Yazar Ali Erdal’ın ‘Mübareze’ Kitabı Hakkında – İlkay
Coşkun
Yazar Ali Erdal Bey’in Mübareze isimli kitabını ilk
elime aldığımda dikkatimi çeken şey, mübareze kelimesinin ne anlama geldiği
oldu. Mübareze kelimesinin kısaca anlamı; ‘savaşta,
iki veya daha çok savaşçının birbiriyle yaptığı teke tek çarpışma’ olarak
tanımlandığını öğrendim. İsmiyle müsemma, daha çok fikir yazılarını ihtiva eden
bir kitap. Kitapta daha çok yer alan biz Müslümanların gayri Müslimlerle,
emperyalistlerle, kapitalistlerle yaptığımız ve yapmakta olduğumuz mücadeleler
ele alınmakta. Bu bağlamda Mübareze ismi içerikle uyumu yakalamış adeta. Yaklaşık
220 sayfa olan kitap içeriği, ‘Usȗl, İddialar ve Hakikat, Karşı Cepheye Bakış, Karşı Cephenin Söylemlerine
Göre, Batı, İslam’ı Bilmemekten ve Son Karar An’ı olarak yedi üst başlık altında ele
alınmış. Yazıların çoğunluğu son yıllarda yazılmış. Yazarın, özellikle şahit
olduğu son yarım asır serencamının bir özeti gibi. Güncelliği devam eden,
birbiriyle rabıtalı konuları içeriyor. 2019 yılında okurlarla buluşturulmuş
çiçeği burnunda bir eser. Bahsi geçen bu düşünce zemininde bir araya getirilen
metinler dergi sayfalarında kaybolup gitmemesini temin eden kitap bu bağlamda
çok daha değerlidir.
Mübareze, kapağında yer alan ‘Yeni Bir Diyalektik’ ibaresinde ‘Fikri, ifadeyi göz önüne serme tarzı’ olarak tanımlarsak, İbn-i
Haldun’un ‘İnsan beyni değirmen taşına
benzer. İçine yeni bir şeyler atamazsanız, kendi kendini öğütür durur’
felsefi yaklaşımıyla benzeşiyor adeta.
Kitabın muhteviyatını daha iyi kavrayabilmek için kitabın bir
nevi ana fikri, özeti konumundaki arka kapak yazısını buraya taşımak istiyorum
izninizle.‘ Bizim pusulamız,
yaratılıştan beri var olan hakikati gösterir. Bize düşen, İslam düşmanlarının propagandalarına,
reklam, tanıtım, bilgilendirme uçurtmalarına kuyruk olmamak. Gizli ve açık
telkinleri yutmamak. Yalanlarına kanmamak. üslȗplarına, hinliklerine, güler
yüzlerine aldanmamak, tehditlerinden korkmamak. Onları taklit etmemek.
Güdümlerine girmemek. Onların kavramlarını, deyimlerini kullanmamak.
Tarzlarına, zevklerine uymamak. Sadece dini ifadeleri değil, her şeyi kendi
kavramlarımızla, tarzımızla, üslȗbumuzla ifade etmek.
Kendi hüviyetimizle, kendi şahsiyetimizle yaşamak. Yazmak, çizmek, konuşmak.
Kimseyi hor ve hakir görmeden, kendinden, imanından ve onun meydana getirdiği
hayattan ve kültürden emin bir tavır. ‘Ne varsa batıda’ ezikliğinden arınmış,
kurtuluşun kendi dünyasında olduğunu bilmenin itminanı. Her zaman ve zeminde
haklı olmanın ve fikirde yenilmeyeceğini bilmenin emniyeti’
Adaletsizliği
sadece kendi başımıza gelince düşünmeden, beynelmilel bir anlayışı gütmek ve
mecburiyet durumdaki dövüşlerimizi hak ve adil çerçeveden icra etmek gerekiyor.
Bu hassasiyetin, değerleri muhafaza etmenin ön şartı olduğu bir gerçek
muhakkak. Müslüman ülkelerin yüzde atmış gibi petrol kaynaklarının olmasına
rağmen özellikle son iki asırdır Müslümanların geri kalmışlığını, sıkıntılarını
ve çözüm önerileri bir bir ele alınmış bu eserde.
Kitabı okurken bir kompozisyon yazısının giriş, gelişme ve
sonuç çatısına benzer adımları bu kitapta hissettim. Hastasına teşhis koyup
tedavi eden bir doktor gibi adım adım evreler bulunmakta. Bunlardan tek farkı
belki de ‘usȗl ve üslup’un girizgâhta
kendisine yer bulması ve usȗlsüz vusȗl olmaz anlayışını yansıtması. Esasen usȗl’den ziyade, esas’ı asıl görüyor. Usȗl, esasa gidişte bir yoldur. Yazar, bunu bir yazısında şöyle
ele alıyor; ‘Esas değil, usȗl olan demokrasiyi, şehidi ve gazisi olacak bir değer zannedene acımak
lazım’ cümlesiyle esas
ve usȗle bakışını örneklemiş bir manada. Sonra tespitlerde bulunuyor,
itirazlarını sıralıyor.
Müslüman üst kimliğinden, hayat düsturu, Müslüman’ın kutsal
değerleri, Ayet ve Hadis ışığında yapılması ve olması gerekenler serimleniyor.
Biz Müslümanlar olarak dünyada özne olamadığımız zaman dünyanın yüklemi
(eylemi) olamayacağımızın altı çiziliyor. ‘Hesaba
çekilmeden, kendinizi hesaba çekin’ hadisi şerifini şiar edinip ‘yiğitlik, hakikati nefse kabul ettirmekte’
esasının kendi evimizin önünü süpürmekten geçtiğinin önceliği gibi.
Ele alınan konuların içeriği olarak, Müslüman’ın duruşu, dünyaya bakışı, gayrimüslimlerin halleri, oyunları, bizlerin sıkıntıları, öğrenilmiş çaresizliklerimiz, çıkmazlarımız, insanlığın çıkmazlarını ve çözüm önerilerini sıralıyor. Burada belki de en can alıcı nokta ‘Müslüman’ın, ak sütün içindeki ak kılı görecek kadar gözü keskin olmalı’ sözü ile dikkati, özeni, ehemmiyeti ve feraset sahibi olmayı bir istikamet olarak belirliyor. Çağımızda mücadele etmemiz gereken ve gerek içimizde yanlış giden gidişatlara gerekse de Siyonizm, kapitalizm gibi İZMlerle mücadele etmemiz gerektiğinin vurgusu yapılmakta. Bunlarla birlikte ‘sistemli topluluk kibri olan ırkçılık’ta mevzuya dâhil ediliyor.
Kanaat edip doymayan emperyalist, kapitalist anlayışı dizginleyecek, bir şeyin çok olmasından ziyade yeterli olmasının yolunu gösterip kanaat değerini yaygınlaştıracak Müslüman’ca bakışa sahip olmak gerekiyor ki yaralara merhem olunabilsin. Bunu sağlamak için sesimizi daha da gürleştirmemiz gerekiyor.
Yine
bu eserde ‘yumuşak güç’ olarak kabul
gören kültür, sanat ve sanatı mineleyen unsurlar, edebiyat, şiir gibi
insanlığın inkişafına yönelik değerleri de ele alıyor yazar. Mesela şiir
hakkında şöyle diyor. ‘Şiir olmayan
fikir, şiiri yazılamayan düşünce ayakta kalamaz’ başka bir yerde ise ‘şiir, silahları mum gibi eritir.
Çünkü şiir nehri, dua denizine dökülür’
Hak ile batılın mücadelesi Hz. Âdem’den beri vardır. Yazar, bunlardan
biri olan Nemrut’u örneklendiriyor eserinde. Nemrut’un, varlığına inanmadığı
Allah’ı (hâşâ) vurmak için en yüksek bildiği dağdan gökyüzüne ok atması
örneğinde olduğu gibi hak ve batılın mücadelesinin tekerrürüne dikkati çekiyor.
İsra Suresi 13. Ayetinde Yüce Yaradan ‘Biz her insanın kaderini kendi çabasına bağlı kıldık’ Ayetinde, okumak, düşünmek ve çaba göstermenin değerine ve sonuca ulaşmanın yol ve yöntemini bizlere gösteriyor. ‘Abdest müminin silahıdır’ hadisi şerifi bu günlerde korona virüsünden korunma da bir avantaj sağladığı bir gerçek. ‘Evet Silahlanıyoruz’ başlıklı yazı bu anlamda güncelliğini fazlasıyla koruyor.
Bahtiyar Vahapzade’nin ‘Korkarım
dünyada bir zaman gele, insanlar yaşaya, insanlık öle’ sözündeki imdat çığlıklarını
da görmemiz gerekiyor ki bu bağlamda gardımızı alabilelim. İslam âleminin her türden sıkıntılarına
zorluklarına, işgal altında olmalarına rağmen Müslümanların sözlerinin elbet ki
bir gün daha çok dikkate alınacağına inancımız sonsuz. Yetimlik ve üveylik
duygusunu bir müddet daha yaşayacağız gibi gözüküyor maalesef. Şeytanlaşmış
ecnebi aklının gizil ve muğlâk yanlarını bu gün yeterli derecede göremesek de
yarın elbette daha aşikâr bir şekilde göreceğiz. Buhran içerisinde olan
insanlığın kurtuluşunda tek çare inancımızın olacağını göreceğiz.
Ayrıca
içimizdeki kimi ezikler ‘batı
güzellemesi’ ne cevaben, yazar şu tespitlerde bulunuyor. ‘Görüldüğü gibi batı, hiçbir şeyi kontrol
edemiyor, disiplin altına alamıyor, iyiye yöneltemiyor. Zaten buhranın temeli
de bu ruh eksikliği’ Günümüz dünyasına bakarsak söz de ‘medeni dünya’ denen güçler insanlığın hangi sorununa çare bulmuş
sorgulamak gerekiyor. Sorun çözmeyi bir tarafa bırakın, sorunu bir fiil ortaya
çıkaran, bu sorunların baş müsebbibi kendileridirler. Sömürgeci, kapitalist,
Siyonist anlayış böyle besleniyor maalesef. Yenidünya düzeni çerçevesinde ki anlayışta
süreğen uygulama, insanı bir yedek parça mertebesine indirgemesi, iş bölümünde
bir cıvatayı sıkacak kadar imkân vermesi sorunsalına karşı Müslümanların
verecek bir cevabı elbette ki olacaktır. Sömürgeci, kapitalist yaklaşımlar için
en büyük ve etkili karşı duruş, muarız yapı Müslümanlar olacaktır. Bu yüzdendir
ki bütün oklar Müslümanların üzerine çevrili.
Sözümü
hitame erdirecek olursam. Ölüm bütün canlılar ve insanlar için var. Hasan-ı
Basri Hazretlerinin ‘Eğer fakirlik,
hastalık ve ölüm olmasaydı insanoğlunun kibirden başı eğilmez olurdu’ sözünün
gerçekliğiyle beraber, insanın karar verme mekanizması olan vicdanına bir
süreliğine dokunması gerekiyor. ‘Şehvet-i
kelam’ denen yani ‘çok söz söyleme’
tuzağına düşmeden, sözü fazla uzatmadan ‘Mübareze’yi
keyif alarak okuduğumu söylemek istiyorum.
İlkay Coşkun
Kardelen Dergisi
Sayı 104, Nisan 2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder