10 Haziran 2020 Çarşamba

Nuri Pakdil’in Kaleminde Mekânlar - Ricat Düşünce, Kültür ve Sanat Dergisi, Sayı 4, 2020 - İlkay Coşkun

Nuri Pakdil’in Kaleminde Mekânlar

Her yazar aynı zamanda her şair için yaşadığı yerler, mekânlar az veya çok önem arz eder. Doğal olarak da bu mekânları yazdıkları eserlerle okurlara taşırlar. Yaşadığı şehrin mekânlarıyla özdeşleşip, yazılarında bunları çokça kullanmış öyle çok yazarımız var ki. Bu yazımda o isimlerin en önde gelenlerinden biri olan, yakın zamanda aramızdan ayrılan rahmetli Nuri Pakdil’in kitaplarında yer alan mekânlara ve onun dilinden mekânların anlatımına yer vermek istiyorum.

Konuyu iki başlık altında ele alabiliriz. Nuri Pakdil’in çocukluğunun ve ilk gençlik yıllarının geçtiği daha çok Kahramanmaraş’ı ve devamında da daha çok yazarlık serüvenine şahitlik eden İstanbul, Ankara ve Avrupa seyahatlerini irdelemek istiyorum. ‘Ekmeğimiz halis alın terinden’ diyerek daha çok Anadolu’yu, bizi ve Müslümanları anlatırken; Kudüs, Filistin, Bağdat, Halep, Mekke, Medine, Türkistan, Afrika nasıl sorusunu çevresine sık sık sormayı da hiç ihmal etmez.

‘Nerede bir çeşme görsem, suyu akıyorsa, Maraş’ın manevi görüntüsü süzülmektedir’ sözüyle Maraş sevgisi ve ilgisi her dem diridir. Ekinözü (Çelâ)dan daha çok Kahramanmaraş’ın damlarında kurutulan tarhanalardan bahseder. Maraş, Bakırcılar Çarşısında çıngı çıkaran çekişlerin seslerini okurlarına taşır. Maraş manifaturacılar çarşısını resmeder bir nevi.

Engizek Dağı, Ahır Dağı, Ali Kayası gibi birçok Kahramanmaraş mekânlarına yazılarında yer verir. ‘Ey başı dumanlı Ali Kayası/ Göksün’e doğru köprüyü geçince’ diyerek, Hz. Ali Efendimizin, ünlü cenklerinin birinde, buralardan da geçtiği, o Kaya’nın üzerindeki izlerin de Sâdık Düldül’ün ayak izleri olduğu rivayet olunan yere göndermede bulunur. Başka bir yerde bağdönüşü Ahırdağı’ndan Maraş’a inişi anlatır. Maraş’ta horoz seslerinden bahseder. Bu örnekleri çoğaltmak pekâlâ mümkün.

Üstadın gönlünde İstanbul’un yeri, değeri bir başkadır. Bu şehrin sağını, solunu, önünü, arkasını, altını, üstünü deri kaplı bir mistik olarak niteler. ‘Fatih’te Haydar Yokuşundan geçtim. Anladım İstanbul’un anlamını bir parça’ diyerek İstanbul’un büyüklüğünü, değerini ifade eder. İstanbul’a ‘kalbime cemre düştü. Hoş geldin güzel Tarih’ mısralarıyla seslenir. ‘Hangi gece kuş yüreği değilse Kadıköy/ çok sık görürsünüz çömelip ağlayanları’ diyerek bu satırları paylaşır okurlarıyla. Başka bir yerde İstanbul’u ‘yarısı mutlaka Üsküdar’dadır/ aynadan geçiyorsa akşamları’ demektedir. ‘Martılar karanfil dökerken sulara/ hiç böyle İstanbul olamadı kimse’ tanımlamalarıyla devam eder. Yeni Cami’nin alnından öpmeyi ister. ‘Işıldar baştanbaşa Boğaziçi/ değmeyegörsün gözlerin sulara’ demektedir. Marmara Denizi’ni titrek bir kurbağa olarak görmesi ise ilginçtir. ‘Öper Sultanahmed Ayasofya’yı göneşe karışır zülüflerinde’ benzetmesini yapar.  İstanbul’un Tophaneler Parkı, Galata Kulesi, İstinye, Küplücük, Kuzguncuk, Kadıköy-Moda Şeridi, Erenköy horozları, Telli Kavak Sokağı, Tunuslu Sokak, Suadiye, Cağaloğlu, Kapalıçarşı gibi onlarca mekânı yazılarıyla ve şiirleriyle taşır bizlere. İstanbul’un mutlak öğreti’ye çeken bir yönünün olduğundan bahseder. Eminönü’nde balık, ekmek yenmesinden martıların havada direnti ikmali yapmasından ve daha niceleri. Yazılarının bir yerinde İstanbul ile Paris’i şöyle karşılaştırır. ‘Güvercin bir sevincin, yükselişin ve umudun simgesi. Köpek; yalnızlığın, korkunun, savunma gereğinin simgesi. İstanbul’da ne kadar güvercin varsa Paris’te o kadar köpek var’ demiştir.

Üstad Nuri Pakdil bazı şehirler için ‘Tanrı’nın gazabına uğrayası kentler’ tanımlaması, bir çok noktada üzerinde durulması gereken bir ifadedir. İngiliz’in yurdunu, nifak çıkaracağı her yer olarak görür. Roma’yı put kuyusu olarak niteler başka bir taraftan. Avrupa gidişlerindeki gözlemi bu anlamda olumsuzdur.

Kudüs Şairi olarak nitelendirilen Nuri Pakdil’in kutsal mekânlara ilgisi dikkat çekici ve Müslümanca bir yaklaşımdır. 2015 yılı Mart ayında ilk kez Kudüs’e gittiğinde El Aksâ’nın kapısını görünce titrediğinden bahseder. ‘Tutsak El Aksâ, bütün Müslümanların inançlarını yıkmayı amaçlayan bir inanç cinayetinin suçsuz kurbanı olarak, Müslümanların kalplerinde, sayfaları yırtılmış kitap gibi’ durduğundan bahseder. Mesela, ‘Kudüs’ü düşünme saati’ teziyle bir yaklaşım sergiler. Kudüs bilinciyle yeni günleri gözetmeyi önceler.

Başka bir yerde Kudüs hakkında şöyle der. ‘Akmaya başladılar mı yıldızlar ellerine/ oturup Kudüs’ü çağır ağır ağır kalbine’

En bilindik sözlerinden birisi, ‘yüreğimizin yarısı Mekke’dir. Geri kalanı da Medine’dir. Üstünde bir tül gibi Kudüs vardır’ Kudüs üzerine yazdığı şiirlerde ve yazılarında başka neler var bir bakalım.

* ‘Kudüs sevilmeyen insanlığa girilemez’

* ‘Kudüssüz ve İstanbulsuz aşk yoktur. Kudüs kuzeye doğru akar, İstanbul güneye’

* ‘Gel/anne ol/ çünkü anne/ bir çocukken bir Kudüs yapar’

* ‘Yürü kardeşim ayaklarına bir Kudüs gücü gelsin’

* ‘Adam baba olunca içinde bir Kudüs canlanır’

Kudüs’den başka Müslümanların kutsal mekânları ve Müslüman coğrafyalara şiirlerinde ve yazılarında bolca yer verir. Mesela, ‘sözcüğün onun kavlinden/ bütün yönler silme Mekke’ Ayasofya’ya karşı hüznünü ‘Ah Ayasofya’ diyerek yansıtır.

‘Secdeye varacak (mekân)ı/ Duruyor Kâbe’de (zaman)ı’ olarak Kâbe’yi ele alır. Mekke Medine Hicret hattından bahseder. ‘Gelip yanında durdu mu Afrika/ Bilâlidir ufkunda ki yağmur da’

Yazılarında şiirlerinde Ankara’ya da birçok yerde yer verdiğini görmekteyiz. ‘Geçmeyegöreyim Ulucanlar’da/ düşer yoluma gölgeleri tek tek’ der. Ulucanlar için, Ankara İstiklal Mahkemesi infazlarının çoğu Samanpazarı’nın bu bölümünde yapıldığından, halkın, asılan Müslümanların anılarını yaşatmak için bu semte Ulucanlar adını verdiği söylenir diyerek birde bu konuda not düşmüştür. 1997 Sincan’ın portresini şöyle çizer. ‘Dururken de yürümüyor mu ki Think/ Tank derisi tıkalı insanlara’

Üstad, Erciyes’i ‘Beyaz saklı ahi/ Hu emekçi Erciyes’ olarak tanımlar. Cudi Dağı hakkında şunları dillendirir. ‘Cudi Dağı’nda vah vah kurşundan ağır gelir’. Ardından Hacıbektaş’ta mağrur bir kavaktan bahseder. Başka bir yerde ‘Namaz Dağı yaslandı Gabar Dağı’na/ şakır şakır varıyorlar İstanbul’a’ demiştir.

Yazılarında, şiirlerinde İslam düşüncesini, medeniyetini önceleyen, edebiyatçılığının yanında fikir insanı olarak tanıdığımız yedi güzel adamdan biri olan Nuri Pakdil mekânların dili olmuştur adeta. Gitmeyenlere görmeyenlere aracılık yapmıştır satırlarında. Daha çok Anadolu ve ulaşabildiği, okuduğu Müslüman coğrafyasını gözlemleriyle fikirleriyle okurlarına taşıma isteğini hakkıyla yerine getiren, ‘Kudüs Şairi’ gibi haklı bir unvana sahip olan Üstad Nuri Pakdil’i bu yazımla rahmetle ve minnetle anmak istedim.

İlkay Coşkun
Ricat Düşünce, Kültür ve Sanat Dergisi
Sayı 4, 2020 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder