13 Ekim 2024 Pazar

İLKAY COŞKUN’DAN ‘+UÇ’

İLKAY COŞKUN’DAN ‘+UÇ’

1.

İlkay Coşkun yazının türlü yollarını yürümüş bir isim. Biyografisinden, yola önce şiirle başladığı anlaşılıyor: ‘Yüreğimden Süzülen Nağmeler’ (2008) Bu ilk kitaptan sonra ‘Düş Yolcusu’ (2011) ‘Bilonsa’ (2012) ‘Bimola’ (2017) adlı üç eseri daha yayımlanıyor. Bu eserlerin şiir alanında verildiği dikkate alınırsa, Coşkun’un yazınsal yolunu şiir katında yürüme isteği açık görünüyor. Bilahare araya deneme kitabı giriyor: ‘Kahve Bahane’ (2018)

Burada bahse açılan kitabı ‘Kahve Bahane’den sonra doğuyor: ‘+Uç’ (2020). Coşkun aynı yıl tekrar deneme yoluna giriyor: ‘İç Hatlar’ (2020). Bu denemeyi Sinan Ayhan’la birlikte yazdığı ikili bir şiir kitabı takip ediyor: ‘Tekrarın Tiryakisi Zaman’ (2022). Bir yıl sonra Coşkun yeni bir denemeyle geliyor: ‘Cenne’ (2023) Aynı yıl yayımlanan ‘Kitap Gözü’ (2023) onlarca ismin çalışmaları üzerine, kanımca dili en olgun haliyle kullandığı denemelere odaklanıyor. Bu yazınsal izleğin söylediği bir şey var: İlkay Coşkun şiirle denemeyi birlikte götürmek isteyen bir yazar. Bu birliktelikte denemenin öne çıktığı görülüyor. Öte yandan edebiyatın mutfağına da girmiş Coşkun. Bir grup arkadaşıyla Poyraz edebiyat dergisini 20 sayı çıkarmış. Sivas İrade Gazetesi’nde köşe yazarlığı yapmış. Radyoda edebiyat sohbetleri yapmış. Bu etkinliklerinin söylediği bir şey var: O, edebiyat bahsini kamulaştırma gayretiyle koşturuyor. Bu gayretleriyle daralan edebi kamusal coğrafyanın sınırlarını geniş kesimlere açma niyeti taşıdığı anlaşılıyor.

İlkay Coşkun yazma eylemini de bu fazda gerçekleştirmek istiyor, bugünden bakınca. Çok sayıda dergide ürünlerini yayımlamış. Hemen her zaman çalışmaktan yana görünüyor. İşin hemen her zaman ‘yaratıcı’ çalışmak boyutu da var, Rilke’nin dediği gibi. Çünkü ‘her zaman çalışmak’ her zaman ‘yaratıcı çalışmak’ anlamına gelmiyor kanımca. Coşkun yine de çalışmak lazım diyenler soyundan geliyor. Hele şiir alanında yaratıcı planda iş görmek zorun zoru olmalı. Üst mertebe bir ökelik ve sinir ister sahibinden. Sonra yekinip yeniden yeni bir akıl bulmaya zorlar. Şiir, her ne ise o, isteğin derinliklerine şiddetli baskılar uygular. Bu baskılardan sağ çıkmak kolay olmasa gerek. Coşkun ‘+Uç’ adlı son kitabıyla arzu ve isteklerinden şiir adına sağ çıkış yolunda bir adım atmış görünüyor. Bu adımın ileriye ya da geriye doğru olup olmadığını kestiremiyorum. Çünkü öncesinde yayımladığı dört şiir kitabını okumadım. ‘+Uç’ onun son şiir kitabı. Demek ki şimdilik şiir adına attığı bu son adım üzerinden çıkarımlarda bulunacağız. Böylesi onun bugüne kadar yapmak istedikleri noktasında objektif bir perspektif vermese de, şimdilik nihai planda şiir adına konum attığı yer hakkında bir dizi fikir verebilir.

‘+Uç’ yedi kısımda çatılmış bir kitap. ‘Gözde’ başlığı taşıyan birinci bölümde 11 şiir var. Coşkun, ‘İlkgüz’de Mevlevi ikiliklerle gelmiş. Belli ki şair Mevlana’dan esin almış. Temi de deyişi de onun aşk dolayımında vermiş. Şiir, sevgili adıyla dünya ve ötesi göndermelerle ıralı: ‘gün dönecek demen boşuna değil cancağızım / kışa hazırlık zamanı, güzü geçiştirelim artık’ ‘her devrin bir sonu vardır elbet / her aşk can yakar, her âşık vurur dağa’ dizeleriyle şiir, aşk ve insan ömrünün manası arasına konum atıyor.

‘Gözlesem Seni’ 11’li heceye uzanmış. Yedi dörtlükte, iki kalıplı uyak denemesi yapmış Coşkun. Başarılı da olmuş. Fakat son dörtlüğün üçüncü dizesinde bir hece düşük yapmış. Dize on hecede kalmış. Bence sıkıntı yok. Çünkü hem parmak hesabını (matematiği) hem gönül muhasebesini (simyayı) aynı anda ruhi bir disipline tutturmak kolay değil. Bunu yedi dörtlüğe teknik planda taşımak bir yana, Farisi ve erken dönem Türkçe yerel sözcüklere tutturarak yapması klasik zevki de güne taşıması bakımından değerli olsa gerek. (‘gâhi, yüyrük,yeğin, bezeklemek, minelemek, nûş vs) Öte yandan içerik hemen birçok şiirinde olduğu üzere klasik genel temlerle örülmüş. Aynı biçimde şiirin ses yapısı da eski şiirin rüzgârıyla kurulmuş. Bu düzende aşk ve hikmet iki kaşık gibi iç içe.

‘Sanırım’ haiku gibi üçlü kısa dizelerle yazılmış. Dizeyi üçe bölerek, birinci kısmın üç, ikinci ve üçüncü kısmın iki sözcükle kurulması söz konusu. Yine aşk / sevda dolayımında söylenmiş sözcüklere başvurulmuş. ‘Sanırım’ sözcüğü son düzlükte sürekli tekrarlanarak biten bir şiir. Ne ki fazla duygusal. Fazla duygusallığı, fazla kişisellik anlamında da alıyorum. İlkay Coşkun’un bence en önemli sorunu objektif alacakları yoklayan tınılardan uzak durması. ‘Hava Su Ve Toprak’ adlı şiiri gibi yalın duyuşlara açık cümlelere pek yüz vermiyor. Örneğin güneş, güvercin ve gönül arasında kurulacak yaratıcı bağlantılar üzerinden nesnel sözdizimi denemelerine pek yanaşmıyor. Duygusal fazda kalmakla yetiniyor. Öyle görünüyor ki İlkay Coşkun, şiiri gönül ve duygu işi olarak yeterli görüyor. Gönlün işleyişi de ‘Göz Gazeli’nde görüldüğü gibi, türkü formuna sokulmuş. Çabuk ezberlenecek bir format bu. Hele konu aşk çevrimindeyse, duygular en yüce derinliklerde notalara dökülür. Bu meyanda benim en sevdiğim şiir ‘Göz Gazeli’ oldu. Beyit düzeni almış, on ikilikli bu şiirin bestelenmesini dilerim: ‘Yanına aldığın dost çerağında / Dostun sohbetini çalar gözlerin’ / Omuzda yüngüldür dünya neşvesi / sevinç biriktirir dalar gözlerin / Yürek dilinde ayrılık gömüdür / Vuslatı ayırıp eler gözlerin’ ‘Sarar neşvünema acı yerine / Devasını bulup beler gözlerin’.

Yine birçok şiirinde görülen yerel sözcük kullanımı bu şiirinde de var. ‘Yüngül’ sözcüğünü öğrenmiş oldum mesela ben. ‘Hafif’ demekmiş yüngül. Mecazen çok özlenen kimseler için de söylenir olmuş. Böylece İlkay Coşkun’da iki nitelik belirgin hale gelmiş görünüyor. Birincisi, eski şiirin rüzgârıyla yazdıkları ki bu şiirlerin istediği disiplin kurallarına fazlasıyla riayet ediyor Coşkun, daha ele avuca gelen cinsten bir değer kazanıyor. İkincisi bilinmeyen ya da az bilinmesi muhtemel yerel ağız sözcükleri dilimize yeniden hatırlatıyor. ‘Yol’ ‘Sevda’ ‘Pay/da’ ‘Tatlı Bela’ ‘Aşk Düşer’ yine klasik şiir görüşüyle aşk çevriminde yazılmış. Bölümün son şiiri ‘Sen Sen Ol’ ise Özdemir Asaf’ça yazılmış özdeyişleri andırıyor. Asaf yörüngesinde kelime oyunu da denebilir.

2.

‘+Uç’un ikinci bölümü olan ‘Gaye’ içinde 11 şiir var. Bölüm ‘Hatırlatma’ ile başlıyor. Şiir, kısaca dünyayı tanımlama çabası taşıyor. Onun gerçekte ne olduğu ve bizim ona yaklaşım tarzımız hakkında bir yargılama yapıyor. İnsan ve dünya arasındaki ilişkiyi, kelebek ve mum ışığı arasındaki ilişkiye benzeterek bir yargıya varıyor. Bu ilişkiden doğan yangının mahiyetinin anlaşılması adına Ömer Hayyam, Hallac-ı Mansur ve Diyojen gibi tarihsel büyüklerden el alıyor. Coşkun konuşulan dil üzerinden meramı anlatma yolunu seçmiş. Şiirde ayrıca görmeyi esas alan bir dil olmalı kanımca. Salt sesi yeterli görmüş Coşkun. Böyle olunca ‘ses var görüntü yok’ dediğimiz bir eksiklik göze çarpıyor. ‘Her Yağmur Ertesi’ anlatı temelinde işleyen bir şiir. Modern şiirin yapısına uygun bir eleştirel öz taşıyor. Özünde kişilik kaybı dediğimiz bir duruma dikkat çekiyor. Şiirin sosyalleşme azmi fena görünmüyor. Toplumsal çürüme, kapitalist ve din istismarcısı birey özelinden, bilhassa muhafazakâr yapıların ürettiği ilişkiler eleştiriye konu ediliyor. Rahat okunan bir şiir. Şu var ki dili ekonomik kullanmadığı çok oluyor Coşkun’un. Sözgelimi daha eksiltili bir dili tercih etmeli. Kapitalizm sözcüğü kullanılmadan da çağın sömürgen ruhunu ifade eden muarız bir şiir yazılabilir. Anlaşılma adına kendi şiirini, şiir içinde tefsir eden şairleri anlıyorum. İçinde şiirin kendine mahsus kalitelerinden taviz taşımadığı sürece estetik planda sorun olmayacak bu tip ek açıklamaların yapılmasına kimsenin diyeceği olmamalı kanımca. Coşkun, meramını daha ekonomik anlatmalı diyeceğim. Az kelimeyle çok meram anlatmanın yollarını araştırmalı. Düz yazı çevrimine düştüğü de oluyor bazen. Onu şiire götürmesi muhtemel süreci denetleyecek, nesnel işleyen bir mekaniğe gereksinim duymuyor. Belki bu yüzden ölçülü şiirleri daha başarılı görünüyor. Daha sıkılaştırılmış ve yoğunlaştırılmış dile heceli şiirlerinde ulaşıyor Coşkun. Mesela ‘Galiba’ adlı şiiri sekiz heceli on dört kıtada kurulmuş güzel, okunası bir şiir. Kitapta beğendiğim en iyi şiirlerden biri ‘Galiba’. Bu tip ölçülü şiirlerin gereksindirdiği teknik disiplin bir yana söylem canlılığı dikkat çekici görünmüyor mu? Heceyi on dört kıtada işletmek de ayrı bir teknik sabır gerektirmez mi? Coşkun hem parmak hesabında hem göz aydınlığında hem de bu tip şiirin istediği hız dikkate alındığında iyi iş çıkarmış. Ayrıca arkaik Türkçeden getirdiği sözcükleri uygun bir söylemde dolaşıma sokması ayrı bir güzellik sayılmalıdır. Halk şiirinin okura farklı sekans alanları açan yorumlarına her zaman ihtiyacı olacaktır bu topraklardan maya almış şiir okurlarının. O bu mayadan destek aldığı yerlerde etkili konuşuyor: ‘Kâmile çıkmış edenin / Serkeş tufeyli didenin / Kaç zühd öldürdü bedenin / Yaşlanıyorsun galiba’ ‘Martın kedisi azıyor / Hipnozda sanki tozuyor / Çene efsane yazıyor / Yaşlanıyorsun galiba’ ‘Eke toha çanak eni / hâl-i pürmelâl hiç geni / Satarlar yüngüle seni / Yaşlanıyorsun galiba’

On bir hece ‘Misafir’ de aynı soydan bir şiir. Halk zevkine hitap ediyor. Fakat ‘Misafir’ irfan mektebinden besleniyor. Sufi şiir modunda yazılmış görünüyor. Hikmet burcundan sesleniyor. Arada nasihat fazına geçtiği oluyor. Halkın dinlemeyi sevdiği bir şiir diyeceğim. Ahmet Yesevi, Yunus Emre bu tip şiirler üzerinden dinsel inancın özünü halka ulaştırmış vaktiyle. Beşer biçiminden insan niteliğine varmanın yolunu gösteren klasik bir şiir. Bu tip şiirlere çağdaş bir nitelik kazandırmak gerek kanımca. Coşkun bir yerde bunu yakalar gibi oluyor: ‘esriktir sokak cadde yüğrük çağı / kimisi bozar kimi toplar bağı / cahilini bulur dünya çerağı / ilme ışık tutan canda narı gör’ ‘Altıyüzelliyedi’ adlı şiir de memur zihniyeti üzerine döşenmiş ironik ve eleştirel yaklaşımlar taşıyan, klasik uyakla çağdaş duyarlığı yoklayan bir metin ayarında. Kısa, küçürek ve özdeyiş andıran, yanı sıra içinden tarih geçen şiirler dışarıda bırakılırsa, Coşkun’un ölçülü, bu demektir ki teknik disiplin temelli bir yaklaşımla yazdıklarını daha çok sevdim. Şiiri güncel planda dolaşıma soktuğu bazı dizelerde de çağdaş duyarlık çeperini yokladığı oluyor. Fakat o bu duyarlığı bazı dizelerde değil, şiirin bütününde vermeli kanımca. Bu bütünlüğü ölçüyle yazdıklarında daha iyi kuruyor Coşkun.

Üçüncü bölüm ‘Vefa’ on şiirden oluşuyor. Bunların çoğu konulu, anlatı yükü baskın, serbest düzende kurulmuş şiirlerden oluşuyor. Çocukluk hatıraları, şaire bakışı, şehirlere dair izlenimleri, tarihimize yönelik bir takım saptamaları ana eğilim olarak dikkat çekiyor. Bu konuların genel olarak duygusal bir izlekte ele alındığı söylenebilir. Başka bir deyişle kalbine bakıp yazdıkları olarak değerlendirilebilir. Bilhassa modern şiir bahsinde, kişisel planda duyguyla yapılan işlere en azından belli oranda kültürün eklenmesinde fayda olduğunu düşünüyorum. Ayrıca bu duyguları kültürle biçimlendirme, taşkın iç işleyişi bilgiyle denetleme, şiirin mimarisinin inandırıcı bir şekil almasında önemli olsa gerektir. Yine az da olsa kıymet teşkil edebilecek dozda bir eleştirel yük, içinden tarih geçen şiirlerde dolaşımda olmalı kanımca. Coşkun bu bölümde salt kalbinden geçenlerle yetinmiş görünüyor: ‘yüzyılların kapı tokmağında sıcak elimiz / Kızılelma içre, hülyalara dalmışız’

‘Hüzün’ bölümündeki şiirler güncel sorunlara odaklanmış. Daha çok sosyal içerikli diyeceğim. Bu sosyal içeriği dijital modern dünya ve bireyci insan bağlamında eleştirel bir anlayışla tanıtmaya çalışmış İlkay Coşkun. Bu şiirler Coşkun’un çağa tanıklık ettiğini gösteriyor. Örneğin ‘Mülteci Çocuk’ adlı şiiri mülteci sorununa eğiliyor. ‘Sevilmiyor artık / denizlerin karaya vurması’. ‘Klavye’ sosyal medya ahlaksızlığını şiirin gündemine taşıyor. ‘tuşların ucunda azmaklar / açılır dünyaya parmaklar / kim özgür kim esir / belli değil ahmaklar’. Daha çok kısa şiirlerle çatılan bu bölüm bir nevi taşlama tarzını andırıyor. Coşkun’un, Mısır ve Tahrir Meydanı’nda vaktiyle yapılan zulümleri şiirine taşıması (‘İ(a)dam-529 Can’) deprem gerçeğine dikkat çekmesi (‘Deprem’) korona sürecinde yaşananlara tepkisi, parfüm sektörü üzerinden ahlaki çürümeye eğilişi, ‘Topal Güvercin’le orta doğu sorununu bakışı ve bütün bunları eleştirel planda yapması önemli olsa gerek. Şairin çağa tanıklığını sadece şiirden doğru şeyler öğrenme katında bırakmamalıyız kanımca. Öğrendiklerimizi daha estetik bir zemine taşıyarak değerlendirme yolunu da bulmalıyız. İlkay Coşkun’un bu estetik zemini kuracak dil üzerine kafa yoracağını düşünüyorum. Nitekim ‘Kaçış’ adlı şiiri bunun işaretini verir gibi oluyor.

Kitabın beşinci bölümünü ‘Vatan’a ayırmış İlkay Coşkun. Buradaki üç şiir, görüş birliğini esas almış, halk vezninde yazılmış, genel sözlere uygun duyguları ifade eden haklı tepkilerden ya da yaklaşımlardan oluşuyor. Şairin hangi safta durduğunu açıkça görebildiğimiz bu şiirlerin anlam yüklü olduğu söylenebilir. Ne ki Coşkun, olabilecek en üst düzey anlamı araştırma tercihi yapsaydı estetik etkisi daha kuşatıcı olurdu diyeceğim. Mesela ‘Hoş geldin Ayasofya’, şiirin geçerli olabilecek ve ne söylediğiyle birlikte, nasıl söylediği de seçkin okuru yakından ilgilendirecek bir estetik zeminde kurulabilirdi. Bana öyle geliyor ki İlkay Coşkun sanki çabuk şiir yazıyor. İlk duyguların ussal denetimine şiirini açmıyor. Şiirin bir sistem getirmesi gerektiği fikrine uzak duruyor. Oysa bellek yeni düşler peşinde koşmanın yanında bildiğini ya da gördüğünü iyi söyleyen bir titizliğe de ihtiyaç duyar. Dil, klişeleri kıra yıka şiirde kendini bulur. Bu, tıpkı zanaat katında geçerli olduğu gibi işin nasıl görülmesi, nasıl olması gerektiğiyle ilgili bence. Goethe’nin Hazreti Muhammed (s) ile ilgili yazdığı şiirde yaptığı araştırmaların çağrıştırdığı duygusal atmosferi düşünelim. Şiir sadece anlamla yüklü bir dil değildir demek istiyorum. Benzer durum ‘Vatanım’ ve ‘15 Temmuz’ adlı metinler için de cari. Kitabın ‘Tekerrür’ ve ‘Küçürek’ adlı son iki kısmı, kişisel izlenimler eşliğinde yaşamın önemli konularına ayrılmış. Kısa şiirler bunlar çokluk. Şaşırtmaca, yaşamdaki zıtlığa dikkat çekiş, ölüm, boş geçen hayatlara serzeniş, insanın fıtrattan uzaklaşması gibi izlekler üzerine kurulmuş, genelde halk şiirinden beslenen metinler. Özdeyiş andırır söyleyişler de var içinde: ‘ölümüne sevdin / ölümü sevemedin’ Anlamlı söylemek kaygısı ağır basmış bu küçürek metinler daha çok retorik buluşlar olarak görülebilir. Coşkun iyi bir şiir için gerekli potansiyel donanımı kendisinde hissettiğim bir şair. Şu var ki anlatımda şiirsel kesinliğe ulaşma adına gerekli araştırmaları da yapmalı kanımca. En azından anlatımın gösterdiği resmin şiirsel kodlarının tam olarak görülmesi için daha güçlü bir dile ihtiyacı var görünüyor. Bu, iyi şiire ulaşmak isteyen şairin, daha iyi şiirler okuyarak elde edeceği kazanımların objektif değerlendirmesi yoluyla elde edilebilir. İlkay Coşkun’da bu estetik alacalık var görünüyor.

Ali Celep
Haber Edebiyat
13.10.2024

Kitabı sipariş edip okumak için tıklayınız:

--------------------------------------------------------------------

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder