11 Haziran 2025 Çarşamba

Baba

Anne Gölgesinde Ulu Bir Çınar

Anne ile baba arasında irsiyetten, yaratılışından gelen herkesçe malum belirli farklar vardır. Bunlar hayatı renklendiriyor bir bakıma. Babalarda, anneler gibi benzer yapıda olsalardı hayat daha yeknesak daha tekdüze olmaz mıydı? Her ne kadar babalar sevgilerini göstermekte pek mahir olamasalar da baba yüreğinin mahbesinde çok sevgiler taşındığını biliriz. Evladın, annenin, babanın genel anlamda her insanın iyisi de var kötüsü de vardır elbette. Bütün bu değerlendirmemiz ortalama iyi insanlar cihetinde ele alınmaktadır. 

Her çocuğun yolculuğu anne ile başlıyor gözükse de en baştan beridir baba da bu yolculuğun asli üyesidir. Anne, çocuk cihetiyle babanın her zaman önündedir. Bu değer kıymeti de hak ediyor elbette. Bir itirazımız olamaz ama babayı da ihmal etmemek gerekiyor. Bu durumu çok güzel bir izahatla biraz da ajite ederek “Baba, evin en garibanıdır” diyerek bir tespitte bulunur Yazar Vedat Güneş. “Yok canım, o kadar da değildir hani” diyenler olabilir ama böyle bir de gerçekliği yok sayamayız.

Öyle ki hayat şen şadıman değil sadece. Sıkıntılar, zorluklar ve kütüklükler hep insanlarda olan haller. Varlıklarında çok bir kıymetini bilemediğimiz babalarımız, yokluklarında da sırtımızı yaslamayı arzuladığımız dağlar gibidirler. Aynı evlat, anne, eş ve kardeş ölümleri gibi baba ölümleri de büyük ağızlı acılar yaşatır bizlere. Hatta sıladan göçlerde dahi gurbete çıkan hep evlatta olsa daha çok garip kalan babalar ve annelerdir. Hani hep söylenegelir ya özellikle yaşlılıkta, babalar, anneler gibi eve çok kolay sığmadıkları. Doğrudur elbet. İçi içine sığmayan bir baba profilinin yanında, annelerin eve alışkın ve yatkın olmaları burada önemli bir etken olmalı.

Erkek adama çokta yakıştırılamayan hüzün, ağıt; el alem denilen koronun bilmediği öyle çok kırgınlıkları, kırılmaları taşırlar ki bilemeyiz. “En son babalar duyar” isminde bir dizi filmimiz vardı bilirsiniz. Hatırlanacağı üzere, kültürümüzde de olan, babaya her şeyi söyleyememe, yerine göre çekince gibi bazı kültürel sınırların olumlu yanları kadar olumsuz yanları da barındırdığını biliriz. Öyle ki toplumumuz her ne kadar ataerkil anlayış üzerine inşa olunsa da ataerkilin bünyesinde anaerkil damarın daha baskın olduğunu da biliriz.

Baba özlemlerinde, Fatih Kısaparmak’ın şarkısında geçen sözler hep hatırımdadır. “Ağlama mazlum babam/ Ağlama naçar babam/ Kara gün geçer babam, hey/ Bir kapıyı kapayan/ Gene açar babam/ Allah büyük babam, hey” Kulaklarımız ne kadar aşina değil mi? Aziz Nesin'in şiirinde de bahsettiği gibi kimi zaman baba- evlat birbirine uymasa da babalar hep el üstündedir. “...Dünyada tek elini öptüğüm/ Babamdır/ Kırkını geçtin, adam olmadın der/ Başım önünde dinlerim/ Önünde tek baş eğdiğim babamdır/ Sabahlara dek Kur'an okur/ Anamın ruhuna, / İnanır ona kavuşacağına/ Bana gâvur der/ Diş bilemeden / Dünyada tek bağışladığı ben/ Tek bağışladığım odur/ Başım derde girdikçe bakar çocuklarıma/ Bitürlü ölemiyorum der senin yüzünden/ Çocuklar ortada kalacak/ Ölemez kahrımdan benim/ Yaşamak zorunda benim yüzümden./ Gözlerindeki ateş bakışlarında söner/ Tuttuğun altın olsun der./ Çocukluğumu tek anlayan odur/ Dünyaların en iyi babası benim babamdır...”

Sözü dinlenen belagat sahibi büyüklerimize, babalarımıza, dedelerimize hep gıpta ve hayranlıkla ile bakmışımdır. Nasip olursa yaşlılığımı ben de hep böyle hayal etmişimdir. Öyle ki baba, amca, dede muhabbeti diye bir şey hep vardır. Bu muhabbetlerde hayatı daha yumuşatıp, daha yaşanılır kılmayı gösteren şifreler taşınır. Üzerinde asaleti taşıyan izanlar vardır. Nazenin, soylu yükselişlerin güzelliklerini ihtiva ederler. Adam, adam gölgesinde yetişir anlayışının içini dolduran cevherlerdendir.

Her ne kadar anne hakkında sarf edilen sözler kadar olmasa da baba üzerine de çokça şey söylenmiştir. Japonlar, “Baba sevgisinin dağlardan yüce, ana sevgisinin ise denizlerden derindir” demektedirler. George Herbert; “Bir baba, yüzlerce okul hocasına bedeldir” diyerek bir kıyaslamada bulunur. Ebeveynler içinde her ne kadar anne üzerine yazılan kitaplar çoğunlukta olsa da baba üzerine yazılanlar da yok değil. Kitaplar, türküler, şarkılar şeklinde sıralayabileceğimiz uzunca bir liste var elbette. Bunların en çok bilinenleri Franz Kafka’nın “Babaya Mektup” kitabıdır. Bu kitap daha çok problemli, sorunlu bir baba ile çekingen bir evladın yaşadıklarının yazıya dökülmüş halidir. Bizden de Orhan Kemal’in “Baba Evi” otobiyografi eserini örnek verebilirim. Türkülerimiz de şarkılarımız da baba temasına değinileri bolca görmemiz mümkün.

Son yıllardaki kadın ve erkek arasında ki rol değişimleri olsa da yine de evlerin çoğu umuru babaların üzerindedir. Çocukların ihtiyaçları, evin bütçesini hala yola koymak gibi uğraşlar başat görevlerindendir. Bıçağı keskin olan bu çağımızda babalar çoğu olumsuz gidişatlardan etkilenmektedirler muhakkak. Her ne kadar Montaigne, olumsuz gidişatları her çağa özgü hastalıklar olarak görmüş olsa da yaşadığımız çağa özgü hastalıklarda bir o kadar var elbette. İnsanların içinde uluyan yalnızlık zamanlarını da yaşıyoruz maalesef. Saygı ve sevgi olgularının çokça örselenmelerini de… Sonuçta huzur bulunan, baba omzu denen bir yer var ve bu baba gölgesi çınar gibi dağ gibi kuvvet verip insanlığı aydınlatmaktadır.

İlkay Coşkun
Kültür Ajanda Dergisi
Sayı 139, Haziran 2025






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder