16 Kasım 2025 Pazar

Havanız Olsun

HAVANIZ OLSUN - Emine Türker Özgen

‎Bir kitabın havasını kokladım ve yazayım istedim. “Her esinti yüzümüze dokunuyor; havanın ezgileri bizi dansa kaldırıyor sanki. “İlkay Coşkun daha kitabın başında havasına sokuyor beni.

‎Önce gönlün havası mı değişir dersiniz, yoksa esen rüzgârlar mı değiştirir bizi? Ya beklediğimiz hava bizi yarı yolda bırakırsa? Yüzyıllardır insanlar, doğanın işaretlerine bakarak yaşamlarını biçimlendirmiştir ya, örnekler vererek anlatır Coşkun. “Kavağın yaprağı aşağıdan dökülürse kış çok olur.”, “Koç ayında soğuk sert olursa, kış uzun sürer.”, “Keçinin pöçü havadaysa yağmaz; aşağıdaysa mutlaka yağar.” Cırcır böceklerinin sesinden, serçelerin yere çöküşüne kadar nice küçük belirtiye anlam yüklenmiştir. Bir bir gösterir olan biteni böyle kitabında.

‎Mevsim geçişlerinin tedirgin eşiğinde, İnsan yaşamını durmadan ilerleyen bir göç hâli olarak görür. Albert Camus’nün o güzel cümlesini sokar aklımıza. “Kışın en karanlık günlerinde öğrendim ki içimde sönmeyen bir yaz mevsimi var.” Mevsimlerin kapıları açılırken, nice söz ve duyguyu da içeri buyur eder. Tıpkı Hıdırellez’in yaz kapısı gibi hepsi de yeryüzüne açılır. Ahh o gökyüzünü bir pamuk şekeri gibi kaplayan güzellikler yok mudur? Onları görürsünüz birden. Dokunmak istersiniz bir çocuğun saflığıyla.

‎“Her şey zıddıyla vardır” der. “Değirmen iki taştan döner; muhabbet iki baştan.” Bir şiirde açarsa çiçek, başka bir dizede kaçmaz mı zemheriden? İl il dolaşır. Sandıklı’da yöre dilinden bir söz bırakır kulağımıza: “Yaz işi, kış düşü boldur.”

‎Yazı, dut ağacının silkelendikçe meyveye duran bereketine benzetir. Guguk kuşlarını dinler; gür yağmurların toprağa kattığı bereketi izler. Yağmurla gelen sözlerle bazen insana tebessüm ettirir eski sözlerle. “Yağmurda düşmanın koyunu, dostun atı satılsın.”

‎Nisan yağmurunu yutan bir yılanın ağzındaki damlanın ya zehre ya da şifaya dönüşebileceğini anlatır okuduklarından, bildiklerinden; gür yağmurlar üzerine konuşurken.

‎Sis ve buz, sabırsız bir kurt gibi yolları yoklarken, ansızın açan güneş bir anda bütün manzarayı kaplar. Deli rüzgâra gelince… Türk, Altay, Tatar, Macar mitolojilerinde rüzgâr tanrısının Yel Ana olduğundan bahseder. Bazı kahramanların rüzgâr çıkaracağına inanan kadim hikâyeleri aktarır. Yunancadaki anemosun “rüzgâr ölçer” kelimesine ilham olmasından, bir İngiliz amiralinin keşfiyle oluşan Beaufort ölçeğinden söz eder; rüzgârın gücünü 12 dereceye ayırdığını, son noktanın kasırga olduğunu anlatır.

‎Rüzgârın dilini çözmeye çalışırken, ozon tabakasını bir muhabbetle anlatır. ”Hani yağmur sonrası alınan güzel bir toprak kokusu vardır. İşte bu kokunun ana kaynağının ozon gazı olduğu söylenir. Aşkın, mutluluğun eşin kaynağı bu koku; yükseklerden, dağlardan yeryüzüne rüzgarlarla gelen ozon gazının kokusuymuş meğer.”

‎Tıpkı Atmosferde bulunan kirli havayı temizleyip yeryüzüne ak pak inerken şaşırtan kar gibi düşlerdiniz şiiriyle bu olayı. “Yağmurdan sonra zamanı gelir, buz çözülür; cemrelerle birlikte erik, kayısı, kiraz çiçeği sarar ortalığı. Bir yeni gelin gibi…”

‎Anlatı boyunca çağlar arasında gidip gelirsiniz. Marcel Proust’u bir ıhlamur ağacının gölgesinde hayal edersiniz; Coşkun, Proust’un havaya dair eserinden bahsederken… Ardından bilimin kapısı aralanır, Biyometeoroloji. insan ruhunun sıcak, soğuk nefeslerine karışan bir bilgi dalı gezinir canlıların arasında. “Gök ağlamayınca yer gülmezmiş,” der bir sözle örnek verir.

‎Doğa Ana’dan yola çıkar; dağlardan geçer, sonunda suya varır. “Sanılanın aksine su, cansız değildir; duyguları algılayan kristallerden oluşur,” der. Her medeniyet suyu başka bir halde karşılar. Kutsal, asi, ölümsüz… Bükülür, kıvrılır, akar; akıl pınarı olur.

‎En soğuk kışları, küçük buzul çağlarını, soğuk yüzünden kırılan orduları yazar. Dünyamızda kayıtlara geçen en sıcak 15 yazdan 14’ü için yirmi birinci yüzyıl başlarında yaşandığından bahseder.

‎ “İyilik de kötülük de bumerang gibidir, mutlaka size geri döner.” ‎Ben, bilmediklerimi öğrendim. Keyifli değil mi ne dersiniz?


‎Emine Türker Özgen

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder