Uçun Kuşlar
Göğü birincil derecede sahiplenmiş olan kuşlar, antik toplumlarda, mitlerde, efsanelerde hep anlatıla gelmiştir. Bu, Mısır’da bir ördek, Hint mitolojisinde bir kaz oluvermiş mesela. Küllerinden yeniden doğan Zümrüdüanka’yı hepimiz biliriz. Derler ki; bilgeliğiyle ün salmış Zümrüd-ü Anka diğer bir ismi ile Simurg, ölümü yaklaştığı zaman, yükseklerde, dağlarda, Kaf Dağı’nda yuvasını yaparmış. Bu yükseklikte güneşin sıcaklığına daha fazla dayanamayan yuvasındaki çalı çipli tutuştuğu sırada Anka, en güzel şarkılarını mırıldanmaya başlarmış. Bu şarkıya Zümrüd-ü Anka’nın son şarkısı, son serenadı derlermiş. Alevlere duçar olan Anka yanarken, gerisin geri küllerinden yeni bir Anka olarak doğarmış. Ayrıca Feridüddin Attâr tarafından kaleme alınan “Kuş Mantığı” kitabında efsane kuş Simurg’a yer verilmiş. Simurg’a ulaşmak için daha çok ibibik ve çavuş kuşu olarak tanıdığımız Hüt Hüt’ün liderliğinde diğer kuşlarla yolculuğundan bahsedilir. Feridüddin Attâr, seyr-i sûluk yolunda kuşlara birçok mȃnȃ ve sıfat addetmiş. Papağan diğer adı ile dudu, Hz. Mevlânâ tarafından tuti olarak adlandırılmış ve hikâyelerine konu olmuştur.
Gül ve bülbül metaforu hep yan yanadır kültürümüzde. Klasik edebiyatımızda seher kuşu olarak bilinen bülbülün güle saf aşkı birçok yerde özellikle baharla beraber tasvir edilmiştir. Burada bülbüle daha çok aşk ızdırabı düşmektedir. Örneğin Nâbi bir beyitinde şöyle der; “zevk-i gam dilde midir dağda mı tende midir/ Neşve Bülbülde midir Gülde mi Gülşende midir.” Mehmet Akif, “Bülbül” şiirinin bir mısrasında şöyle seslenir; “eşin var âşiyanın var, baharın var ki beklerdin/ Kıyametler koparmak neydi ey bülbül, nedir derdin?” Bir taraftan, “bülbülün çektiği dilindenmiş” denir, başka bir taraftan bülbül, Kur’an okuyan hafız olarak tasvir edilir. Tasavvufta, kişi iki kanatlı kuşa benzetilir. Kanadın biri maddeyi, diğeri mȃnȃyı simgeler. Biri kırık olursa o kuş uçamaz. Kuş kanadından yâre, sılaya taşınan mektuplar kıymet addeder. Özlem ve vuslat olguları da bu güzelliklerle iç içedir. Yalçın dağlardan yükselen bülbül sesleri, sılanın buram buram kokusunu gurbet illere ulaştırır.
Güvercine, bülbüle, leyleğe, martıya, kartala, kırlangıca, atmacaya ve bunun gibi birçok kuşa duyduğumuz sevgi ve kıymet çokçadır. Merhum Nuri Pakdil’in nitelemesiyle güvercinleri, sevincin, yükselişin ve umudun simgesi olarak tanımlaması ve özellikle İstanbul’daki güvercinlerin çokluğundan duyduğu memnuniyeti dillendirmesi anlam yüklüdür. Bir şiirinde İstanbul ve martıları şu şekilde ele alır. “Martılar karanfil dökerken sulara/ hiç böyle İstanbul olmadı kimse”
Şehirlerde en güzel yapılara kuş evleri iliştirilmiş olduğunu gözlemliyoruz çoğu zaman. Çatılar, kuşlara tahsis edilmiş hattȃ kuşların beslenme ve barınma ihtiyaçları için vakıflar kurulmuş. Bu medeniyetin çocukları olarak bizler için kuşların yeri apayrıdır. Kuşların ürkütülmesini hüzne, acıya ve eleme yorarız. Ürkütülen güvercinleri sağaltmayı tedavi derecesinde değerlendiririz. “Aşkından divaneye döndüm” sözündeki divanenin, divane isminde bir kuş olduğunu biliriz. Bu kuşun dişisi ölünce taş yiyerek intihar eden, dünyanın en sadık canlısı olduğunu da biliriz.
Kuş efsanelerinde, çocukların kuşa dönüşmesinden bahsedilir. Yetim ve öksüz sabilerdir bunlar. Daha çok üvey anne eline düşmüş çocuklar ve daha çok kız çocuklarıdır dönüşüme uğrayanlar. Belki de kuşların narinliği bundan ileri gelir. İnsandan kuşa döndüğüne inanılan angut isimli kuş buna bir örnektir. Yaşanılan bazı olaylar sonrası dua veya beddua sonrası dönüşümlerdir. Menkıbelerde, dini efsanelerde anlatılan bir süreliğine yer değiştirme serüveni de vardır. Saygıdan dolayı Kâbe’nin üzerinden uçmayan kuşlardan bahsedilir. Hz. Hızır’ın, güvercin kılığına girdiği söylenir. Hz. Süleyman’ın kuşlarla konuşması gibi örneklerle bu listeyi uzatabiliriz.
Asaf Hâlet Çelebi’nin, Budizm inanışında efsane bir kuş olarak kabul edilen Kunâla’yı imgeleştirdiği, konu edindiği şiirinin bir bölümünde şöyle seslenir. “Bu can içimde kuştur kunâla/ seni görünce titrer/ bu can gözümde muhabbettir kunâla/ seni görünce yanar/ bu can burnumda soluk olur kunâla/ uçar gider”
Göçmen kuşların yılın belli zamanlarında hep aynı yuvalarına uğramaları, birkaç ay ikametleri, vefalarını her daim göstermeleri kendilerine hayran bırakmıştır daima. Özlemi her daim sırtında taşıyan insan için vuslata ve sılaya yanıklığını imler ȃdetȃ. En azından pencere önlerinde, balkonlarda kuşları beslediğimiz anların sıcaklığını duymaz mıyız? Kuşlar, darıları dercederken onları izlemenin büyük mutluluğunu yaşarız. Kuşlardaki kimi kabiliyetleri biz insanoğluna uyarladığımız, örneklediğimiz olur. Örneğin, “güvercin gibi tahakkuz, kartal gibi taarruz” deriz. Şahin, doğan, kartal, atmaca gibi avcı kuşlar, avcılığın çok önem arz ettiği tarihimizde, kültürümüzde destanlaşmış, çokça yer almıştır. Serçeler tevazuyu, güvercinler postacılığı, atmacalar avcılığı, leylekler göçü, turnalar itaat ve simetriği simgeler. Neredeyse her kuşa bir efsane atfettiğimiz kültürün bireyleri olarak bizlerin “kuşbazlık”, kuş sever dernekleri, pek makbul olmasa da kuş dövüştürücüleri, kuş terbiyecileri gibi birçok birlikteliklerimiz vardır.
Bizler uçmayı, kuş bakışı bakmayı hattȃ yuva yapmayı kuşlardan öğrenmedik mi? Kuşlardan darıları sakınıp korkuluk diken de biz, kışın ölmesinler diye önlerine darı sepeleyenler de biz. Yürüyüşüyle, endamıyla, sesiyle nam salmış olan kekliğin yürüyüşünü taklit etmeye çalışan, bir o yana bir bu yana koşuşturan sülünleri ve başka nicelerini gözlemleyip seyreyleriz. Bir karga türü olan kuzguna güzel kim demişler. Yavrum demiş. Bazen uğursuz, bazen bilge, bazen de dualı bulduğumuz baykuşun bakışlarına ne çok mȃnȃlar yükleriz. Balkıyan güvercinler umudu, sevinci, sesi, görselliği, taklayı yoldaş yapar ȃdetȃ kendilerine. Serçe mütevazılığının, değerinin yanında güvercin edasını da ararız. Yerine göre ebabil olup taş yağdırmayı dileriz kötülerin üzerine. Kırlangıçlar, insanlara en yakın yerlere yuva yaparlar ve kırlangıçların insanları çok sevdiği söylenir. Altı aylık ömürlerine ne maharetli dünyalar sığdırmışlardır. “Kırlangıç bir zararsız kuş, git Yemen iline danış” atasözlerimizde de yer bulmuştur. “Karga, kemiği yutmadan önce gerisini ölçermiş” sözüyle karganın akıllılığına göndermede bulunulur. İnsanoğlunun ölülerini toprağa gömme ritüelini dahi, kargalardan öğrendiği söylenir.
Ez cümle, kültürümüzde, şiirimizde, edebiyatımızda kuşlara öyle çok yer verilmiş ki. İzninizle buraya birkaçını daha alayım. “Ah beni vursalar bir kuş yerine” diyen Üstad Sezai Karakoç yüreğe ne çok dokunmakta. “Hayat uçuyor kuşlar kısa” diyen Cemal Süreya, hayatımızda edindiğimiz dünya seyrüseferini ne kadar anlamlı ve manidar bir cümleyle özetlemiş. “Kuş kanadıyla, adam atıyla” diyen Kaşgarlı Mahmud’un sözündeki gibi kuşlara derin ve büyük anlamlar yüklenmiş. Filozof Beydeba’nın, “Tasmalı Güvercin” ve La Fontaine’nin masallarında kuşların konu edindiği en önemli fabl örneklerindendir. Kuşların özellikle turnaların konu edindiği ne çok türkümüz vardır.
Zamandan azade dağlarda, ovalarda, ormanlarda gezeleyen, şakıyan kuşlar hep aynı, benzeşen günlerin neşe kaynaklarıdır. Kuşların kanadını divit, ormanları kalem yapan insanoğlunun, kuş cıvıltılarının eksik olmadığı coğrafyalara olan ilgisi ve sevgisi bambaşkadır. Ölüm kuşu gelmeden yaşarız bu birlikteliği. Her ne kadar kuşların ağaçlarda arz-ı endam etmesi önemli bir vakıa olsa da hikâyeleri daha çok uçmaları üzerinedir. Boşuna değil beyaz güvercinlerin özgürlüğü simgelemesi. En uzağa, en ırağa gitme isteğinin verdiği doyumsuz tat. Tayyareleri yapan insanoğlunun uçmadaki büyük gayreti boşuna değil. İnsanoğlunun, hayvanatı ve tabiatı gözlemleyip araç ve gereçlerini bu minvalde tasarlaması boşuna değil. Güvercin sürülerinin göğe revan olması, kuşların, özgürlüğü ve umudu imlemesi boşuna değil. Kuşların mavi gökle bitimsiz dansı gibi göksema kanat kanat kuşların.
İlkay Coşkun
Ketebe Piyan Dergisi
Sayı 20, Güz 2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder