Yazar
Şair Romancı Yayıncı ve Şiir Vakti Dergisi
Genel
Yayın Yönetmeni Selim Tunçbilek ile söyleşi
Edebiyat dünyasının bazı alanlardaki daralmaları, küçülmeleri akabinde daha
az okunmayı hangi nedenlere bağlıyorsunuz?
Edebiyat dünyasının unsurlarını dergiler çerçevesinde bakacak olursak dergi
okurlarının azaldığı bir gerçektir. Edebiyat dünyasının okur bağlamında
küçüldüğü doğru mudur onu bilemiyorum. Bu tespite ancak edebiyat dergileri
düzleminde katılabilirim. Onu da şöyle bir gerekçelendirmeyle düşünebilirim;
1980 öncesi Kayseri’de çıkan bir edebiyat dergisi altı bin satabiliyordu.
Şimdilerde ise beş on derginin Türkiye
satışı ancak bu rakama belki erişebilir.
Dolayısıyla edebiyat dergilerinin okurlarının gittikçe azaldığı, kapanan
dergilerin sayısına ve gerekçelerine baktığımızda da inkar edilmez bir gerçek.
Bu konuya ilişkin pek çok etkiden söz edilebilir. Okumadan yazan bir toplum
olduğumuzu doğrulayan pek çok veri elde edebilirsiniz dergilerden. Yazarlar
çalışmalarının yayınlandığı dergileri bile okuma nezaketinden yoksunlar. Yazarın
kendisinin de yazdığı bir dergiyi okuma ihtiyacı yoksa okurun neden olsun?
Kaldı ki pek çok edebiyat dergileri daha önce söylenmiş düşüncelere yeni olarak
neler ekleyebiliyorlar ki okurun ilgisini çekmemiş olsunlar. Yeni söz söyleyen
her dergi kısmen de olsa gerekli alakayı bence buluyor. Genç kuşak öncülüğünde
çıkan dergilerin gayretleri dikkat çekse de bu durum dergilere yönelik olumsuzluğu
ortadan kaldırmaya yetmiyor. Yeterince düşünce üretemediğimizin burada çok
büyük bir payı var. İnsanlar yeterince düşünmüş ve fikretmiş olsalardı ilahi
ikaza gerek olur muydu?
Gerek kitaplar, gerek dergiler gerekse de hayatın geneline yayılan popülerlik,
medyatik olma hali, tüketim anlayışlarının bir etkisi midir sizce? Siz nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Güncelin peşinden gitme her dönemde olagelmiştir. Soylu yazarların
böyle bir davranış içinde olmadıkları küçük bir dikkatle görülecektir. Asrımız
her şeyi tüketildiği oranda değerli gören bir anlayışla kendini tarihe
konumlandıracağını peşinen kabul etmiş gibi gözüküyor. Bunda egemen kültürlerin
ve toplumların ilkeleri ile hareket eden insan yığınının payı da inkar
edilemez. Baskın kültürel dokuya sahip olmak her zaman haklı ve doğru olmak
anlamı taşımaz. Bu çerçevede dünyanın beşten büyük olduğu inkar edilemez bir
gerçek. Egemen kültürler ekseninden bakınca geçmişte bu büyüklüğü tolere
edebiliyor ve ediyormuş görünüyorlardı. Lakin şimdi minarenin kılıfa sığmadığı
apaçık ortada. Dolayısıyla toplumlar ve toplumların öncü aydınları kendilerini
konumlandırırken, değişmez doğruların ve insanlık erdemlerinin ortak merkezine
yani aydınlık bir yöne konumlandırmalılar. Değilse hayatın karanlık
taraflarının varlığı gelecek için çok da anlamlı olmayacak. Bize düşen
insanlıkla birlikle aydınlık ufuklara doğru yürümektir. Eskimez, pörsümez
yeninin sürekli sözcüsü olmaktır. Dönemlerinde çok popüler sözüm ona büyük büyük
yazarların pek çoğunun zaman içerisinde hiç hatırlanmadığını bilmek gerekir.
Zamana dirençli ve gelecek zamanlara söz söyleyebilen yazarlar kalıcı
olabilmektedir. Toplumsal problemlere eğilirken insani ve vicdani olanı gözardı
ederek kalıcı bir etki oluşacağından söz etmek mümkün değildir. Şöhret peşinde
olmak, insan olmaya epeyce uzak bir mesafede duruyor. Yazar ve düşünce adamları
insan ömrünün şerefle tamamlanması gerekli bir görev olduğu gerçeğinde asla
uzaklaşmamalılar. Zira yazdıkları kadar hayatları da aynı öneme sahiptir. Yazar, şair popülerlik uğruna
kendini tüketmemelidir. Geleceği tüketmek yazar, şair ve aydın olmak
ilişkilendirilecek bir durum değildir. Yazar, şair, aydın olmak geleceğe de bir
şeyler bırakabilmektir.
Ülkemizde yaşanan bir aydın sorunsalı var mı sizce? Aydın ile toplum arasındaki
kopukluk daima söylene gelir. Bu ikisi arasındaki iletişim eksikliğini nasıl
tamir edebiliriz?
Bizim toplumumuzda aydın problemi her zaman var olmuştur. Her dönem
için bunu söylemek mümkündür. Dilin arkaik dönemlerinden başlayarak bu güne
kadar gelen kaynaklarına baktığımız vakit bu sancının süreklilik arz eden bir
sancı ve sıkıntı olduğu görülür. Orhun anıtlarındaki ikazlar kim için
yapılmıştır? Yalnız şunu unutmamak lazımdır ki dinamik toplumlarda her zaman
için yaşanan şimdi ile geleceğin inşası problemli olmuştur. Bu her toplum için
kaçınılmaz bir durum olduğu gibi bizim içinde böyledir. Türkçe ve dolayısıyla
Türk düşüncesi çok farklı medeniyetlerle tarihin her devrinde iç içe ve ciddi
etkileşim içinde olmuştur. Bunun getirdiği çatışma ve dinamizmi de hesaba
katmak lazımdır. Halkımız dilimizin ve düşüncemizin medeniyet izlerini iyi
sürmekte, güncel olanın önümüze koyduğu keskinlikleri törpüleyecek zihni
olgunlukları gösterebilmektedir. Aydınlar ise mevcut durumla tarihi gelenek
arasındaki uçurumun içinde kaybolmuş gibi gözükmekte. Bu uçurum arasından
yeterli üretkenliği gösterememektedir. Her şeye rağmen zihin dünyamız kendi
olgunluğuna doğru yol almaya devam etmektedir. Sevindirici olan budur. Dünle
kıyasladığımız vakit şunu ifade edebilirim ki 17.yy üç kıtada olmak belki
yeterliydi ama 21.yy dünyanın her noktasında olmak gerekli hale gelmiştir. Üzülerek
ifade edelim ki bu gerçeği halkımız aydınlarından önce kavramıştır. Dolayısıyla
bu çağda artık Türkçeyi ve Türkleri dışlayarak insanlık problemlerine çözüm
üretebilmek neredeyse mümkün değildir.
Bu egemen kültürlere karşı halkımızın ileri sürdüğü önemli bir duruştur. 15 Temmuz bu gelişim ve değişim sürecinin bir
sonucudur. O nedenle aydınlar evlerinde pineklerken halk sokaktaydı.
Merhum Neşet Ertaş’ın hayata ve insanlara bakışında ki
felsefi duruşu, Üstad Nuri Pakdil’in söylemi olan -Klas Duruş - gibi duruşları gençler edebiyat
alanında nasıl oluşturabilirler?
Her şeyden önce bu söyledikleriniz hayatın bize kattığı ve aktardığı dinamikler
ve değerlerdir. Şimdi bunca üniversitemiz var her birinde onlarca akademisyen
var. Bütün bu bilgi ve birikimi birleştirin kendi kulvarında bir Neşet Ertaş bir
Aşık Veysel çıkaramamaktalar. O kıymetleri ortaya çıkaran şey sosyolojik
şartlardır. Bunu göz ardı etmemek lazım. Gelenek burada başlıbaşına ciddi önem
arzediyor. Binlerce yıllık bir birikimin sonucu gelen değerler bunlar. Şimdi
şunu unutmamak lazımdır. Bizler 20 yy genleriyle oynanmış bir milletiz. 20. yy
boyunca sağ ve sağlam kalabilmiş genlerimizden yeniden dirilerek 21.yy da
insanlık için ümitler çoğaltmaya devam edeceğiz. O nedenle günümüzde bize göre yirmi
tane halk türküsünü hikayeleriyle birlikte bilen insan münevver sayılmaktadır.
Folklor şiire düşmandır sözü sağlam genlere kezzap dökme işidir. Bizim
metinlerimizde metinler arası ne denli derinlikli ve tarihi olursa gücü ve
etkisi o denli sağlam ve sağlıklı zeminde yol alır. Ancak o vakit Türk diliyle
oluşturulmuş bir düşünce biçiminden söz edilebilir. Bu da hem batıyı ve kendi
birikimlerimizi iyi bilip sindirmekten geçer. O nedenle Neşet Ertaş hikmetli
bir duruş, Nuri Pakdil soylu bir söyleyiş ortaya koyabilmiştir. Onlar bizim
diri ve sağlam kalmış genlerimizdir.
15 Temmuz’u yaşadık maalesef. Milletimizi daha iyi tanımamız noktasında
şifreler verdi güven de verdi bizlere. Milletimizin milli şuurunu görme
imkânımız oldu o süreçte. Milletimizin, ortak payda da buluşma noktasında
herhangi bir problemi olmadığı görüldü. Gerek Hayal Bilgisi Dergisi gerekse de
Şiir Vakti Dergisi 15 Temmuz’u sayfalarında ele aldı. Şair, yazar ve edebiyat
dergileri çevrelerinde 15 Temmuz ve sonrası nasıl okundu sizce?
15 Temmuz hadisesi halkın ve aydınların durumunu izah açısından müthiş
bir vaka. Halk güzelden, yenilikten, değişimden, hikmetli olandan yana tavır
almıştır. Halk güzelin örselenmesini, incinmesini istememiştir. Aydınlar veya
okumuşlar ise kendi kamplarından meseleye bakarak ciddi bir körlük icra etmişlerdir. Halk dünyadaki değişimi ve dönüşümü görmüş ve
21.yy yaşayan diri bir toplum olma idealini ortaya koymuştur. Halkın arasından
bir kamplaşmanın olmadığının en iyi fotoğrafıdır 15 Temmuz. Aydınlar ise
yayınladıkları bildirilerle, duruşlarıyla kaostan yana, terörden yana bir tavır
takınmışlardır. Dünyanın hiç bir yerinde böyle bir münevver kitleden söz
edemezsiniz. Bu çerçeveden bakınca 15 Temmuz halkın dışındaki kitle için
pozisyon çizme ve durum kurtarma günlüğü haline getirilmeye çalışılmıştır.
Halkımız büyük bir destan yazmış fakat her yazdığı tarihi destanlar sonrası kendi
kibiri içinde bir şeyler mırıldanan okumuşların zavallılığına tenezzül
etmemiştir. Dergiler düzleminde de görünen budur. Sahte kahramanlar en ön safta
şişkin egolarının tatminine devam etmekteler.
Halk kahramanlığını anlatırken hicap duymakta, dışındakiler ise sosyolojik gerçeklikten kopuk durumlarına
madalya beklemekteler. Çoğuda darbeci olduklarını böyle unutturacaklarını
sanmakta. Zavallılar çok trajik durumdalar. Oğuzda er tükenmemiştir bunu
onlarda, bütün âlemde 15 Temmuzda
gördüler.
Darbelere karşı duruşunuzu yazılarınızda ve şiirlerinizde çokça
işlediniz. Darbeler ve şiir dosyasını, Şiir Vakti Dergisinin 2012 yılı
sayısında yer aldı. 15 Temmuz darbe girişimini dosya konusu yapsanız, daha çok
hangi noktalarına değinirsiniz?
Öncelikle bu dikkatiniz için teşekkür ederim. Evet biz 2012 yılında
darbeler ve şiir dosyası yaptık. Zira millet darbelerden bizim gibi çok çekti. Her
şeyden önce 15 Temmuz bir destan. Bu destanı layıkıyla anlatabileceğimi sanmıyorum. Ömer Halisdemir
hadisesi başlıbaşına bir kahramanlık. Kendime çok sordum ben ne yapardım diye.
Her seferinde onun kadar yürekli olmayı diledim. Hayatımız bu çizgide ortada.
12 Eylül cuntasına nasıl direndiğimizi 13.
Gün’le alem biliyor. Bilenlere selam olsun.
15 Temmuz günü TYB Kayseri şubesi olarak ilk biz çıktık sokağa. Gazeteci
de olan bir yönetim kurulu üyemiz benim “demokrasiye sahip çıkalım” mesajımla
darbeden haberdar olduğunu söyledi. O mesajı attığım zaman henüz darbe olup
olmadığı bilinmiyordu. Kalkışma denilmişti o kadar. Darbeleri yaşadığımız için
çokta sabırlı olamadık. Sokağa çıktık. Darbecilerin ikazlarına haykırarak tepki
verdik. Bir Ömer Halisdemir olamasak ta şükür bunları yapabildik. Şiir Vakti
Dergimizde biz darbeler ve şiir konusunu işlerken darbelerin artık tarihe
karıştığı gerçeğini düşünerek hazırlamıştık o sayıyı. Yanılmışız. Su uyur
düşman uyumazmış. Bu sözü atalarımız boşuna kulağımıza küpe yapmamışlar. Sanırım
o vakti anlatan Ömer Halisdemir'in ağzından yazdığım şu dizeleri hatırlamak
gerekli; çirkin terziler dikiyor / ülkemin
kanatlarını/ temmuz’da Ankara’da kar var/ Çanakkale’den haber/ mürtet
meydanında kefen biçiyor terziler/ bense bin yıllık aşkımı / işliyorum tesbih
tanelerine / Anadolu bayrak/ sarıyorum sırtıma/ Gölbaşı’nda ilk kurşun / olacak
iş mi ana / ihanet nasılda derin / abdest al kıyama dur/ çirkin terzileri
bekler/ temmuzda Ankara’da kar var/ Çanakkale’den haber / toprak suya doymasa
ne olur / bana kucak açmış vatan var
Herhalde ihanetin derinliğini görürdüm.
Toplumun en dikkat ettiği nokta orası zira.
15 Temmuz darbe kalkışması, Suriye de yaşanan sıkıntıları içine katarak
sormak istiyorum. Ortadoğu bölgesinde ki Müslüman halkların geleceğini nasıl
görüyorsunuz? Son zamanlarda yaşananlar hangi yanlışların neticesi olabilir?
Yanlışlar saymakla bitmez. Fakat sorduğunuz bağlamda genç insan
dinamizmini nasıl emperyalizmin faydalanabileceği, ciddi enerjiye
dönüştürdüğümüz yanlışını örneklemek isterim. Ülkemizdeki hangi siyasi katmanı
ele alırsanız alın ve ismine ne derseniz deyin, devletin ele geçirilmesi
gerektiği gerçeğinden hareket ettiklerini görürüz. Belli bir siyasal görüş
devleti emperyalistlerden kurtarmak, devletin millileştirilmesi için ele
geçirilmesinin şart olduğunu düşünürken, başka bir grup sömürgecilerden
devleti temizleyip adil ve hakça bir düzen kurmak için devleti ele geçirmekten
söz açar. Başka bir grup ise kafirlerin elinden devleti kurtarmak, halkı imana
çağırmak için bunu şart görür. Oysa gerçekte devlet böyle midir? Oysa Türkiye
Cumhuriyeti devleti en güçsüz olduğu zamanlarda bile milletin çıkarlarını
birinci görev kabul etmiştir. Bunu bir kaç örnekle açmak gerekli. Bilindiği
gibi devletimiz birinci cihan harbi sonrasında kuruldu. Bu günkü
rahatsızlıklarımızın temelinde o paylaşımın tamamlanmamış olması yatmaktadır.
Ondan sonra dünyadaki en büyük deprem ikinci cihan harbidir. Bu savaş sonrası
yeni bir durum ortaya çıktı. Galip devlet Rusya birinci cihan harbi paylaşımına
ve düzenlemelerine karşı bizim üzerimizden tavır aldı. Boğazların kendisine
açılmasını yoksa Kars ve Ardahan’ın kendisine verilmesini talep etti. Bu tehdit
karşısında devletimiz tek başına kendini savunamayacağı varsayımı ile NATO
şemsiyesi altına girerek bir savunma refleksi oluşturdu. Bunun karşısında ise
Arap -İsrail savaşı karşısında tarihi misyonumuzdan ve medeniyet dairemizden
ötürü bütün hükümetlerimiz çok büyük maddi bedeller ödememize rağmen Arapların
yanında yer almasıyla Jonson mektubu denilen bir mektupla politikalarımızın
değiştirilmesi istendi. Bu yeni durum karşısında devletimiz Avrupa Birliğine
dahil olarak meselenin millet lehine çözümünü yönelik adım attı. Yeni bir
siyasi cevap verdi. Kısacası tarihin en zayıf dönemlerinde bile devletimiz
milletimizin çıkarlarından başka bir yol ve yöntem izlemedi. Fakat yukarıda
saydığımız siyasal oluşumlar gerçek olmayan bir algıyla hareket ettiklerinden
ötürü ne yazık ki kendi insan kaynağımız ve potansiyel gücümüz bizim yerimize
emperyalist güçlerce kendi dinamizmleri için kullanılabilir hazır bir
potansiyel olmuştur. 15 Temmuzda bunu kökten değiştirdik. Artık toplum kendi
devlet sözcülerine itibar etmekte başka merkezlere kulak asmamaktadır. Şu tarihi gerçeği görmemiz gereklidir. Söğüt’te huzur içinde
oturabilmek için Bursa’nın fethi zaruri olmuştur. Bursa’da sükun içinde yaşamak
içinde İstanbul zorunlu feth edilmiştir vs. Şırnak’ta, Silopi'de, Gaziantep’te
huzur ve sükun içinde yaşayabilmek için Musul’a, Suriye’ye müdahil olmak zorundasınız. Bu
tarihi gerçekliği göremeyenler tarih sahnesinden silinirler. Halk bu gerçeği
görüyor ve biliyor. Gerçeklikten koparak bir milletin veya devletin geleceğini sağlama
almak mümkün değildir.
Bu arada Kayseri Türkiye Yazarlar Birliği Şube Başkanlığı görevini sürdürüyorsunuz. Bu tür birlikteliklerin şaire ve yazara
katkısı nelerdir? Edebiyat anlamında Kayseri Şubesi olarak farkındalık yapacak projeleriniz
var mı?
Şair ve yazara bu ve benzeri derneklerin veya birliklerin ciddi bir
katkılarının olabileceğini açıkçası düşünmüyorum. Asıl olan yazarın ortaya
koyduğu eserleridir. Bizi buraya bir takım mecburiyetler getirdi diyebiliriz.
Her kitleyi ahlaklı olmaya zorlamak herkesin görevi. Hukuksuzluğa, yanlışlara
rıza göstermek mizacımızda yok. Bu nedenle kendimizi kenara çekemedik. Mayınlı
tarlada olmayı, ardımızdan gelen gençler için görev saydık. Saygın kurumlar
oluşturulabilir mi diye birde burada kafa yoralım emek verelim istedik. Lakin
çok zor. Sloganlarla düşünüyor ve yaşıyoruz. Herkes bir kurumda kendine iktidar
alanı oluşturmaya bakıyor. Böyle yapmayın talkını kendinize verin salkım
yutmayın diyoruz ama olmuyor. Peygamberimize Müslümanlık anlatmayı erdem sayan
bir trajediye doğru ilerliyoruz. Yazar, şair olmadan önce nasıl kırmadan,
dökmeden, insan olunur gösterelim istedik. umarım mahcup olmayız.
Şiirimizin geleceği ve toplumun şiirle arasındaki mesafeyi
yakınlaştırma adına neler yapılabilir?
Toplumun değerleri ve özlemleri ile ilişkisi olan has şiirin toplumla arasında
bir mesafe olduğunu iddia edemem. Şiir
toplumun önceliklerinde yeri olan konulara mesafeli durduğu için arada bir
mesafe varmış hissi doğuyor. Toplumun önceliklerini estetik kıymetle damardan
yakalayan şiiri toplum hafızasına da
hayatına da alıyor. Şiirin toplumun önceliklerine yakınlaşması elzem haldir.
Türkçenin ses ve mana derinliğinden kopmamış has şiir okura şiir lezzeti
sunmaya devam ediyor. Dilin iç ahenginden kopuk, çeviri tadında şiir kabul
görmüyor. Yeni medeniyet dairesi içerisindeki yolculuğumuz henüz yeni. O manada
Fuzuli, Baki, Karacaoğlan henüz oluşmadı. Onların yetişmesi için bu süreç
hazırlık devresi. Şimdiki dergilerin her biri onların yetişmesi için çıkıyor ve
çıkmalı.
Şiirimizi nerde görüyorsunuz? Yeni soluklara, yeni şiir damarlarına, yeni şiir akımlarına ihtiyacı var diyebilir miyiz?
Şiirimizi nerde görüyorsunuz? Yeni soluklara, yeni şiir damarlarına, yeni şiir akımlarına ihtiyacı var diyebilir miyiz?
Şiir, dilin işlenmesinde önemli bir tür. Şiirimiz için elbette ki
umudum var. Dilimiz dünyanın en eski yazı dillerinden biridir. Sekizinci
yüzyıldan beri işlenerek güzelleşmiştir. Dünya medeniyetinin önemli
belgelerinden biridir. İnsanın yaşadığı dizeler ortak dili konuşan insanlarca
yaşatılacaktır. Şiirimizin tarihi seyrini bilmeden yeni söyleyişler ortaya
koymak oldukça zordur. Yeni soluklara her alanda olduğu gibi şiirde de ihtiyaç
vardır. Her alanda farklılıklarımızı çatışmaya dönüştürmeden zenginliğe çevirebilmeliyiz. Medeni biçimde eleştirilerimizi ortaya
koymalıyız. Semboller üzerinden konuşmak yerine fikri derinliklerimizi
oluşturabilmeliyiz. Batı felsefesi ve aydınlanmasını bildiğimiz kadar kendi
medeniyet dairemizi de iyi bilmeliyiz. Kendimizi düzeltmeden hiç kimseye tesir
edemeyeceğimizi bilmeliyiz. Bu şiirimizin şimdisi içinde geçerlidir.
Şiir Vakti Dergisinde şiiri ve gençleri öncelediğinizi biliyorum.
Derginizin üstlendiği görevi nasıl tanımlarsınız?
Biz Şiir Vakti Dergisinde genç kuşakları ön plana alan bir yayın
anlayışı ile çıkmayı ilke olarak benimsedik. Yazarlarımızda kendilerini buna
göre konumlandırdılar. Genç kalemlere yer açtığımızı düşünüyorum. İlk bizde
yazarak yazmaya devam eden pek çok arkadaşımız var. Şiir Vakti Dergisi kendi
çapında bir dergi olmuştur. Ele aldığı konulara bakıldığı vakit toplumsal bir
zemini ve karşılığı olduğu görülür. Toplumun duygularına ve sancılarına
değindiğimizi umuyorum. Aylan bebeği kapak yaptığımızda insanlık dramının
boyutunu ortaya koymaya çalıştık lakin sağır bir dünyanın olması bizim
kusurumuz olamaz. Sizin dikkatli olmanız
herkesin dikkatli olduğu anlamı taşımaz.
Edebiyat dergileri içerisinde nasıl konumlandınız?
Rakiplerinizin İktidar anlamındaki sinerjileri adil midir sizce? Kendi
sinerjinizi yeterli buluyor musunuz?
Türkçe yazan herkesin yazdığı dergi olmak istedik. İdeolojik tutumların
ürünleri belirlediği bir dergi olmak istemedik. Bir ideolojinin veya bir grubun
sözcüsü olmaktan ziyade Türkçenin ve saf şiirin sözcüsü olmak arzusunu taşıdık.
Birileri bizi içinden geçtiğimiz sosyolojik şartlar gereği bir yerlere çekmek
istediler. Bunlara güldük geçtik. Bizim
ilk çıkmaya başladığımız dönemlerde dergicilikte neredeyse tekel durum vardı. Paralel
örgüt her şeye hakimdi. Onlara boyun eğmediğimiz gibi açık tepkiler ortaya
koyduk. Bu nedenle parasını verdiğimiz halde dağıtılmadık. Bize açıkça siz
bizim dağıtabileceğimiz kriterlerde bir dergi değilsiniz dediler. Onlar porno
dergi dağıttılar ama bizi dağıtmadılar. Bu durumu da yüzlerine karşı o dönemde
söyledik. Bütün bunlar mazeret üretmek için değil ama bir gerçeğin dile
getirilmesi nedeniyle söylüyoruz. Bizim enerjimizin yettiği yere kadar gittik
lakin dergilerin okunmadığı bir zaman dilimine denk düştük. Devleti sömürmek
ahlakımızda olmadığı için yayına ara verdik. Şimdilerde ise yalnızca kamu
kurumlarına satılan dergiler var. Bundan
da hicap duymayanlar çoğunlukta. Biz azınlıkta kaldık.
Sosyal medyayı, sanal dünyayı, e dergi ve kitapları da göz önünde
bulundurarak edebiyatımızın, dergilerimizin yol serüvenlerini nasıl
yorumluyorsunuz?
Sosyal medyada yeterince yer aldık . Oradaki vaziyetin içinden
çıkabilecek zamana sahip değildik. Sanal dünya korkunç bir çöplüğe dönüşüyordu
elimizi ayağımızı çektik. sitelerimizi ortalık durulunca e-dergi ve e-kitap
olarak devreye almayı planlıyoruz. Nitelikli sitelerle işbirliği yaparak onlara
kendi alanlarımızı açtık fakat karşılık göremedik. İlerleyen zamanlarda kendi
eksikliklerimizi tamamlayarak yola devam etmek istiyoruz.
Roman, şiir ve başkaca çalışmalarınız hakkında neler söylersiniz. Yeni
projeleriniz var mı?
Yazmadan yaşamanın mümkün olmadığını düşündüğümüz şu handa kaldığımız
sürece sanırım yazacağız. Bitmiş pek çok kitap var. Sırayla gelecek inşallah.
Okurun, ciddi okurun kapısını çalmaktan usanacağımızı sanmıyorum. Onlar ne
derece bizi umursarlar orası işte muamma.
Edebiyat Haberleri için yaptığımız bu güzel söyleşi için teşekkür
ediyor edebiyat alanında ki çalışmalarınızda başarılar dilerim.
Asıl
ben sizlere sonsuz şükranlarımı sunar ve Edebiyat Haberleri' ne başarılar
dilerim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder