Edebiyatçı Kültür İnsanı Halit Yıldırım'ın Şairliği
Edebiyatın birçok türünde, ellinin üzerinde eser neşretmiş olan Şair Yazar Halit Yıldırım Bey'in 2025 itibariyle yedi şiir kitabı bulunmaktadır. Yayın sırasına göre, “Yarına Ağıt Düne Gazel”, “Gökçekimi”, “Aşka Dair”, “Yalancı Bir Baharda Gül Kıyımı”, “Serzeniş Kasidesi”, “Sevdanın Rengi” ve “Namelere Ses Olan Güfteler” şeklinde sıralayabilirim. Yayınlanmayı bekleyen şiir kitapları dosyalarını da bunlara ekler isek şairin, üretkenlik seviyesini görmüş oluruz. Bu yazımda şairin, yayınlanmış şiir kitapları üzerinden şiire ve şaire bakışını ele almak istiyorum izninizle.
Şairin, şiir tekniğinden ziyade daha çok öze, duyguya ve anlama odaklanmak istiyorum. Gerek hece şiirlerinde gerekse de serbest tarzda yazdığı şiirlerde, şairin gelenekten beslenmiş olduğunu öncelikli olarak söyleyebilirim. Gazeller, kasideler, mersiyeler, münâcâatlar, destanlar, hicivler ve divan edebiyatının başka birçok formu şiirlerde yer almaktadır. Bu geleneksel anlayış, Behçet Necatigil’in “Şiir geçmişe atıflarla ilerler” sözünün hakkını vermektedir adeta. Şairin, edebiyat başta olmak üzere dini ve mühendislik eğitimi alması, yazdığı şiirlerine ayrı bir zenginlik katmaktadır. Bu perspektifte şairin şiirlerinde manevi, metafizik bir ileti lirizmle kaynaştırılmış gözüküyor. Bununla beraber şiirlerde daha çok Müslümanca bir bakış resmedilmiş desek yanlış olmayacaktır. Mesela, “Gökçekimi” kitabında yer alan “Uygur Ağıtı” şiirinin son bölümü şu şekildedir; “ne olmalı/ ne olmalı/ Uygur hür olmalı/ sin ve can gibi özgür/ Uygur hür olmalı/ hür!” (s. 63)
Şair Halit Yıldırım, sadece şiir kitapları yazmaz elbette. Aynı zamanda şiire çokça kafa yorar. Şiir üzerine uzun uzun yazıları, söyleşileri ve mülahazaları bulunmaktadır. Çokça şiir kitabı okur, bu şiirler ve şiir kitapları üzerine değerlendirmelerde bulunur. Şiire ve şaire bakışını, yazılarından alıntıladığım birkaç bölümle de olsa buraya taşımak istiyorum. “Şair; yaşadıkları dünyayı, olayları ve insanları herkesten farklı algılayan bir kişi olmak durumundadır ki farkı fark edebilsin. Her şairin eşya ve hadiselere bakış açısı farklıdır. Bu farklılık şiire biraz daha derin bir hava katmakta, onu müphem, esrarengiz bir hale sokmakta... Şiir karşımıza, anlamı kelimelere gizlenmiş, şifrelenmiş bir sandık misali çıkar. Eğer o şifreleri çözecek duyarlılığımız varsa şiirin mana denizine açılabiliriz” Sarih bir şekilde şiire ve şaire bakışını ne güzel özetlemiş değil mi?
Şiirler, masa başı bir edimden çok bir hareket ve iyi bir etnometodoloji ihtiva etmektedir. Bu bağlamda hep söylenegelen “sanat insan içindir” anlayışını benimsemiş bir şair olarak gördüğümü söyleyebilirim. Kökü kadim kültürümüzde ve geleneğimizde olan vicdanlı, haktan yana, müeddep bir anlayışın serimlenmektedir. Denebilir ki şair, kadim kültürle beslenmiş şiirleriyle mazinin, durumun ve hatta itirazların şiirlerini yazmaktadır.
Şair, imge, ahenk-ritim ve şekil perspektifinden şiire bakarak fikriyatını üç sacayağı üzerine oturtur. Âsaf Hâlet Çelebi’den Necip Fazıl’a, Sezai Karakoç’tan Hilmi Yavuz’a varıncaya kadar birçok şair üzerinden şiire bakış ve şiir damarları üzerine değinilerde bulunur. Bu değinilerini, müşahhas (somut) ve mücerred (soyut) şiiri üzerinden, iki koldan ele alır. Mesela, şairin dimağındaki şiir şu şekilde nükseder; “Şiir, insanın kendi iç dünyasındaki teknik bilgi, his ve fikirden oluşan enstrümanların birbiriyle dengeli, muvazeneli bir şekilde dimağa doğru harekete geçmesiyle oluşur” demektedir.
Gerek hece şiirlerinde gerekse aruzlu şiirlerinde ve gerekse serbest tarzda yazdığı şiirlerde uyumlu bir müzikalite kendisini hissettirmekte, şiirlerine ahenk ve lirizm katmaktadır. Başka bir ifade ile şiirlerde ses uyumu ve asonanslar kendisine bolca yer bulmaktadır. Mesela, “Aşka Dair” kitabında yer alan “Kahır” şiirinin bir bölümü şu şekildedir. “Hangi tabip çare bulur söyle bu derde/ Hangi hekim olur Lokman/ Hangi ilaç dindirir acımı/ Hangi ağudadır derman/ Of aman/ Of aman” Bu serbest tarzda yazılmış şiirde olduğu gibi ses uyumu, ahenk ve iç kafiye kendisini hissettirip, okurun kulaklarında güzel bir melodi bırakıyor.
Klasik şiirimizde kullanılan “Leyla-Mecnun, Züleyha, Ferhat ile Şirin, Zümrüdüanka, Kaf Dağı, Zemzem” gibi kültür aktarımlarının yanında, “gayya kuyusu, Kenan ili, ba'sü ba'del-mevt (öldükten sonra dirilme), elestü bi-Rabbiküm (ben sizin Rabbimiz değil miyim?.), küntü kenzen (anlam ve varlık bilgisi), belalı aşka düşmek, bezm-i elest” gibi dini ve felsefi yaklaşımlar da şiirlerle buluşturulmaktadır. Başka bir ifadeyle klasik halk şiirimizde yeri olan birçok olgu, benzetme ve metafor şiirlerde yer almaktadır. Bu bütünlük içerisinde, bir kültür ve medeniyet olgusu taşınmaktadır desek yerinde olacaktır. Bütün bunlar, insani hassasiyetin, duyguların ve hatta öfkenin samimi olduğu bir tavırla işlenmektedir. Ne elitiz mi ne de kapitaliz mi taşımayan bir Anadolulu tavrıdır bu.
Şair, okurun zaman zaman sözlüğe başvurmasını da ister. Kullanılan bu kelimeler şiirlere derinlikle beraber farklı farklı anlamlar da yüklemektedir. Şiirlerde dikkatimi çeken kelimelerin bazıları ve ilk anlamları şu şekildedir; “Gayya (cehennemde bir kuyu), muallakat-ı seb’a (Yedi Askı, İslamiyet’ten önceki Kâbe duvarlarına asılan Arap şiiri), iştiha (arzu), Marasanta (Kızılırmak anlamında), meddücezir (gel-git olayı), peyk (uydu), musahhar (bağımlı olan), tazarru (yalvarma, yakarma), erkete (gözcü), mehcur (ayrılmış, uzaklaşmış), mefluç (felçli, inmeli), remil (kum), bezm-i harâb (sarhoş toplantısı), mâsivâ (dünyalık boş şeyler), kil-u kâl (dedi kodu), tarik-i esrar (sırlı yol), kenz-i mahfi (gizli hazine), küşüm (endişe), hars (kültür), cünun (delirme), gayur (çalışkan), reaya (yönetilen), kuz (güneş almayan yer), encam (işin sonu), natık (düşünen), zebun (güçsüz, zayıf), şuh (canlı, neşeli), şelek (sırtta taşınan yük)” gibi. Daha çok İslami literatürde geçen bu kelimeler, şiirlerde yer yer ve kıvamında misafir edilmektedir. Bu kadar farklı kelime ve benzetmelere rağmen anlatımın açık ve anlaşılabilir olduğunun da notunu burada düşmek istiyorum.
Şair özellikle şiirlerdeki tema üzerinden Müslümanca bir bakışla çağın ruhuna ses olmaktadır. “Gazze, Mavi Marmara, Mescidi Aksa, Filistin, Kerbelâ, Arakan, Karabağ, Halep, Keşmir, Doğu Türkistan, Çanakkale, Adnan Menderes, Eren Bülbül, Muhsin Yazıcıoğlu” gibi birçok değerin şiirlere misafir edilmiş olduğunu görmekteyiz. Bu gibi hüzünlü şiirlerle şair, Müslüman Türk coğrafyasının acılarını yumru gibi yüreğinde hissetmektedir. Şairin şiirlerinde yer yer melankolik bir ses duyulsa da hakikate muttali ve kadim değerlerimizle mücehhez şiirler daha fazla yer almaktadır. Ruh derinliği ve duygu yoğunluğu ile beraber yürek cezvesinden taşan aşk şiirlerinin yanında daha çok murabıt bir dil kullanılmaktadır.
Öz olarak, sözün darasını ve kabasını alıp da söylersek; Halit Yıldırım’ın şiirleri, tema ve motif olarak insani bir duruşu sergilemektedir. Bireysel ve toplumsal duyarlılıkta temler içermektedir. Şairin bütün şiir kitaplarında kadim kültürümüzden, Türk-İslam anlayışımızdan gelen hikmet yüklü şiirler okudum. Türk-İslam diyalektiği şiirleştirilmiş gözüküyor. Türk-İslam coğrafyasının yaşadığı sorunlara kalem olmuş, adına ‘dünya sistemi’ ve ‘kapitalist düzen’ denilen evrensel yapılanmalara karşı hep bir karşı duruş taşınıyor. Mana ve maneviyat olgusuyla beraber, medeniyet olgusuna yeni bir tuğla böylelikle konulmaktadır diyebilirim.
İlkay Coşkun
Kültür Ajanda Dergisi
Kasım 2025, sayı 144





Hiç yorum yok:
Yorum Gönder