30 Ekim 2020 Cuma

Garip Ozan Neşet Ertaş - Edebice Dergisi, Sayı 24, Güz 2020 / İlkay Coşkun


Garip Ozan Neşet Ertaş

Gün olur türküler, gün olur bozlaklar kamışlık hâlini özleyen ney misali inler ses getirir daima. Bozlak olup havalanmış, türkü olup gönülden gönüle yol almış, ağıt olmuş yanmış, şiir olmuş okuyanları düşüncelere salmış bir güzel insan geçti bu fani dünyadan. “Geçti günler, yıllar ömürse doldu/ Giden gitti bilmem geri ne kaldı/ Ömrümün baharı sarardı soldu/ Yandı kaldı garip bağrım çöl gibi” mısralarına ses olmuş büyük bir Ozan Neşet Ertaş.

15 yaşında başlayan gurbet serüveninin otuz yılını Almanya’da geçirip, iki bin yılında yurda dönerek gurbetliği son bulmuştur. Bu gurbet yıllarını “aşk atına bindim” diyerek kendi diliyle özetlemiş bir nevi. 

Kırşehir- Çiçekdağı ile özdeşleşen ozanımız, babası ve ustası Muharrem Ertaş'ın teşviki ile şiirlerinde “Garip” mahlasını kullanmaya başlamıştır. Çıraklık, kalfalık dönemlerinde, babasının dizi dibinde türkülerle, bozlaklarla gönül yoldaşlığını sürdürür. Sevgiyi, aşkı, hoşgörüyü hayatının geneline yayar. 

Düğünlerde, türkülerle neşelenen insan ölümlerde ağıtlara sarılır. Acısını dindirmek adına çığlığını bozlaklarla bütünleştirir. Bazı zaman itirazlarını, bazen sevgisini, aşkını, esrikliğini, dizginlenemez coşkusunu kendi diliyle ortaya koyar. Ozanımız kendine has bir dil geliştirmiştir artık. 

Neşet Ertaş, ozanlık kültürü ile yoğrulmuş, bu geleneği yaşatmış, kültürümüze çok özel katkıları olan bir kişiliktir. Kültürümüzün bu yönünü en saf ve duru hâliyle yaşatmış ve geleceğe aktarmıştır. Bu işle meşgul olan sanatçıların hiçbir zaman kötü olamayacağını şu sözleriyle ifade eder. “Nerede bir saz çalan, türkü söyleyen görürsen, korkma git yanına otur. Çünkü kötü insanların türküleri yoktur” diyerek çok içten bir özet yapmıştır. 

Horasan yolundan Anadolu'ya göç etmiş Türkmen Abdallardan olan ozanımız, genel anlamda barış, huzur bir o kadar da yoksulluk içerisinde olan Abdalların bir devamıdır. Abdal, Türkmen, Teber geleneğinin önde gelen temsilcilerindendir. İslamiyet öncesi ve sonrası Türk kültürünün harmanlanmasıyla şekillenmiş bir kültüre sahiptir. Bu kültürden gelenler, dünyadaki değişim hızı kadar olmasa da kültürünü, ananesini koruyup yaşayarak bu günlere gelmişlerdir. Neşet Ertaş bu gelenekten gelen tüm Abdallar gibi zorluğu, darlığı yaşamış ve bu hâl üzre kanaat, tevekkül ve ardından kabullenişliği yaşayan bir kişiliktir. “Biz doğduğumuzdan beri yoksulduk. Varlığı görmedik ki yoksulluktan şikâyet edelim” sözüyle içinde bulunduğu zor durumu ortaya koymaktan hiç çekinmemiştir. 

Neşet Ertaş ile özdeşleşen bozlak, kelime olarak Divanü Lügati't-Türk ve Dede Korkut kitabında ağlamak, feryad etmek anlamında kullanılan boz(u)lamak fiilinden türemiştir. Bozulamak fiilinin aynı zamanda yavrusunu kaybeden dişi devenin feryadını, figanını ifade ettiği değişik kaynaklarda yer bulmuştur. 

Anadolu'nun bin yıllık serüveni ağıtlarda ve uzun havanın bir türü olan bozlaklarda toplanmıştır ȃdetȃ. Gök kubbeyi yırtarcasına çığırarak dolduran bozlaklar, tüm duyguları melodik gür sesle sanata dönüştürür. Bu anlamda dünyaya sitemini hep canlı tutan ozanımız da şiirinin bir dörtlüğünde şu şekilde seslenir; “Ne söyleyeyim şu dünyanın halına/ dağlar ayrı ayrı çöl ayrı ayrı/ şu insanlar bölüşmüşler dünyayı/ hudut ayrı ayrı yol ayrı ayrı” 

“Aynı ruhun insanıyız” dediği babası Muharrem Ertaş başta olmak üzere Hacı Taşan, Çekiç Ali gibi ustalardan, sanatın bütün inceliklerini alarak kendini daha da geliştirmiştir ozanımız. Daha çok babasında tevarüs eden geleneği üst noktalara taşımıştır. Yaptığı sanatın özü, nesnesi olmuştur. Geleneği tam mȃnȃsıyla özümsemiş, duru, yalın, içten sanatkârlığı ile büyüyerek çınarlaşmıştır. Sanatını şu şekilde ifade eder ozanımız. “Ben teknik bilmem, nota bilmem, içimden ne geliyorsa parmağım öyle basıyor. Çünkü parmağım yüreğime bağlı, içimden ne geliyorsa onu çalıyorum”

“Biz yaşamadığımız acının türküsünü yakmayız” diyerek de yaptığı işin rotasını en yalın hâliyle dile getirmiştir. Sanatını doruk noktalarda icra ederken, Allah vergisi bir yetenek olan doğaçlama ile de sevenleriyle buluşmuştur çoğu zaman. Âşık Veysel, Âşık Mahsunî Şerif gibi Anadolu'nun diğer tezenelerinden her zaman bir arı gibi polenini almayı da ihmal etmemiştir. “Milletler büyük evlatlarıyla nefes alır” diyen Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın sözüne tam mȃnȃsıyla uyum sağlayan büyük bir sanatkârdır aynı zamanda. 

Musikinin içinde geçen koca bir ömür. Çağımızın Dadaloğlu'su, Köroğlu'su, Pir Sultan'ı görülen Neşet Ertaş, türkülerinde garip, sözlerinde âşık ve çilekeş, Unesco'ya göre de yaşayan insan hazinesidir. TRT için yöresel bir sanatçıdır. Kendisine layık görülen devlet sanatçılığını kabul etmeyip, halkın sanatçılığını tercih eder ozanımız. Yapmacıklığa, etnik kimlik, parti, mezhep gibi daha çok ayrıştırıcı unsurlara hiç tevessül etmemiştir. İnsan üst kimliği üzerinden taviz vermeden hayatını şekillendirmiştir. Bu bağlamda Âşık Mahsunî Şerif ile dahi sanatsal çalışmalarındaki yolunu müsaade alarak ayırmıştır. Yetmiş dört yıllık fani dünya temaşasında gerek türkülerinde gerekse bozlaklarında bu felsefi duruşa şahit oluruz. İZM'lerden uzak durmuş, hiçbir ideolojik düşüncelere malzeme olmayıp, sanatının yanında insana yakışan, birleştirici hâl ve hareketleriyle hafızalarımızda yer edinmiştir. Ayrıca Neşet Ertaş milli ve yerli duruşunu, milletine ve vatanına bağlılığını yaşantısıyla ve sanatıyla her dem göstermiştir. “Başkaldırdı Yunan durmaz göründü/ ağırbaşlı sabretti durdu Türkiye/ zaptetti Kıbrıs'ı vermez göründü/ bu işi dünyaya sordu Türkiye” mısralarıyla “Kıbrıs Barış Harekâtına” adlı şiirinde vatan sevgisiyle, ülkesinin haklı duruşunun yanında yer almak adına, kalem şairliğini de kullanmaktan çekinmemiştir. 

Sazı ile arasında, gül ile bülbül metaforuna benzer bir insicam hâli vardır. Yaşadıklarını sazıyla bütünleştirerek sanatını icra eden bir gönül adamıdır Neşet Ertaş. “Yüreğinde aşk olmayan saz çalmasın” diyerek de sanatına duyduğu özeni ifade etmiştir. 

“Herkes çalar ama dadlı çalamaz, yâr aşkı sinede nâr olmayınca” derken içtenliğinin yanında bir nevi rakiplerine de tatlı bir meydan okuması vardır. Günümüzün ifadesiyle kültleşmiş ve ekolü olan ozanımıza en çok yakıştırılan “Anadolu'nun Tezenesi” benzetmedir. Hüzünde “karadır bahtım kara”, aşk acısında “evvelim sen oldun”, özlemde “neredesin sen”, neşe de “kesik çayır biçilir mi” pişmanlıklarda “kendim ettim kendim buldum” ayrılıkta “yazımı kışa çevirdin Leyla” diyen ozanımızın her seslenişinde dinleyenleri kendini bulmakta. 

Tasavvuf anlayışındaki “giden ten can değil”i, “insan ölür ama uruhu ölmez” diyerek bu anlayışın sahipliğini kendi ifadesiyle yapmıştır. 2012 yılının eylülünde aramızdan -kendi ifadesiyle- yorularak ayrılan ozanımızı rahmetle anmak ve ozanlığını gelecek nesle doğru bilgilerle taşımak adına kaleme aldığım bu yazıyı, ustanın son zamanlarda yazdığı şiirinin bir dörtlüğü ile sonlandırmak istiyorum. “Geçti günler, yıllar, ömürse doldu/ Giden gitti bilmem geri ne kaldı/ Ömrümün baharı sarardı soldu/ Yandı kaldı garip bağrım çöl oldu” 

İlkay Coşkun
Edebice Dergisi
Sayı 24, Güz 2020

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder