“HAVAMIZ OLSUN” KİTABI ÜZERİNE
KONUŞAN: KÜBRA BÖRK
CEVAPLAYAN: İLKAY COŞKUN
(Kültür Ajanda Dergisi, Sayı 141, Ağustos 2025)
· Yazmak, yazar olmak mesuliyeti yüksek bir tercih, öte yandan heyecan verici. Bu yolculuğa çıkışınızın öyküsü nasıldır?
Sadi Şirazî’nin; “Mecnun’la konuşacaksan Leyla’nın güzelliğinden bahset” anlayışındaki gibi bir duygudaşlıkla ve aşkla, ilk gençlik yıllarımda şiirler yazmaya başladım. İhtiyarlıkta ki ibadetlere benzer gecikmeler yaşansa da her hali zamanında ve de halimce not etmeye çalıştım. Öyle ya bütün bu yazılanların adına hayat dediler. Aşk onun içinde, sevgi onun içinde. Zorluklar ve yaşanmışlıklar onun içinde.
· Profesyonel mesleğinizle yakın bağı olan “Havamız Olsun” adlı kitabınızın kurgusu nasıl oluştu?
Kırk yıla yakındır havayı gözlemleyerek, havayı rasat ederek geçimini idame ettiren biri olarak havaya, mevsimlere, hava parametrelerine dair söylenecek çok şeylerim olmalıydı elbet. İşte bu minvalde, bir senelik zaman diliminde yirmi civarında bu alanda yazılmış kitabı taradım. Ve daha önceki yazdıklarımı da içerisine ekleyerek, Mart 2025’te “Havamız Olsun” kitap halini aldı. Ayrıca bu zaman diliminde yazar arkadaşım Sinan Ayhan ile birlikte karşılıklı yazılar yazma mihmandarlığında bulunduk. Bu gayret üzerine bu kitabın doğumu gerçekleşti.
· Haz ve hız çağındayız bu çağda insan kendi benliğinden uzaklaşmış durumda, kitabın ilk söz kısmında; “modern hayatla izole kalan” ifadenizle göçebe kodlarımızdan bahsediyorsunuz, bu kodları insanoğlu nasıl aktif hale getirebilir?
Hayat şartları, insanı daha çok yerleşik hayatlara yönlendiriyor olsa da evden, şehirden ve vatandan gidişleri bir yerde modern göçebelik olarak addedebiliriz. Böylelikle, “Tebdili mekânda ferahlık vardır” kabilince serüvenimiz dört bir yana yayılmaktadır. Yüzyılların tecrübeleriyle ve insanın merak, keşfetme erkleriyle kuvve bulunuyor. Hatta öyle ki gidişlerin dönüşleri de beslemesi arzu edilir. Genel çerçevede göçebe kodlarımız, bizleri tabiatla, havayla, iklimlerle, çevreyle sarmaş dolaş iç içe yaşamaya çağırmaktadır. Evimize, kalbimize, dünyamıza ve şarkılarımıza böylelikle dönebilmemiz de elzem olacaktır. Öyle veya böyle ortalama yetmiş seksen yıllık hayatlarımızda, karbon ayak izlerimizi, haraketlilik yetilerimizi ve gürültü yapma yanlışlıklarımızı görsek de sonumuz hep sessizliğe bürünmektedir.
· İnsan halden hale geçen bir varlık, her halimiz ayrı bir mevsim, yükümüzün darasını bile hissedemiyoruz bu çok derin ve anlamlı bir kelime, yükü hissedemeyen insan yaşamla nasıl bağ kurabilir?
Bütün anlayışlar sevgi temelli bir bağla inşa olmalıdır. Ana ehramının tepesinde hassasiyet, duyarlılık ve sevgi olmalıdır. Mesela eskiden, kadim medeniyetimizin insanları yürürken otlar incinmesin, çayırlar, çimenler ezilmesin diye çarıklarının burunlarını hep yukarı doğru yaparlarmış. Hayatla, çevreyle kurulan ne kadar nazenin bir bağ değil mi? Amaç, bu güzel bağları karşılıklı uyum içerisinde çoğaltmakla mümkün olacaktır.
· “Havamız Olsun” kitabınızda birçok mevsimsel esintiler var. Tarihsel, şiirsel, dönemsel nüvelerin kokusunu alıyoruz okurken… Okurlarınıza dört mevsimi yaşatıyorsunuz. Bizim coğrafyamızda, insanımızın hangi mevsimi soluduğunu düşünüyorsunuz?
Gerek şeklen gerekse de hal üzerine daha çok zemheri mevsimi uzun geçiyor sanki. İlkbahar ve sonbahar silik geçiyor gözükse de dört mevsimi her haliyle yine de yaşıyoruz. Başka bir ifadeyle uzun uykuların mevsimi kıştan sonra illaki yeni baharlar gelecektir. Mevsimlerde kışla yorulan bedenler, aynı tohum-filiz döngüsünde olduğu gibi baharla yeniden gözlerini hayata açmaktadır. Her mevsimle beraber Allah’ın sistemi şekil almakta ve yaratıcı kudretini farklı şekillerde de olsa neşet ettirmektedir. Bilimin imkânlarından istifade etmenin yanında asla ve kat’a bilimi mutlaklaştırıp Allah’a ortak koşma yanlışına düşmeden yol almak en doğrusu geliyor bana. Başka bir ifadeyle ilmin yanında arifane ve hakikate muttali bir anlayış ile maneviyat hep yan yana yürümelidir.
· Kâinatı diri tutan, bereketlendiren rüzgâr, yağmur, kar insan ruhuna etki eder mi? Nasıl?
Nasıl ki bahar, içimizi okuyan bir güzellik olarak gözükse de her bir hava parametresinin insan üzerinde genel ve öznel yansımaları olacaktır. Yağmuru afet düzeyinden daha çok “bereket” olgusu üzerinden tanımlarız. Kar, soğuktan daha ziyade örtü, korumacılık ve saflığı imler. Mesela açık, güneşli havada içimiz açılır; puslu, sisli hava da biz de içine kapanıp hüzünlü bir hale bürünürüz. Sıcak iklim insanları genel olarak daha cana yakın, şen şakrak halde iken; soğuk iklim insanları daha donuk bir haldedirler. Yaz iklimi, insan bedenleri daha çabuk yaşlandırırken, soğuk iklim bedenleri daha diri tutmaktadır. Bu örnekleri daha da fazla artırabiliriz ama önemli olan tabiatla iç içe, kötülüklerin igvalarından uzak olarak yaşamak en güzeli.
· Cemreler sadece havaya, suya ve toprağa mı düşer? İnsanın kalp ikliminin cemreleri var mıdır?
Her bir doğa olayının insan üzerinde yansımaları ve benzerlikleri vardır elbette. “Her insan bir dünyadır” anlayışındaki bir benzeşme halini yaşarız. Dünyamız ile aramızda hep bir senkronik duygudaşlık halinin taşındığını söylesek yeridir. Bundan kelli, her bir cemre halinin, insan fıtratında da bir karşılığı vardır desek yanlış olmaz. 20 Şubat’ta havaya düşen ilk cemre ile öncelikli olarak hava ısınmaya başlar. Isınan hava ile birlikte suya devamında toprağa sirayet ederek öze, nüveye ulaşılır. İnsanda, çevresinden sirayet eden güzellikler kalbine, yüreğine ve beynine sirayet ederek içe doğru bir yolculuk yapılır.
· “Havanın kutlu gizemi” bölümünde, gökte saklı olanlardan bahsediyorsunuz, saklı olanların şifreleri var mıdır?
Gerek Allah’ın gökte olduğu anlayışımız gerekse de Hz. İsa, Hızır ve İlyas Peygamberlerin göğe yükseldikleri inanışlarımız hem gökyüzündeki ölümsüzlüğü hem de gizemli hali çağrıştırmaktadır. Hem kuşlar gibi özgürlüğe kanat çırpmaya hem de enstantanelere yol vermektedir. “Gökyüzüne bakmayanların kalbi daha çabuk kirlenir” diyen Cahit Zarifoğlu’nun bahsettiği bir güzellikte yok değil elbette. Dinimizde, kadim medeniyetimizde olan diri dipdiri Hızır’ımız varken, modernitenin dayattığı Godot'un peşine düşmemek gerekiyor. Son tahlilde “yer yeşil, gök mavi kalsın”ın çabasını daha çok vermemiz gerekiyor. Hava bir güneşli, bir yağmurlu, bir öfkeli, bir ağlak haliyle bir çocuk gibi her daim yüzümüze bütün duyguları yansıtacaktır.
· “Kâmil Ozan” ve “Kıymetli Ozon” ifadeleriniz ilgi çekici, bu iki kelimeye yüklediğiniz anlamların zihninizde ilk uyanışının bir hatırası var mı?
Havanın en mümbit, en kıymetli hali sayılan ozon tabakası ile şairin güngörmüşü olan ozan’nın arasında gizemli ve harika bir benzerlik kurmaya çalıştım. Kıymetlilerimize; Diyojen’in “gölge etme başka ihsan istemem” ifadesindeki gibi bir reddiye ve öz güven ile Cahit Sıtkı’nın “her mihnet kabulüm yeter ki gün eksilmesin penceremden” mısralarındaki gibi bir tercih ve arzu haliyle bakmamız gerekiyor.
· Toprak Ana’ya hürmetle derler ki, “deniz ölüleri dışarı atar, toprak ise bağrına basar” Aşil’in zaafına temas eden satırlarınız var. Ölümsüzlük hangi ruhların emelidir?
Gerek dini gerek felsefi-sosyolojik gerekse de kültürel cihetleriyle çok geniş bir konu bu. Bu konunun her dinde, her kültürde ve her anlayışta bir karşılığı olmalı. Olsa olsa “bize göre”nin kritiği yapılabilir. Öyle ya, İlahi aşkla yol alıp itminana erecektir yürekler. Bizim kültürümüzde ölümsüzlüğü getireceğine inanılan bengi su, âb-ı hayat gibi efsanevî sularımız vardır. Lokman Hekim, İbn-i Sina iksirlerinin yanında Hz. İsa, Hızır ve İlyas Peygamberlerin göğe çekilmeleri üzerinden, ölümsüzlüğe hep bir göndermelerde bulunulur. Bizlerden başka, Yunan mitolojisi ve birçok inanışta ölümsüzlük üzerine farklı düşünceler yer almaktadır. “Aşil’in topuğu” hadisesini de bu perspektiften görebiliriz. Yunan mitolojisine göre, annesi Thetis tarafından ölümsüzlük sağlamak amacıyla Aşil’i baş aşağı tutarak bir nehre batırmış ancak Aşil’in topuğu, annesi tarafından tutulduğu için suya temas etmemiş ve bu nedenle topukları ölümsüzlüğe dâhil edilmemiş. Böylelikle Aşil’in topuğu, onun zayıf ve savunmasız noktası olarak kalmış. Ölümsüzlük anlayışları, inanışları üzerine İslamiyet öncesi Türklerde ve diğer mitolojilerde de bolca efsaneler yer almaktadır.
· Her insanda göğe karşı az ya da çok bir sevda barındırır ruhunun derinliklerinde ve bu derinliklerde katmanlar arası geçiş yapar, bazen bir uçurtma ile bazen bir bulut olma düşü ile… İnsanoğlunu bu hayaller nereye taşır?
Savaş araç ve gereçlerini saymaz isek sema hep güzellikleri taşımaktadır. Hayallere, geleceğe yeni kapılar aralamaktadır. Burada İmam Gazzâlî’nin “Gökyüzüne Bakmanın Faydaları” kitabını hatırlamak gerekir. İmam Gazzâlî’nin, semaya bakmayı değerli bulduğu on faydayı şu şekilde sıralayabiliriz. “Üzüntüyü eksiltir, vesveseyi azaltır, evham korkusunu giderir, Allah’ı hatırlatır, kalbinde Allah’a karşı saygıyı yeşertir, olumsuz fikirleri siler, sevda hastalığına fayda verir, müştak olanları teselli eder, birbirini sevenlere ünsiyet verir. O sema ki dua edenlerin kıblesidir” Bütün bu tespitlerin ışığında, yarının güzelliklerine taşınmaktır arzumuz.
· Kâinatın dört element üzerinden şekillenip, her insanda da bu dört element [ateş, hava, su, toprak] mevcut, bu dört elementin ve dolayısıyla mevsimlerin insana dair etkileri nelerdir?
Bu da çok geniş ve kapsamlı bir konu. Başta bu dört element ve diğer birçok element, canlıların yakından etkileşimde olduğu kıymetlerdir. Dünyamızdaki su miktarı ve insan bedenindeki suyun oranına bakalım bu benzerliği göreceğiz. Bu etkileşim bu benzeşim süreğen şekilde devam edecektir. Bütün canlılar, hurçlarında hep elementlerin bereketini ve ruşeymini taşımaktadırlar. Kimi bilim insanlarına göre, insanların otuz çeşit elementi taşıdığı söylenmektedir. Bu kadar iç içe birliktelikte, etkilenmemek ne mümkün.
· Kitabınızı okurken iyi bir gözlemci olmaktan çok, tefekkürün bilgi ile izahı hissediliyor kitabınızda. Tefekkür pratiğinizden söz eder misiniz?
Burada Şair Yaşar Akgül’ün şiirinden bir mısraını yardıma çağırayım. “Her zamanki gibi yine Allah kazandı” Ne kadar anlam yüklü bir söyleyiş değil mi? Kâinata baktığımız her nokta bizi şaşırtıp murabıt haline dönüştürüyor olmalı. Kâinat kitabını okurken köşebentler, düğünler ve nirengilerle karşılaşıyoruz. Böylelikle şaşırma eylemine her an kapılıp dua ve şükür sığınağında yıkanıyor olmalıyız. Hani meclislerde, söz birine gidip değer, o kişinin de o anda kalp gözü açıktır ve nasibin en büyüğünü alması gibi olunmalıdır. Allah’ın sanatına bakarak, hissederek ve kavrayarak bu hisseye ortak olunmalıdır. Öyle ya ırmaklar, denizlerin kokusunu her daim alacaktır. Başka bir ifadeyle kuşlar ölecek ama önemli olan uçuşu hatırlamak gerekiyor. Ama her şeye rağmen insan kendi çağında, kendi şartlarında ve coğrafyasında vakitlenip kendince gölgeleniyor vesselam.
· Pek çok genç, havaya, buluta, toprağa bakmaktan çok sanal pencerelerden izliyor hayatı… Onları “Havayı izlemek hem çok havalı hem zekice” çağrısıyla gerçekliğe döndürmemiz mümkün olur mu?
Gençleri hatta toplumun genelini aynı duyarlılıkta görmek biraz fazla hayalcilik olur ama gençlerin çoğunluğunu çevre, dünyamız ve bütün canlılar konusunda daha duyarlı olmaları noktasında projeler geliştirmek, eğitimler yapmak ve daha çokta doğruya, güzele yönlendirmekle mümkün olacaktır. Toplumsal amneziden daha az etkilenmek adına gençlerimizin bolca okuyarak iyi, ahlaklı ve çalışkan bir nesil olmalarını sağlayabiliriz.
· Milli kültürümüz olan türkü, hikâye, fıkra gibi yöresel parçalarla havanın etkisini hissettiriyorsunuz, kitabı okurken dilimizde bir türkü, yüzümüzde bir gülümse beliriveriyor. Yerli havanın esintilerini hissediyoruz. Siz “Havamız Olsun”u okurlarınızın havasını nasıl tahayyül ederek kaleme almıştınız?
“Havamız Olsun” konusunu tarihi bir süzgeçten geçirip kadim değerlerimiz bu konuya nasıl bakmışların kritiğini yaptım öncelikle. Kadim medeniyetimizin, geleneğimizin çevre anlayışını, havaya dünyaya bakışını kısa kısa da olsa değinmeye çalıştım. Bu bakışta korumacılık yönlerine, nasihatvari sözlerine de yer verdim. Ümmi bilişleriyle de olsa ince mizahlarını kullanarak yaptıklarına şahit oldum adeta. Bütün yaşamlarındaki tedbirleriyle, öncelikle eşeklerini, develerini ipinden bağlayıp sonrasında tevekkül etme hallerini görüyoruz.
· İsmi doğal ama havalı, içeriği dopdolu kitabınızın okurlarınızdan çokça olumlu tepki aldığı hissine kapılıyorum. Bu tepkiler arasında sizi gülümseten, ilginç gelen bir ileti var mıdır?
”Havamız Olsun” kitap ismi ve kapak görseli üzerinden gerek dikkat çekicilik gerekse de ironik tarzlarda olumlu geri dönüşleri aldığım oldu. Olumsuz anlamda ise arkaik bazı kelimelerin, ifadelerin kitapta yer alması cihetiyle, özellikle genç okurların anlamasını zorlaştırdığı noktalarında eleştiriler aldım.
· “Havamız Olsun” adlı kitabınızın, daha önce çıkan kitaplarınız arasında farklı bir yeri var mı?
Her kitabın ayrı ayrı kendine göre farklılıkları ve güzellikleri olmalıdır. “Havamız Olsun” mesleki formasyonu da içerisinde barındıran konulu bir kitap. Yazım dünyasında, hava ve parametreleri konusunda münferit yazılar olsa da kitap cesametinde çokta eserin olmadığını fark ettim. Bu bağlamda kıymetli buluyorum.
· Uzun zamandır Kültür Ajanda Dergimizin “Kitaplık” takdim ve tavsiye bölümü hazırlıyorsunuz. Bizler de istifade ediyoruz. Kitaplarla kurduğunuz bağın dünü, bugünü ve gelecek zamanlara dair hedeflerinden söz eder misiniz?
Daha çok ilgi alanıma göre, popülaritenin uzağında kalan, düzeyli edebiyat kitapları okumaya çalışıyorum. Kitapların daha çok iyime gidenleri hakkında da yazılar yazıyorum. Kültür Ajanda dergimizin -Kitaplık- bölümü de bana motivasyon verdi. Zaman içerisinde de bu yazdıklarımı kitaplaştırıyorum. Bu işi ne kadar beceriyorum bilemiyorum ama en azından bu vesile ile okuma serüvenimi aktif tutuyorum. Başka bir cihetten, zaman zaman, “bir dirhem bal için bir çuval keçiboynuzu yeme” halini de yaşamıyor değilim.
· Okumayı külfetten sayan, seyretmeyi tercih edenler için bir tavsiyeniz olur mu?
Okumak ile seyretmek arasında bir denge kurmak önemli. Okumak daha çok bilgilenmeyi ve hayal kurmayı çağrıştırırken, seyretmek daha çok yaşamayı, keyif almayı ve yoldaşlığı imlediğini kabul edersek her ikisini de insanın hallerinden olduğunu düşünebiliriz. Önemli olan birini yaşatırken diğerini ihmal etmemek olmalıdır. Her ikisiyle beraber yoldaşlık eden ekmeldir. Gençlerin hayat felsefelerini seyretmekten ziyade daha çok kitaplar ve gözlemlemeler üzerinden edinmelerini doğrucu bir yaklaşım olarak görüyorum.
· Okumaya sevdalı olanlar için temennileriniz var mı?
Okumaya sevdalı olanlar için pek temenniye ihtiyaç yok sanırım. Okuma alışkanlığı olmayanların kitaplarla buluşmalarını temenni ederim. Sonuç olarak, soylu yükselişlerin basamaklarını çok okumak gibi çabalar belirlemektedir.
· Peki, İlkay coşkun hangi mevsimdir? Hangi mevsimi kuşanmayı sever kalbiniz?
Şu mevsim demek zor ama favori mevsimin çoğu şair gibi güz olsa gerek. Beden olarak kışa doğru yol alsak da yüreğimizin bir tarafında hep ilkbaharı da yaşatırız. Kültürel saiklerimizden gelen bütün mevsimleri bir şekilde taşımaktayız. Bu da kadim medeniyetimizin irfanı yönlerini ortaya çıkaran temlerinden birisidir kanımca. Mevsimlerle beraber dünya yollarında revan olurken, bir taraftan da kendi içimize doğru uzun bir yolculukta olduğumuzu unutmamak gerekiyor.
· Bu havalı sohbetiniz için dergimiz ve şahsım adına teşekkür ediyorum, Havamız Olsun ve tüm kitaplarınızın pek çok akla ve kalbe dokunmasını diliyorum.
Kübra Hanım size; kitaplarla, dergilerle iç içe şiir gibi güzel bir hayat dilerim. Yeni çıkan “Havamız Olsun” kitabım üzerine sorduğunuz bu güzel sorular için size, Kültür Ajanda dergimizin kaptanı Nesrin Çaylı hanıma ve bütün ekibe ben de çok teşekkür ederim.
İlkay Coşkun
1971 yılında Yozgat Çayıralan’da doğdu. İrade gazetesinde (Sivas) köşe yazarlığı yaptı. Radyo Hilal’de “İlkay Coşkun’la Edebi Sohbetler” isimli programı hazırlayıp sundu. Somut (görsel) ve deneysel şiirlerinin bazıları Ukrayna Kiev Üniversitesi akademik çalışmasına konu oldu ve Ukraynacaya çevrildi. Kültür Ajanda başta olmak üzere otuzu aşkın dergide ve kitapta, şiirleri ve yazıları yayınlandı. Halen bir kamu kuruluşunda mühendis olarak görev yapmaktadır.
Yayınlanmış Eserleri:
Havamız Olsun (Deneme, 2025)
Kitap Gözü (İnceleme, 2023)
Cenne (Deneme, 2023)
Tekrarın Tiryakisi Zaman (Sinan Ayhan ile birlikte, Şiir, 2022)
İç Hatlar (Deneme, 2020)
Artı Uç (Şiir, 2020)
Kahve Bahane (Deneme, 2018)
Bimola (Şiir, 2017)
Bilonsa (Şiir, 2012)
Düş Yolcusu (Şiir, 2011)
Nağmeler (Şiir, 2008)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder