KÜSME VE GİTME MEVZUSU
Köyüne,
şehrine hatta ülkesine küsen insan gidiyorum
ha derken ya kendisinin ne kadar önemli olduğunu vurgulamaya çalışıyor ya
da bu bahaneyle kendi reklamını yapıyor. Küsmek
konuşmamayı gerektirir oysa. Gitme eylemi de sessiz sedasız
gerçekleştirilmelidir. Genelde bu tipler salya sümük geri dönüyorlar
yurtlarına. Bu da işin komik olan bir başka boyutu.
Hayatın zorlukları
karşısında gitmek ve dahi kaçmak verilen ilk tepki olsa da elzem
olan kalarak mücadele etme gayretini göstermektir. Kendinden kaçmak mümkün
olmadığına göre gitmeyi tek çıkış olarak görmek ne kadar doğrudur. Gitmek
kolaydır, kalmak ise güçtür. Önemli olan zora talip olabilmektir. “Gözden uzak olan gönülden de ırak olur”
demeleri boşuna değil atalarımızın. Gitmeler hep hasreti de beraberinde
taşır. Pişmanlıklar, özlemler, keşkeler
gidenin peşini hiç bırakmaz. Kısa bir süre hava değişimi yaşamak, ortamı bir
süreliğine değiştirmeyi tabii ki gitmek
ile bir tutamayız. Gitmekteki eylem gerisin geri dönmeme eylemi ana fikrini
taşımasıdır. Gitmeler daha çok küsmeler üzerinden şekillenir. Hataları
düzeltmek, yanlış giden şeyleri yoluna koymak ve bu uğurda mücadele etmek en
doğru harekettir. Küsmek daha çok çocukların, olgunlaşmamış bireylerin sıkça
başvurduğu bir eylem olduğu kadar gitmekte kolaycıların daha çok tercih ettiği
bir yöntemdir. Rızkını arama yönünde ki gidişleri bu bahsettiğim konunun
dışında tutuyorum tabii ki.
“Ya bu deveyi güdersin ya bu diyardan gidersin” sözünde ki seçeneğe
inat bu deveyi hem gütmeli hem de bu diyarda kalmalı. Ayrıca İsmet Özel “Toparlanın gitmiyoruz” diyerek karşı
duruşunu en güzel şekilde ifade etmiş.
Hareket
alanı yavaş yavaş daralan ve bundan dolayı avantajlı durumları elinden gitmeye
başlayan insan, kendini toplum içerisinde yabancı görmeye de başlar. Bu durum
rekabet ortamının bir sonucu da olabilir veya siyasi, fikri bakış açılarına
göre de inkişaf edebilir. Önemli olan bu değişimlerin hakkaniyetli ölçülerde ve
ehil insanlar üzerinden olmasıdır. Yönetime gelen herhangi birileri tabii ki
güveneceği, uyum içerisinde çalışacağı insanları çevresine almak ister. İsteyecektir
de. Bu durumu, görevi devredecek olan insanın da kolaylıkla hazmetmesi
gerekmektedir. Benlik ve sahiplenme duygusunu çok fazla beslemiş olan bu
kişinin durumu kabullenmesi ve kendileri giderse işin kötüye gideceği, sekteye
uğrayacağı düşüncesinde olması kuvvetle muhtemeldir.
Bu
durumu küçük makamlarda da görürüz. Reisi cumhur makamından giden birçoklarında
da gördük. Hiç kimse, hiçbir şahıs vazgeçilmez değildir. Hayat devam eder ve
giden insandan sonra çok daha mahir, daha ehil insanlar iş başına gelmeleri
tabii ki muhtemeldir.
Köyüne,
şehrine, ülkesine küsen ve küsmeye meyilli olan insanların, “Vatanlarını yaşanmaz bulanlar, vatanlarını yaşanmazlaştıranlardır”
diyen Cemil Meriç sözündeki olduğu gibi öz eleştiri yapmaları gerekiyor.
Toplum
bireyleri çok farklı alanlarda gelişme halinde olabiliyor. Bu farklı alanlar
zenginliği beraberinde getirir esasında. Herkesin kendi gibi olmasını beklemek
büyük bir hayaldir. Ama şu da bir gerçektir ki insanlar kendi gibi olan,
kendine benzeyen insanlarla daha çok haşir neşirdir. İnsan daha çok kendine
yakın olan insanları sever. Herkes beni
sevsin diyen bir insan, herkes benim
gibi olsun veya ben herkes gibi
olayım diyen bir insan kadar ahmaktır bence.
Hayat
mücadeleler bütünüdür. Bu mücadelede nasip, şartlar, beceriler, kayırmalar,
para gibi birçok faktör etkilidir. Bu mücadele her zaman hakkaniyetli ölçülerde
olmuyor maalesef. Zorbalık gibi birçok olumsuzluklar da var hayatımızda. Buna
en çarpıcı örnek olarak iş hayatında ki gayri ahlaki mücadeleleri, mobbing
uygulamalarını örnek olarak verebilirim. Elindeki mevcut yetkilere ne kadar
sahipsen o kadar yetkinsindir bu hayatta. Alttan,
üstten hatta yandan yetki gaspına uğrayan insan bu olumsuz durum karşısında
pasivize oluyor ister istemez. Bu negatif durumlar da hayatımızın başka bir
realitesi maalesef.
Salt
küsme eyleminden ziyade, karşıyı anlama, dinleme ve farklılığı kabullenme en
mantıklı yol gibi geliyor bana. Küsmeyle gelen gidişler çoğu zaman ilaç
olmuyor, aradığını bulamayabiliyor insan. Yalnızlığa iterek kendini, genel
anlamda hayata küsmeye başlıyor. Bu durum kişi de daha çok psikolojik
rahatsızlıklarla kendisini gösteriyor. İnsanın kendi
uyumsuzluğunu ve çevrenin kendisine göstermiş olduğu uyumsuzluğu aynı terazide
tartarak değerlendirmek gerekiyor.
Atalarımız ne güzel söylemişler;
“tavşan dağa küsmüş, dağın haberi
olmamış” diye. Büyük dünyamızdaki küçük benliklerimizi ne çok büyütüyoruz
gözümüzde ve gönlümüzde.
Yaşadığımız şehre, şehirlilerimize küskünlüğünü beyan eden ve
şehirden giden insanları çok görmüşüzdür. Özlem içerisinde kalarak belki de
geri gelememelerine de şahit olmuşuzdur. Şartlarının daha iyi olacağını
düşünerek, birazda başka şehirde yaşamak için, kendi ve çocukları için, belki
daha iyi imkânlar umarak elbette ki şehre küsmeden gidilebilir de. Köyünden,
yurdundan çıkan insan, yurt dışında çok iyi şartlarda da olsalar, gidişlerine
pişmanlık duyabiliyorlar.
Ülkesine, topluma, insanına küsenleri genellikle sanat
çevrelerinde görüyoruz. Toplumdan daha çok soyutlanmış bu çevreler bu durumu
daha çok yaşıyorlar. Kendi oyu ile bir çobanın oyunun eşit olamayacağını
savunan bir yaklaşımla insanı küçümseme hali daha çok etken gibi gözüküyor.
Kendi mahallesinde ki konumunu daha da güçlendirmek adına da yapılabiliyor bu
küsme hali. “Ben farklıyım, onlardan
değilim” diyerek belki de bir taktik uygulamaya çalışıyor olabilir
kendince.
Duygusal
ve ruhsal anlamda daha hassas olan insan küsme fiiline daha yakın duruyor. Bu
duygusal yaklaşımı tamamen yanlış görmekte doğru olmayabilir. Sonuçta insan
aklı, mantığı ve duygularıyla hareket eder. Çok zıt alanlarda olması kendisini
olumsuz anlamda tabii ki fazlasıyla etkiler. Bir örnek verecek olursam; eğer
bir öğrenci kendi kapasitesinin çok üstünde olan bir sınıfta olursa, o öğrenci
çok mutsuz, başarısız olur. Kendi kapasitesine yakın bir sınıfta olursa,
öğrenci kendisini daha çok gösterebilir ve daha başarılı olabilir. Çalışkanlar
içinde vasat kalmaktansa tembeller içinde çalışkan kalabilmek çok daha mantıklı
geliyor bana.
Bir
partinin yüzde elli oy alması nedeniyle ülkemizde daha fazla yaşayamayacağını
dillendiren ve akabinde, Fransa’da yaşama kararı alan bir yazarı düşünelim.
Neden küstürdük ne yaptık ne ettik diye. Başka bir parti eğer bu oyu alsa idi
bu sefer de başkaları küseceklerdi. Bu durumu da akıl başta iken bir düşünüp
yorumlayalım. Bir seçim sonucunun ülke terk ettirecek derecede bir
duygusallıkla bakmanın ne kadar sağlıklı olduğunu değerlendirelim. İnsanların
tercihlerine saygılı olmak, demokrat olmak en doğru hareket olacaktır.
Öyle
böyle geçiyor hayat. İnsan, ömrü boyunca bu türden ikilemleri hep yaşıyor. Ölüm
eşitliyor insanları, zengin fakir hiç fark etmiyor. Hayat ben yaşlandım diyemeyen gönül ile ben öleceğim diyebilen aklın flörtüdür aslında.
Gitme ve küsme konusunda ısrarcı olanlara son satırlarım
şöyle ki;
dört gün sonra özlem
içerisinde
salya sümük dönmeyeceksin geri
gitmeyi düşündün mü gideceksin
bahanen olmayacak dönmek için
ardında, gitme kal diyenin olmayacak
aynı zamanda bilmeyecek nerde yaşadığını
en yakınların bile arkana bakmayacak
direnip tek başına kalakalacaksın
gittiğin yerden ölüm haberin gelecek
birde mezarın olacak diyar elde sadece
salya sümük dönmeyeceksin geri
gitmeyi düşündün mü gideceksin
bahanen olmayacak dönmek için
ardında, gitme kal diyenin olmayacak
aynı zamanda bilmeyecek nerde yaşadığını
en yakınların bile arkana bakmayacak
direnip tek başına kalakalacaksın
gittiğin yerden ölüm haberin gelecek
birde mezarın olacak diyar elde sadece
İlkay Coşkun
Külliye Mecmuası-Sayı 5, Şubat 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder