16 Temmuz 2020 Perşembe

Ciğeri Yaralı İnsan - İlkay Coşkun / Güneysu Dergisi, Sayı 127, Yaz 2020


Ciğeri Yaralı İnsan

Bilmem dikkatinizi çekti mi. ‘Korona sonrası yeni dünya düzeni’ ‘Korona’dan önce ve korona’dan sonra’ gibi özellikle geleceğe yönelik stratejiler, planlar, öngörüler dillendirilmeye şimdiden başlandı. Hani hep eleştirilir ya geçmişin hamasetiyle meşgul olduğumuz, geleceği hiç planlamadığımız, öngörülerde bulunmadığımız türünden. Bu eleştirilerin tersine geleceğe yönelik fikir jimnastiği son günlerde yapılmakta, öngörüler dillendirilmektedir.

Kışlık yakacağını, turşusunu, erzağını zamanında tedarik etmek, tarihin en eski en önemli tedbir ve öngörülerindendir. Zemherinin güç şartlarında bireyin, ailenin ve toplumun genelini ilgilendiren hatta evcil ve yaban hayatı da içine alacak şekilde oluşturulmuş bir yaşam sisteminden bahsediyorum. Büyük addedilen bütün planları bu sistemin büyültülmüş hali olarak görebiliriz. Tedbir ve temkin hayati bir eylemdir. Yaşam felsefesinin başat eylemi.

Dünya da zenginlikte bir noktaya gelmiş olan halklar, devletler hatta bireyle, normal şartlarda temel ihtiyaçlarını gidermiş olmanın rehaveti ve vurdumduymazlığını yaşıyorlar. Bu şımarık hal, daha çok sahip olma isteği, daha çok zenginleşme talepleri genel olarak savaşlara ve çetin mücadelelere sebebiyet veriyor. Bu durum adaletsizliğe, gelir dengesizliğine sebep olup çevre ve canlıları olumsuz etkiliyor.  

Olayın başka bir boyutu olarak hazırcılığa, kolaycılığa alışan insan zor şartlarda daha çok şaşkınlığa ve mağduriyete uğrayabilmektedir. Ekmeğini kendi yapan, erzağını belli bir plan dâhilinde tedarik eden, bir kısmını da olsa üretip tedbir üzerine olan insan, virüs salgını gibi birçok olumsuz hâlde daha az mağduriyet yaşayacaktır. Kırk elli yıl öncesi kısıtlı imkânlarda olsa insanların genelinin bağ evleri, bahçeleri vardı. Günümüze göre kıyasla, kendi kendine yeter olmanın güzel bir örneğiydi.

İnsanoğlu kazandıkları ile kaybettikleri arasında gezelerken orta yolu en azından gözetmesi gerekir. Kazandıklarıyla adalet üzre olmayı, kaybettikleriyle kendini frenlemeyi bilmelidir. Montaigne’nin ‘İşin en uzağındaki tanık, en yakınınkinden daha çok şeyler bilir. Olayı son öğrenen ilk öğrenenden daha inançlı olur’ sözüyle olumlu hâlin nasıl olumsuzluğa, olumsuz hâlin nasıl olumluluğa tevdi edebileceğinin güzel bir örneği. Talih ve mutluluk noktasındaki tespiti de bu başlığın içini dolduracak cinsten. ‘Talih ne kadar güler yüz gösterirse göstersin, ömürlerinin son günü geçmeden insanlar mutlu saymamalı kendini. Çünkü insan hayatı kararsız, değişkendir. Ufacık bir eylem yüzünden bir durumdan bambaşka bir duruma geçebilir’

Esas mevzuumuza dönecek olursak. Korona sonrası kim ölecek kim kalacak, ülkeler ne şekilde ekonomik güç kaybına uğrayacak, gerek insanların gerekse de toplumların korona sonrası yaşam felsefeleri, refleksleri nasıl olacak muamması zihinleri meşgul eden konulardan. Ama her şeye rağmen öngörüler üzerine şekillenmiş a,b,c gibi planlar yapılmaktadır. Özellikle Avrupa Birliği, Nato, Birleşmiş Milletler, Dünya Sağlık Örgütü gibi birlikteliklerin sonrası noktasında değişimlere, dönüşümlere uğrayacakları türünden değerlendirmeler yapılmaktadır. İyi günde kurulan dostlukları kötü günde test etmenin acıda olsa uygulaması olan bu günler geçecek elbette. Aynı zamanda pandemi (kıran-salgın), ventilatör (solunum aracı), entübe etmek (solutmak), epidemi (salgın), filyasyon (kovuşturma) gibi birçok sağlık terimini, sağlıkçı hocaları tanıma ve öğrenme imkânı bulduk. Sağlığa, temizliğe daha çok dikkat eder olduk.

Modernizm, konformizm gibi anlayışlar yeniden ve tekrardan yorumlanıp ele alınacaktır muhakkak. ‘Yoksulluğu bitirmek hayır işi değildir, adalettir’ Nelson Mandela sözünde olduğu gibi insanoğlunun değerlerini dejenere etmeden, insanlığın topyekûn adalet üzere, paylaşma anlayışının dünya ve ülke yönetimleri üzerinde daha çok etkin olacağı yorumları yapılmaktadır. İnsanoğlunun başındaki en büyük belalarından, sınırsız tüketim çılgınlığı ve ölçüsüz üretim hastalığıdır. İki durumda da dünyadaki dengeler altüst olmaktadır. Bir yerdeki açlık, terör ve savaşlar sonuçta köyleşmiş olan dünyamızda her noktayı az veya çok etkilemektedir.

Korona sonrası, hangi insan aklını başına alacak? Şeytanlaşmış ülkeler ne yapacak? Yönetimler doğruya, güzele tevdi edecekler mi? gibi birçok soruya cevaplar aranacaktır. Bu konuda çokta ütopyadan ibaret olan hayalî bakış açısı içerisinde olmamamız gerekir ama bir musibetin bin ders boyutu muhakkak olacağı, az veya çok birilerinin ders alabileceği gerçeğini de göz ardı etmemek gerekir. Mesela Hz. Nuh döneminde yaşanan tufandan, felaketten sonra en azından bir müddet büyük dersler alındığı muhtemeldir. Veba salgınından yüz milyon üzeri ölüm, elli milyon İspanyol Gribi gibi toplu ölümlerin sonrasında insanlar ne kadar ders aldı bu da başka bir muamma. Bir asır öncesi yaşanan milyonlarca ölümden sonra dahi nisyan içerisinde olduğumuz, ders almadığımız gerçeğini de bir taraftan görmemiz gerekiyor. Oysa unutmamak çok önemli bir toplumsal varoluşçuluktur. ‘İnsanın kandırdığı en büyük budala kendisidir’ Peyami Safa sözünde olduğu gibi çoğunluk korona sonrasında budalalığına devam edecek maalesef. Eskilerin deyimine göre ‘Kötü kabağın çekirdeği çok olur’

Son kertede gökyüzü kanat kanat kuşların, ciğerlerinden vurulan bizleriz. İhtiyaçları daha çok paylaşma ve kararında mesabesinde olan felsefeyi, yaşantıyı yaygınlaştırmak gerekiyor. Son yıllarda ihtiyaç zannedip çok artırdığımız müştemilatları azaltarak, ihtiyaçsızlaşmaya daha da yaklaşmamız gerekiyor. Dünyamızda, güce meyyal olmayan, gücün güdümünden mümkün mertebe sıyrılmış, güçleri veya devletleri dizginleyici, işlevsel teşkilatlar kurulmalı. Emperyalist anlayışlardan silkinip vicdanlara dokunmak gerekiyor. İzole edilmiş hayatlardan bir an evvel kurtulup tabiata, toprağa, kendi bahçesini yetiştirme sorumluluğuna dönmek gerekiyor. Hiçbir zaman unutulmamalıdır ki virüs tedbirleri uygulamak korkaklık değil daha çok çevremizi ve bütün insanlığı korumaktır. Hani hep bu günün insafsızlığından, geleceğin daha iyi olacağından bahsederiz ya işte biz buna umut diyoruz. İnsan, hayata uydurabildiği düşleri kadar var, umudu kadar yaşayandır.

İlkay Coşkun
Güneysu Dergisi
Sayı 127, Yaz 2020

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder