7 Mart 2020 Cumartesi

Araştırmacı Yazar Memet Zeki Gündüz ile Mülakat


Araştırmacı Yazar Memet Zeki Gündüz ile 
Edebiyat, şiir ve Behlû-i Dânâ Öyküleri Kitabı Üzerine
Söyleşi Soruları: İlkay Coşkun

Sayın hocam, Nisan 2019’de okurlarla buluşan Behlû-i Dânâ Öyküleriderleme kitabınız hayırlı olsun. Kitabınızın okurlarla buluşmasının ardından ne tür tepkiler aldınız? Derleme yapmak, yazmak hayatınızın neresinde duruyor?

Öncelikle “Akalemler, Sayı 20, Mayıs 2019” dergisinde kitabımla ilgili olarak yayımladığınız yazınız için teşekkürler… Kitabımı sınırlı sayıda bastırdım. Para ile satılmıyor. ‘Behlû-i Dânâ Öyküleri’ni önce, derlemeyi yapan öğrencilerime gönderdim. Doğal olarak çok etkilendiler. 50 yıl önce derledikleri öykülerle yüz yüze geldiler. Bu öyküleri kimi babasından, kimi komşusundan, kimi bir yakınından derlemiş. Derlediği kişileri düşünüp gözleri dolu dolu olanlar oldu. Onları dinledikten sonra “İyi ki bu ‘Behlû-i Dânâ Öyküleri’ni bastırmışım.” dedim.
Sivas Masalları, Ünye Masalları, Behlû-i Dânâ Öyküleri gibi düzyazı kitaplarımın dışında, antoloji hazırlama çalışmalarım da var.

 ‘İzmir’in Dağlarında Çiçekler Açar’ İzmir Şiirleri Antolojisi kitabınızı (yaklaşık 1200 sayfa) 2010 yılında Sayın Muhittin Bilgin Beyle birlikte hazırlayıp yayınlattınız. Ayrıca Yayın aşamasında yaklaşık 2500 sayfalık 15.yüzyıldan bu tarafa derlediğiniz Sivas’a yazılan şiirleri yayın aşamasına getirdiniz. Gerek İzmir Şiirleri Antolojisi gerekse de Sivas Şiirleri Antolojisinde büyük bir emeğin varlığı ortada. Bu kitapları hazırlarken hangi süreçlerden geçiyorsunuz? Çalışmalarınız esnasında ilginç anılarınız var mı?

 Bu antolojileri hazırlarken başta Ankara, İstanbul, İzmir ve Sivas olmak üzere, değişik il ve ilçelerdeki kütüphanelerdeki şiir kitapları tek tek tarandı. 500’ü aşkın şiir kitabı vardı kitaplığımda, bu sayı şimdi 3000’i geçti. Bu arada sahaflardaki şiir kitaplarını tarayıp satın alma işini de sürdürüyorum. Günün yaklaşık 8 saatini kütüphanelere ayırıyorum.
Çalışmalarım sırasında ilginç anılarım çok, yalnızca birini ekleyeyim:

“Hüseyin KARAAMCA (?)
Şiir kitabı: Bir Nefes İzmir.

Kitabımızın ilk baskısında böyle yer almıştı şairimiz… Bu baskıda tüm aramalara karşın ne facebookta ne de başka bir yerde kendisine ulaşamadım… Şiir kitabı bende vardı. Baktım kitap Cinius yayınları arasında çıkmış. Çıktım yola, İstanbul Cağaloğlu’nda yayınevine gittim… Durumu anlattım, çok sıcak karşıladılar… Hüseyin Bey’i aradılar, konuştular. Sonra da telefonunu bana verdiler. Hüseyin Bey’le ben de konuştum. Mail adresine gerekli mesajları gönderdim… Neden ulaşamadığım, neden tanıyan birini bulamadığım ortaya çıktı. Çünkü Hüseyin Bey’in gerçek soyadı: UNAN…. Bu yolla bir şairimiz daha bu konuda karanlıktan aydınlığa çıktı:

Hüseyin KARAAMCA (6 Haziran 1961)
Bergama (İzmir)’da doğdu. Yükseköğrenimini Uludağ Üniversitesi İİBF Maliye Bölümü’nde tamamladı. Gerçek soyadı: UNAN’dır.

Şiir kitabı: Bir Nefes İzmir.”


Mani, ninni, bilmece, deyim, masal, destan, bilmece, çocuk oyunları gibi edebi türlere ilgi duyduğunuzu ve zaman zaman derlemeler de yaptığınızı biliyorum. Bu türlere olan ilginiz nerden geliyor?

1965 yılında İstanbul Çapa Eğitim Enstitüsü’nde okurken öğretmenim Ahmet KABAKLI’nın verdiği ödevle başladı konuya ilgim: ‘Behlû-i Dânâ Öyküleri’ Ardından 1969 yılında Ünye’de öğretmenken MEB açtığı folklor kursuna katıldım. Kurs, 15-28 Temmuz tarihleri arasında Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü’nde açılmıştı. Bu kursta değerli öğreticiler vardı: Adnan ÖTÜKEN, Şerif BAYKURT, Muammer SUN, Cahit ÖZTELLİ… Bizden önemli bir istekte bulundular: “Görev yerlerine gideceksiniz, öğrencilerinize mani, ninni, bilmece, deyim, masal, destan, bilmece, çocuk oyunları gibi edebi türlerin derlenmesi ödevini vereceksiniz. Böylece bunların unutulup yok olmasını önlemiş olacaksınız.” Önce Ünye’de başladım işe. Ünye Masalları Behlû-i Dânâ Öyküleri, Seke Seke Ben Geldim böyle çıktı ortaya. Hemen her yaz, Sivas’ın Karapınar Köyü’ne dayımın yanına giderdim. Sivas Masalları adlı çalışmam, dayımın anlattığı masallardan oluşmuştur (1969).

Kitap çalışmalarınızın bir bölümünde şiirle iç içe olan Memet Zeki Gündüz hiç şiir yazar mı?

Şiir yazmadım ama manzume yazdım. Ortaokul öğrencisi iken yazdığım birkaç manzume yerel gazetelerde yayımlandı.  Sivas Kongre Lisesi 4/E sınıfı öğrencisi iken bir başka manzumem (Yurt, Günlük Siyasi Sabah Gazetesi, Yıl:6, Sayı:1017, 22 Mart 1962, Sivas) yayımlandı. Yine birkaç manzume de değişik gazete ve dergilerde yayımlandı.

Öğretmenlik hayatı süresince binlerde öğrenci yetiştirmiş biri olarak sizin yönlendirmenizle yazmaya ilgi duyan yetenekli öğrencileriniz var mı?

Ünye’den (Nevzat KUTLU, Tayfun UZBAY, Ferda EREREN…), Sivas’tan (Muhip SÜELTÜRK, Mutlucan GÜVENDİR…) adlı öğrencilerim var. Bunlar her ne kadar benim yönlendirdiğimi söylüyorsalar da asıl kendi yetenekleriyle varlar…

Ülkemizde ve dünyada edebiyat, yazar ve şiir anlamında beğendikleriniz kimler? Onların edebi ürünlerinden, sanatlarından nasıl etkilendiniz?

                “1959–1960 Öğretim Yılı… Ortaokul 3. sınıf öğrencisiyim. Birinci dönem bitmek üzere… 15 günlük yarıyıl tatiline girmek üzereyiz. “Adını bile anımsayamadığım Türkçe öğretmenim”, sınıfa girdi ve bombasını (!) patlattı:
            -15 Tatil’de herkes, her türden bir kitap okuyacak. Okuduğu kitapları da bir defter alıp ona özetleyecek.
            Yanlış okumadınız, dedikleri birebir böyle!
            Geldi 15 Tatil. Aldım kalemi silgiyi, bir de küçük özet defterimi. Sivas İl Halk Kütüphanesi’nin yolunu tuttum. Sivas İl Halk Kütüphanesi, şimdiki Kapalı Hal’in içinde, bir yerdeydi. Girdim içeri. İçerisi kitap dolu!.. Şaşırdım kaldım. Ortada kocaman bir soba, harıl harıl yanıyor. Bir de güler yüzlü bir görevli!..
            Doğrudan bu güler yüzlü görevlinin yanına gittim. Durumu anlattım. Yüzündeki gülümseme kayboldu, ciddileşti:
            -Öyle ödev mi olur canım! Her türden bir kitap nasıl okunup özetlenir 15 günde?
            Ondaki şaşkınlık bende yoktu! Güler yüzlü görevli, durumumu anlamış olacak ki beni sorgulaya başladı:
            -Sen, bildiğin türleri söyle bakalım?
            Başladım sıralamaya:
            -Roman, öykü, şiir!..
            Bir çırpıda tümünü sıraladım. Güler yüzlü görevli, söylediklerimi yeterli bulmamış gibi baktı bana. Ardından ikinci sorusunu sordu:
            -Başka?
            Ne başkası? Hepsi bu kadardı işte! Şaşkınlık bana geçmişti bu kez! Durumu anlayan güler yüzlü görevli, açıklamaya başladı:
            -Bak oğlum, türlerin sayısı çoktur: roman, hikâye, şiir, deneme, görüşme, gezi yazısı, fıkra, söyleşi, makale… Daha sayayım mı?
            -Ama!
            -Aması maması yok!.. Liste uzar gider!
            -Ama, ben 15 günde bu kadar kitabı okuyup özetleyemem ki!..
            -Bunu bana değil, öğretmenine söyleyecektin oğlum!
            Boş bulundum:
            -Öğretmenime söyleyemem ki okullar tatil oldu!
            -Neyse, uzatmayalım da işe başlayalım. Ben sana kitap vereyim, sen de okumaya başla. Otur bakalım şuraya.
            Masanın kenarındaki sandalyeyi çektim ve oturdum. Biraz sonra raftan bir kitap aldı ve önüme koydu. Baktım kitaba, üzerinde “Reşat Nuri Güntekin, Yeşil Gece, roman” yazıyordu. Güler yüzlü görevlinin, “Haydi, okumaya başla!” sesiyle kitabın sayfalarına gömülmeye başladım.
            Bu, benim okuyacağım ilk kalın kitaptı. Beş sayfa, on sayfa, yirmi sayfa, kırk sayfa geçti… Allah’ım hiçbir şey anlamıyordum. Birtakım sözcükler geçiyor, onların ne olduğunu da bilmiyordum. Sanıyorum 55. sayfadan sonra romanın konusunu anlamaya başladım. Sonra romanı elimden bırakamadım.
            Öğretmenliğimde bu olayı, öğrencilerime hep anlattım. Onlara, “Kitabın ilk sayfalarında sıkılabilirsiniz. Kitabı okumaktan vazgeçmeyin sakın! Sonraları, kitabı elinizden bırakamayacaksınız!” dedim.
            Yeşil Gece’nin okuması bitti. Özetini evde yaptım. Çünkü nedendir bilmiyorum o yıllarda eve kitap verilmiyordu. Ya da bana verilmedi ya da ben istemediğim için bana verilmedi.
            Güler yüzlü görevli, bu kez de önüme Falih Rıfkı Atay’ın “Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal’le Mülakat”ını koydu. Bu, görüşme türünde bir kitaptı. Bu kitabı okumakta hiç zorlanmadım nedense!
            Ardından yeni türden kitaplar geldi ama artık ben seçiyordum kitapları. Çünkü güler yüzlü görevli, böyle dedi bana. İlk seçtiğim kitap, halk şiiriyle ilgiliydi. Bu kitabı da çok sevdim. Yalnızca özetleme işinde sorun yaşadım. Onu da yalnızca, şiirlerin konularını birer tümceyle özetleyerek çözdüm.
            Böylece tüm türlerde olmasa da çok sayıda türden kitap okudum.
            Şimdi düşünüyorum da “Adını bile anımsayamadığım Türkçe öğretmenim”, güzel işler yapmış be! Ben yani Memet Zeki Gündüz kitap okuma hastası ise bunu büyük oranda “Adını bile anımsayamadığım Türkçe öğretmenim”e borçluyum.

Değişimin, dönüşümün ve tüketimin hızlı ilerlediği günümüzde 50’li, 60’lı yıllarda yazar ve şair olmakla günümüzde yazar ve şair olmanın avantajları ve dezavantajlarını sizden alsam neler söylersiniz? Behcet Necatigil, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Ahmet Kabaklı, Orhan Şaik Gökyay gibi tanınmış şair ve yazarlarla tanışıklıklarınız nasıl oluştu. Hafızanızda kalan güzel birkaç anı dersem?

Behçet NECATİGİL, Ahmet KABAKLI, Orhan Şaik GÖKYAY, Nihat Sami BANARLI, Haydar EDİSKUN vb. öğretmenlerimdi. İstanbul’da okurken Fazıl Hüsnü DAĞLARCA’nın İstanbul Aksaray’daki KİTAP kitabevine hemen her hafta giderdik arkadaşlarla (Başta Sabit Kemal BAYILDIRAN arkadaşım olmak üzere)…

Her öğretmenimle çok güzel anılarım var. İşte bunlardan bir tanesi:
“ZENGİN BİR KİTAPLIĞIN KURULUŞ AŞAMASI
            İstanbul Çapa Eğitim Enstitüsü’nde öğrenciyim. Birinci dönemin sonuna doğru devlet, bizlere giyim kuşam parası olarak 500 TL verdi. İyi de benim giyim kuşamım vaaaar! Ne yapacağım bu parayı? Öğretmenim Behçet Necatigil’e başvurdum:
            -Öğretmenim, devlet bana 500 TL verdi. Ben bu parayla kitap almak istiyorum. Bana yardımcı olur musun?
            Behçet Necatigil bu, yardımcı olmaz mı hiç!
            -Varlık Yayınları sahibi Yaşar Nabi Nayır’a git, benden selam söyle, sana en az yüzde yirmi beş indirimle kitap versin.
            Gittim Varlık Yayınları’na. Bir bayan gördüm orada, adı Sennur Sezer imiş. Ona, Yaşar Nabi Nayır’ı görmek istediğimi söyledim. Yardımcı oldu bana. Beni Yaşar Nabi Nayır’a götürdü. Uzun boylu bir adamla karşılaştım. Durumu anlattım ona. Ne dese beğenirsiniz.
            -Behçet Bey’in öğrencisiymişsin. O halde, sana yüzde yirmi beş değil yüzde elli indirim yapalım. Gir içeri de seç alacağın kitapları. Girdim içeri, seçtim alacağım kitapları. Aldım onları, götürdüm okula. Okuldan da doğru Sivas’a. Evdekiler, kolilerin içinden onlarca kitap çıktığını görünce şaşakaldılar. Evimiz, ilk kez onlarca kitapla karşılaşıyordu.
            Var olasın Behçet Necatigil Öğretmen’im, sağ olasın Yaşar Nabi Nayır büyüğüm!”
            Bu arada araştırmayı Ahmet KABAKLI, Nihat Sami BANARLI gibi öğretmenlerimden, anadilimiz Türkçe’ye saygıyı Haydar EDİSKUN öğretmenimden, gerçek şiirin ne olduğunu da Behçet NECATİGİL öğretmenimden öğrendim…

Âşık Veysel, Âşık Ruhsatî, Pir Sultan, Ahmet Kutsi Tecer ve Sivas’ımızın yetiştirdiği başka birçok değeri de içine alarak Sivas’ımız uzaktan, İstanbul’dan, İzmir’den nasıl gözüküyor?

Üzülerek söylüyorum. Sivas denince ilk akla gelen “Sivas Madımak Olayı” oluyor.  Anma etkinliklerinin birkaçına ben de katıldım. Orada, Âşık Veysel, Âşık Ruhsatî, Pir Sultan, Ahmet Kutsi Tecer, Vehbi Cem AŞKUN, Cahit KÜLEBİ, Tekin GÖNENÇ, Muzaffer SARISÖZEN, M. Güner DEMİRAY’ların boy gösterdiği bir kenti, karanlık göstermenin doğru olmadığını özellikle vurguladım. Vurgulamayı da sürdürüyorum, sürdüreceğim…

Şairler ve yazarların farklı farklı edebi türlerde yazmasını nasıl değerlendirirsiniz?

Şair, şiir yazar. Roman ya da öykü yazarken de şiirdeki işçiliğini mutlaka kullanır. Bana göre şiir ile deneme birbirine yakın iki türdür.

Araştırmacı yönünüzü özellikle edebiyat üzerine yoğunlaştırırken neleri gözetiyorsunuz?
Bir edebiyatçı ve eğitmen olarak Türkçe dilinin doğru kullanıldığını söyleyebilir misiniz? Bu nokta da neler tavsiye edersiniz?

Kimi yazar ve şairlerin Türkçe’mize gereken özeni göstermediklerini görüyoruz. Türkçe, dünyanın en zengin dillerinden biridir. Özellikle şairlerimiz, bunun farkını fark etmelidirler. Özellikle de şairlerimize Erzurumlu Emrah’ın şu dörtlüğüne bakmalarını isterim:
Salındı bahçeye girdi
Çiçekler selama durdu
Mor menekşe boynun eğdi
Gül kızardı hicabından

Bu dörtlükte kişileştirme var, tecahül-i arif var, betimleme var, yaşanmışlık var, lirizm var.  Bu dille şiir yazanlar, bu dilin olanaklarından yararlanarak, ona yeni kazanımlar eklemek zorundadırlar. Bunun gibi yazsınlar demiyorum, o zaman onlara gerek yok… Bunu kat kat aşarak dilimize yeni olanaklar kazandırsınlar…

Kültür, sanat ve edebiyat dergilerinin işlevini ve topluma katkılarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kültür, sanat ve edebiyat dergileri, özellikle şiirin, öykünün, denemenin halka ulaşmasında önemli bir araçtır. Yeni kuşaklar, onların aracılığı ile gerçek sanat ve sanatçıyla kucaklaşacaklardır.

Çantanızda beklettiğiniz yayına hazır ya da hazıra yakın dosyalarınız mevcut mu? Düşünüp de bir türlü gerçekleştiremediğiniz kültür ve edebiyat anlamında projeleriniz var mı?

En önemlisi, doğup büyüdüğüm, okuduğum, öğretmenlik yaptığım Sivas’ıma ilişkin dosyalarımın (Sivas Masalları, Sivaslı Şiirler, Sivaslı Öyküler…) günışığına çıkmasını isterim.

Hocam bu güzel söyleşi için teşekkür ederim. Büyük emekler vererek hazırladığınız kitaplarınızın tamamının bir an evvel okurla buluşmasını temenni eder sağlıklı güzel bir hayat dilerim.

Ben teşekkür ederim, bana bu olanağı sağladığınız için…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder