini
tatmış olanlar iyi bilirler. Çok okumak deniz suyu içmek gibidir. İçtikçe
susatır ve tekrar içmeye yeltenirsiniz. Kitaplarla bir araya gelip yeni ve
farklı dünyalara dalya deme güzelliğini tatmaya ne dersiniz?
Geçenlerde okuduğum bir yazıda
Bernard Show’un bir sözüne rastladım, şöyle diyor: ‘Eğitimime, okul yüzünden uzunca bir süre ara vermek zorunda kaldım’ şeklinde.
Okulun, okul kitaplarının gerek okumaya, gerekse de mesleki yeteneğe bir alt
zemin oluşturduğu gerçeğini göz ardı etmeden, olayın bu farklı boyutunun notunu
da düşmek istedim.
Yazarlık atölyeleri, şiir
atölyesi ve/veya başka adlar altında da isimlendirilen, daha çok okuma ve
yazmayı bünyesine alan çalışmalar, faaliyetler uzunca bir zamandır toplumumuz
içerisinde hayatiyetini sürdürüyor. Bu alanların, okumayı daha çok sistematiğe
sokabilmenin ve yazma noktasında ufak tefek ipuçları verebilmenin gayretleri
olarak gözüküyor. Okuma ve yazma, iştiyakı, sistematiği, sabrı, gece sabahlamayı,
kıyıyı köşeyi, kütüphanelerde gezmeyi, az konuşmayı çok düşünmeyi önceleyen bir
yaşam bütünü. Çok kitap okuma, yazma ateşini harlar. Her okuyan yazmayabilir
ama her yazan genellikle okuyanlar arasından çıkar. Nasıl ki zamanı iyi
kullanmak medeniyetin şartlarından biriyse, bilgiye ulaşmanın, bilgiyi
kullanabilmenin baş araçsalı kitapları da hayatın geneline yayma, medeniyetin
olmazsa olmazlarındandır.
Okumanın insan gelişiminde ki
karşılığını en güzel Üstad Necip Fazıl Kısakürek özetlemiş. ‘Yeni bir görüş ve duyuş mimarisinin toprak
üstünde sarayını kuracak tek vasıta kitaptır’ diyerek. Nasıl ki açılmamış kuşun kanadının genişliği bilinemiyorsa,
kitapla buluşmamış insanın da yetenekleri, becerileri tam olarak gün yüzüne
çıkmıyor. Sonuçta kitaplar bilgiyi, kültürü, tarihi, yaşanmışlığı, hayali,
umutları sayfalarında barındırıyor.
Özellikle son yıllarda kitaba,
okumaya yönelik olarak küçük şehirlerde, bazı ilçelerde dâhil kitap fuarlarının
düzenlenmesi, modern kütüphanelerin çağın gereklerine, sosyalliğe uyarlanarak
faaliyete girmesi gibi birçok olumlu gelişme kitaba, okumaya, yazmaya yönelişi
pekâlâ artırmaktadır. Kitap basımı ve okumada ki istatistikî verilerin yanında
nicelik ve sayısal çokluğun yanında, nitelik ve kalitenin de masaya yatırıldığı
evreleri de göz önünde bulundurmak gerekiyor. Nicelik boyutundan nitelik
boyutuna geçiş, işin estetik boyutuna ve daha iyisine ulaşma gayretlerini
körükleyecektir.
Özellikle sunulan imkânların
azlığının nice çoklukla bol ölçüşebilir olabilirliğini de tasavvur etmek
gerekiyor. Sulak bir ovada kolaylıkla büyüyen bir ağaçla, yamaçlarda, kıraçta
büyümeye çalışan bir bodur ağacın kıyaslamasında ki artıları ve eksileri
bereketle, dayanıklılıkla ve hatta yerli ve yerlilikle içselleştirmek
gerekiyor. Konuyu dağıtmadan bir örnek verecek olursam. Bire otuz veren ithal
bir hibrit tohumun yanında bire sekiz on veren yerli bir tohumun kıyaslamasını
yaparken sadece orana bakılmaması gerektiği sorusunu kendimize sormamız elzem
olacaktır. Kanaatin ve bereketin azda olduğunu da görmek gerekiyor.
Gündelik hayatımızda kitapla
alakalı aradığımız istekler değişkenlik gösterebilir. Kitabın pahalı olması,
rafta kitabın düzenli durabilmesi, kitabın standart bir kitap cesametinde
olması, cepte dahi kitabın taşınabilir olması gibi örnekleri sıralayabiliriz.
Kitabı okumaktan ve içeriğinden ziyade gösterişe malzeme yapılması yanlışını
maalesef ki görebilmekteyiz. Gerektiği noktası dışında kitabı kuşe kâğıdı gibi
üst kalite de basarak israfa yönelme yanlışını maalesef ki görmekteyiz. Ağacın
özü kâğıdın ve mürekkebin hakkını da düşünmemiz gerekiyor. Özellikle okumayla,
yazmayla, şık kütüphanelerle, kitap fuarlarıyla gelişen güzelliklerin, kâğıt
üretim sanayimizin hayata geçmesine vesile olacağı kanaatindeyim.
Bir okur için okurken ki
teslimiyeti ve bir yazarın yazılarında ki derinliği aynı çerçevede örtüştürüp
kıvama getirmek ve dünya ile yakın ünsiyet kurup, dünya ile yarışır konuma
gelmemizin zeminini hazırlayıp, şartları iyileştirmek gerekiyor.
İlkay Coşkun
Edebice Dergisi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder