Şair Yazar
Mustafa Uçurum ile Şiire ve Edebiyata Dair
Söyleşi
Soruları İlkay Coşkun
Güneysu
Dergisi, Sayı 126, Bahar 2020
İlk kitabınız ‘Tenhalayın Kalbimi’ daha sonra ‘Esmerliğime
Bakma’, ‘Dünya Telaşı’ ve devamında
çocuk kitapları derken 10’un üzerinde kitabı olan üretken bir yazarsınız.
Şiirler, öyküler, denemeler, köşe yazıları yazıyorsunuz. Artı Milat Gazetesinde
de yazıyorsunuz. Yetkin birçok edebiyat dergisinde ve internet ortamında aktif
olarak varsınız. Bu üretkenliğinizi sağlayan iç dinamiklerinizden bahseder
misiniz bizlere?
Yazmayı boş zamanların eğlencesi olarak görmedim hiç. Sıkı
bir bilinçle sarıldım kaleme. Bu, ilk yazdığım yazıda da böyleydi. Son yazdığım
yazıda da. Harflere tutunmayı hayata tutunmakla eş görüyorum. Ayakta olmak için
ve var olduğumu dünyaya haykırmak için cümleleri kendime yoldaş ediyorum.
İnsanların gönüllerine ulaşmak için o kadar çok yol var ki.
Ben bu yolların tümünü kullanmak istiyorum. Gazetede yazmaya da bu sebeple
başlamıştım. Şimdi de büyük keyifle yazıyorum gazete yazılarımı.
Yazmayı da bir şekilde hayatımın merkezine aldım. Okuduğum
her kitapta, dergide, baktığım her yerde kendime bir yazı konusu arar hale
geldim. Yeni konular, imgeler buldukça da yazmak bende tutkuya dönüştü.
Şiirlerinizde ve yazılarınızda kelimeleri
seçerken nelere dikkat ediyorsunuz?
Yazarken, elimizdeki en büyük hazinemiz kelimeler. Onlar ne
kadar canlı olursa o kadar diri duruyor cümlelerimiz. Bu yüzden özenle seçerim
her kelimeyi. Çünkü yazdıklarımız dünyaya gönderilen bir mektup. İnsanlara
sıradan cümleler okutmaya hakkım yok diye düşünerek kuruyorum her cümlemi.
Hiçbir okuyucunun aklına soru işareti getirmeme gibi bir hassas dengeyi
gözetiyorum. Açık olmayı tercih ediyorum. Ucu açık kelimeler yerine hedefi olan
sözlerin ardına düşüyorum.
Şiir yazarken, şiirin formu, yapısı,
içeriği ve dili hakkında neler söylersiniz artı öncelik neler olmalı?
Şiirde biçime takılan biri değilim. Edebiyatın verdiği
imkânlar neyse kullanılabilir. Yani şiir nasıl geldiyse öyle inşa edilmeli.
Hece, serbest ya da aruz. Hiç fark etmez. Önemli olan kalbe dokunan duyguların
bir şiir olarak meydana gelmesi.
Kendim için de geçerli bu kıstas. Şiire başlarım, baktım ki
hecenin ruhuna dokunmuş dizelerim ya da serbest bir şiirin ruhuna dokunmuşum.
Şiir nasıl gelirse öyle bir hâl alıyor duygular. Aruz için elbette bilinçli bir
kuşanma gerekiyor. Divan Edebiyatı’na olan muhabbetimin devamı için arada bir
de olsa aruzla gazeller yazıyorum.
Gelelim öncelik meselesine. Şiirin form ya da yapısı bu
bağlamda çok da önemli değil. İçerik olarak şiir değerlerle çelişmemeli. Yani
“Bana böyle geldi, böyle yazdım.” demek olsa olsa aymazlıktır. Çünkü “kişi önce
mümindir, sonra şair.” Şiirde özellikle içerik konusunda çok da özgür olmamak
gerek. Şair yaşadığı topraklarla çelişen hiçbir ifadeyi şiirine taşıyamaz.
Böyle bir yol izleyenlerin yazdıklarının da pek bir kıymet-i harbiyesi yok ve
olmamalı.
Romanda, öyküde, şiirde Dede
Korkut’tan günümüze yazınsal mirasımızdan ne oranda besleniyoruz? Bu büyük
mirastan daha çok faydalanmak için neler yapmalıyız?
Geçmişle olan bağımızın çok da kuvvetli olduğuna inanmıyorum.
Öylesine güçlü ve zengin bir edebiyat geçmişimiz var ki bu dünyanın içine hakkıyla
girilse günümüz edebiyatının daha yetkin ürünlerle temsil edildiğini göreceğiz.
İlk şairden – Aprın Çor Tigin- bugün yazılan şiire kadar tüm edebiyat
dünyamızla irtibatta olmak gerek.
Kendine edebiyatçı diyen kişinin geçmişle bağının çok güçlü
olması gerekir. İyi bir edebiyatçı çok iyi bir okur da olmalı aslında. Kişinin
elinde kalemden çok kitap olmalı önce. Şiire II. Yeni ile başlayan ve onu bile
hakkıyla öğrenememiş soyut şairlerle çevremiz kuşatılmaya devam ediyor. Dede
Korkut’u bilmeden, Fuzuli’den gazeller ezberlemeden, Hüs ü Aşk’ın dünyasına
girmeden, Dadaloğlu ile dağlara seslenmeden yazmaya başlamak ne yazık ki kör
topal bir yolculuktan başka bir şey olmaz.
Şiirlerinizin ilk örneklerinden
bugüne kadar olan süreci tahlil etmenizi istersek, şiirlerinizi
değerlendirebilir misiniz?
İlk şiirlerimde bireysel bir durum hakimdi. Merkeze kendimi
aldığım şiirlerdi bunlar. Yani “Tenhalayın Kalbimi” diyerek yalnızlığı
arzuladığım şiirler. Daha sonra sorumluluğu olan ve bireysellikten uzak, derdi
olan şiirler yazmaya başladım. Elbette bu değişim yaşla da ilgili. Dünya
Telaşı’nın insanları kuşattığı bir zamanda doğru olanı işaret etmek gerek diyen
bir şair sorumluluğu ile hareket etmeye başladım. Ben değil “biz” diyen bir
sesti bu. Biz, yani büyük bir coğrafya. Ümmet coğrafyasının sesi olan şiirler
yazdım. Bu ses artık beni kuşattı. Derdi olan, meselesi olan bir sesle artık
şiirler yazıyorum. Yer yer epik bir seslenişi kullandığım, “Dik durmak gerek
zulmün karşısında.” dediğim şiirler bunlar.
Türk Edebiyat dünyasında şiirinizi
nerede görüyorsunuz? Şiirde yeni
soluklara, yeni şiir damarlarına, yeni şiir akımlarına ihtiyaç var diyebilir
miyiz?
Şiirimiz çok canlı. Dergiler çıkıyor. Şiirler dergilerin en
önemli bölümünde yer alıyor. Şiir programları yapılıyor memleketin dört bir
yerinde. Bunlar elbette şiirin ruhunu okşayan güzellikler. Bütün bunların yanında bireyselliğin hakim
olduğu bir şiir dünyamız var. Kendini hayatın ve şiirin merkezinde görüyor ne
yazık ki birkaç dize yazan, birkaç dergide görünen gençler. Aynı dergide
yazdığı şairlerden bile haberi olmadan soyut bir dünyanın sanal şiirini yazan
gençlerin sayısı da her geçen gün artıyor. Böyle bir ortamda yeni bir oluşumdan
ya da akımdan bahsetmek mümkün değil.
Şiir yazarken konu neden ve nasıl
öyküye geldi? Öykü yazmaya ne zaman başladınız?
Öyküyle olan bağımın günlüklerime dayandığıma inanıyorum.
Ortaokul yıllarımdan beri günlük tutan biriyim. Yaşadıklarımı defterime not
ederken aslında bir öykünün de damarını yokladığımı fark ettim. Ayrıca
ortaokuldan beri öyküler okurum. Özellikle Sait Faik’i okumaya başladıktan
sonra ben de öyküler yazabilirim demiştim. Küçük öykü denemeleri yaptım. Bunları
hep defterime not ettim. Yazdıklarımın bir öykü olduğuna inandığım zaman da
dergilere göndermeye başladım. İlk öyküm 2000 yılında Hece dergisinde
yayımlandı. Daha sonra öykü-deneme ve şiir bende hep aynı yoğunlukta devam
etti.
Şiirler, öyküler hayattan beslenir.
Özellikle öykülerinizde seçtiğiniz karakterler, kahramanlar gerçek mi?
Öykülerimi gerçek hayattan alıyorum. Kişiler, mekân ve olaylar.
Bütün bunları kurguyla besleyerek öyküyü vücuda getiriyorum. Hayat bize o kadar
güzel öyküler armağan ediyor ki önemli olan bunları yakalayabilmekte. Bir
etkinlikte tanıştığımız Selman, yolda arabamıza aldığımız Ahmet, 12 Eylül’ü
yaşadığımız dedem, büyük şehirde kendine dünya kuran annem ve diğerleri….
Çocuk edebiyatı üzerine
çalışmalarınız, kitaplarınız var. Bu çalışmalarınızdan bahseder misiniz? Çocuk
edebiyatına yönelik doğru ve faydalı eserler kazandırılma yönüyle nelere dikkat
edilmeli, neler yapılmalı?
Çocuk edebiyatını çok önemsiyorum. Geleceğin büyüklerine çok
sağlam cümleler armağan etmemiz gerek. Çocukları bir müşteri gibi görerek
yapılan hiçbir çalışmadan fayda bekleyemeyiz. Öncelikle bizim dediğimiz
değerlerimizle kuşanmalı çocuklar için yazılan her cümle. Bizim masallarımız
var. Efsanelerimiz, destanlarımız var. Onlardan ilhamla çocuklarımıza modern
masallar yazabiliriz. Onları hayata dosdoğru hazırlayacak kitaplarla
buluşturmamız gerek.
Çocuklar için şiirler yazdım ilkin. Bunları hikâyeler ve
masallar izledi. Çocukluğumdan izler taşıyan hikâyeler yazdım. Elbette hepsinde
de çocukların kalbine düşecek cümleler olmasına dikkat ettim kurduğum her
cümlenin. Şiirlerimi; Çocuklar Çocukluğunu Bilsin adıyla kitaplaştırdım. Çocuk
hikâyelerim de; Irmaklarla Büyüyen Çocuk, Fedakâr Dost ve Kalbime Takılan
Uçurtma…
Birçok edebiyat dergisinde
şiirleriniz ve nesirleriniz yayınlanıyor. Kitaplara giden yolun dergilerden
geçtiğini biliyoruz. Dergilerin işlevi hakkında neler düşünüyorsunuz? Bu
bağlamda Güneysu dergimizi nasıl buluyorsunuz?
Dergisiz edebiyat olmaz. Hem de ne olursa olsun dergiler
hayatımızın merkezinde. Sosyal medya, dijital kuşatma ya da ne olursa olsun
dergiler dimdik ayakta. Görüyoruz ki yeni dergiler çıkıyor sürekli. Dergilerin yeni sayıları çıkınca dergi ile
ilgisi olan herkes büyük bir heyecanla derginin yeni sayısını paylaşıyor.
Bunlar umut veren hareketler.
Dergiler şair ve yazarların yeni ürünlerinin yayımlandığı en
önemli mecra. Bu anlamda yaşamalı dergiler. Yaşayacak da. Gençlerin dergileri
bir mektep görerek yetişme alanları olacak dergiler. Zaten bu düşünce ile çıkan
dergiler daha kalıcı oluyor, uzun soluklu olarak edebiyat dünyamızda yer
alıyor.
Güneysu dergisi üniversite yıllarımdan bu yana takip ettiğim
bir dergi. Bestami Yazgan hocam vesilesi ile tanımıştım dergiyi. Birçok şiirim
de yer aldı dergide. Bir duruşu olan dergilerimizden olan Güneysu’ya nice güzel
sayılar diliyorum.
Çıra Yayınlarından çıkan ‘Şairin Aynası’ deneme kitabınız 2018
yılı, Türkiye Yazarlar Birliği deneme ödülünü aldı. Ödülle alakalı aldığınız
geri dönüşler nasıl oldu? Şairlere, yazarlara verilen ödüller hakkında
düşüncelerinizi alabilir miyim? Ödül veren kurullar için neler önerirsiniz?
Ödül almak elbette yapılan çalışmaların, gayretlerin birileri
tarafından göründüğünün bir ispatı. Ben ne yaparsam yapayım aklıma hiç ödül
gelmeden bir şeyler ortaya koymaya çalıştım. Şairin Aynası kitabımın ödül
alması elbette beni mutlu etti. Ödüller bir yandan işaret anlamına da geliyor.
Ödülden sonra kitaba olan ilgi arttı. Kitap hakkında yazılan yazılarda çok
değerli ifadeler vardı. Bunlar, daha iyi çalışmalara girişmek için bir
motivasyon oluyor.
Ödül olmalı. Marifet iltifata tabidir. Önemli olan kafalarda
soru işareti olmasın. Kurullar seçilirken hassas davranmakta fayda var. Mesela
şiirle arası hiç iyi olmayan birini kurulda görünce insanın aklı karışıyor. Ya
da günümüz edebiyatı ile irtibatı olmayan birilerinin kurulda olması da aynı handikaba
yol açıyor. Ödülü seçecek kurul kendini yenileyen isimlerden oluşmalı. Yani
çağıyla barışık isimler tercih edilmeli. Kurul da seçimini yaparken yeni ses,
yeni soluk ve yeni bir duruşun ardına düşmeli. “Emek” gibi bir kutsal göz ardı
edilmemeli.
Günümüzün yaşam şekli, 21.yüzyıl,
postmodernizm ve küreselleşme, edebiyata, şiire nasıl yansıyor?
Hayatımız gibi edebiyatımız da çokça soyut çokça karmaşık
oldu. Anlaşılamamanın pirim yaptığı vakitlerdeyiz. Anlaşılır olmak avamî olarak
algılanıyor. Özellikle gençler de anlaşılmaz olmak için şekilden şekle girerek
kendilerine bile yabancı bir sesi dillendiriyorlar. Bu yanlış algı günümüz
şiiri denen olguyu da zedeliyor.
Şiir hayatın her kesiminden payını alacak ama şiirsel
duruştan taviz vermeden olacak bu. Her türlü argüman şiirde kullanılabilir.
Çünkü şiir canlıdır. Tıpkı hayat gibi. Önemli olan şiirsellikten uzaklaşmamak.
Postmodernist bir bakış açısı ile bakmak günümüzde oldukça
revaçta. Bunun sebebi de zihinlerin harmanlanmış bir bakış açısını arzuluyor
olması. İnsan yaşadığını okuduklarında da görmek istiyor. Tarihi salt tarihi
olarak değil modernizme uğramış hali ile görmek istiyor. Böylelikle ortaya
fantastik eserler çıkıyor.
Bütün bu değişimler aradaki sınırları da kaldırdı. Dünya
edebiyatı diye bir kavram ortaya çıktı. Edebiyatın ortak bir dili olduğu
gerçeğini düşünecek olursak bu tür edebiyat da dünyamızın renklerini kuşanma
anlamında herkes için bir zenginlik olarak karşılıyor bizi.
Sosyal medyayı, sanal dünyayı, E-dergi
ve kitapları da göz önünde bulundurarak edebiyatımızın, dergilerimizin yol
serüvenlerini nasıl yorumluyorsunuz?
Edebiyatımız her şeye rağmen canlılığını koruyor. Binlerce
kitabın çıkması, memleketin dört yanında kitap fuarlarının olması, yeni
dergilerin çıkıyor olması bu canlılığın en önemli ispatı.
Her şey kendi yolunda ilerler. Bu inanca sımsıkı sarılırsak
edebiyatımız sahih duruşunu sürdürür. Sosyal medya olacak elbette. Sanal dünya
bir ağ gibi saracak her yeri ama edebiyat hâlâ sıcak bir duruş olarak
hayatımızda yer edecek. E-kitaplar olacak ama biz bir kitabın sayfasını
çevirmenin mutluluğundan taviz vermeyeceğiz.
Sırada neler var? Roman, tiyatro ve senaryo
yazmayı düşündünüz mü?
Sırada şiir, deneme, öykü, masal var ama ne yazık ki ne
roman, ne tiyatro ne de senaryo var. Kendime çizdiğim bir yol var. Bu yolda en
iyisini yapmak için çaba sarf ediyorum. Daha fazla dallanıp budaklanarak
zihnimi dağıtmak istemiyorum.
Güneysu Dergimiz için yaptığımız bu güzel söyleşi için çok
teşekkür ediyorum. Uzun soluklu olmasını temenni ettiğim şairlik ve yazarlık yolculuğunuzda
başarılar dilerim.
Mustafa Uçurum
Tokat doğumlu. İlkokulu, ortaokulu ve liseyi
Adapazarı’nda; üniversiteyi Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Türk Dili ve
Edebiyatı Bölümü’nde okudu. Arkadaşlarıyla Martı dergisini ve Yitik Düşler
Edebiyat dergisini, daha sonra Tokat merkezli Polemik dergisini çıkarttı.
Şiir ve yazıları; Dergâh, Yediiklim, Hece, Hece Öykü,
Kırklar, Yolcu, Türk Dili, Karabatak, Türk Edebiyatı, Aşkar, Sabit Fikir, Cins,
Nihayet gibi dergilerde yayımlandı. www.dünyabizim.com sitesinde kitaplar ve
dergiler üzerine yazılar yazmaktadır.
Şairin Aynası kitabı ile TYB 2018 deneme ödülünü aldı.
Milat gazetesinde köşe yazıları yazıyor.
Kitapları: Tenhalayın Kalbimi (Şiir), Esmerliğime
Bakma (Öykü), Fedakâr Dost (Hikâye), Çocuklar Çocukluğunu Bilsin (Şiir),
Irmaklarla Büyüyen Çocuk (Hikâye), Konuştukça Memleket (Şiir), Deneme Çekimi
(Deneme), Kalbime Takılan Uçurtma (Hikâye), Şairin Aynası (Deneme), Şehirde
Yeni Bir Rüzgâr (Deneme), Dünya Telaşı (Şiir)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder