Her yazar aynı zamanda her şair için yaşadığı yerler,
mekânlar az veya çok önem arz eder. Doğal olarak da bu mekânları yazdıkları
eserlerle okurlara taşırlar. Yaşadığı şehrin mekânlarıyla özdeşleşip,
yazılarında bunları çokça kullanmış öyle çok yazarımız var ki. Bu yazımda o
isimlerin en önde gelenlerinden biri olan, yakın zamanda aramızdan ayrılan
rahmetli Nuri Pakdil’in kitaplarında yer alan mekânlara ve onun dilinden
mekânların anlatımına yer vermek istiyorum.
Konuyu iki başlık altında ele alabiliriz. Nuri Pakdil’in
çocukluğunun ve ilk gençlik yıllarının geçtiği daha çok Kahramanmaraş’ı ve
devamında da daha çok yazarlık serüvenine şahitlik eden İstanbul, Ankara ve Avrupa
seyahatlerini irdelemek istiyorum. ‘Ekmeğimiz
halis alın terinden’ diyerek daha çok Anadolu’yu, bizi ve Müslümanları
anlatırken; Kudüs, Filistin, Bağdat, Halep, Mekke, Medine, Türkistan, Afrika nasıl
sorusunu çevresine sık sık sormayı da hiç ihmal etmez.
‘Nerede bir çeşme
görsem, suyu akıyorsa, Maraş’ın manevi görüntüsü süzülmektedir’ sözüyle Maraş sevgisi ve ilgisi her
dem diridir. Ekinözü (Çelâ)dan daha çok
Kahramanmaraş’ın damlarında kurutulan tarhanalardan bahseder. Maraş, Bakırcılar
Çarşısında çıngı çıkaran çekişlerin seslerini okurlarına taşır. Maraş manifaturacılar
çarşısını resmeder bir nevi.
Engizek
Dağı, Ahır Dağı, Ali Kayası gibi birçok Kahramanmaraş mekânlarına yazılarında
yer verir. ‘Ey başı dumanlı Ali Kayası/
Göksün’e doğru köprüyü geçince’ diyerek, Hz. Ali Efendimizin, ünlü
cenklerinin birinde, buralardan da geçtiği, o Kaya’nın üzerindeki izlerin de
Sâdık Düldül’ün ayak izleri olduğu rivayet olunan yere göndermede bulunur.
Başka bir yerde bağdönüşü Ahırdağı’ndan Maraş’a inişi anlatır. Maraş’ta horoz
seslerinden bahseder. Bu örnekleri çoğaltmak pekâlâ mümkün.
Üstadın
gönlünde İstanbul’un yeri, değeri bir başkadır. Bu şehrin sağını, solunu,
önünü, arkasını, altını, üstünü deri kaplı bir mistik olarak niteler. ‘Fatih’te Haydar Yokuşundan geçtim. Anladım
İstanbul’un anlamını bir parça’ diyerek İstanbul’un büyüklüğünü, değerini
ifade eder. İstanbul’a ‘kalbime cemre
düştü. Hoş geldin güzel Tarih’ mısralarıyla seslenir. ‘Hangi gece kuş yüreği değilse Kadıköy/ çok sık görürsünüz çömelip
ağlayanları’ diyerek bu satırları paylaşır okurlarıyla. Başka bir yerde
İstanbul’u ‘yarısı mutlaka Üsküdar’dadır/
aynadan geçiyorsa akşamları’ demektedir. ‘Martılar karanfil dökerken sulara/ hiç böyle İstanbul olamadı kimse’
tanımlamalarıyla devam eder. Yeni Cami’nin alnından öpmeyi ister. ‘Işıldar baştanbaşa Boğaziçi/ değmeyegörsün
gözlerin sulara’ demektedir. Marmara Denizi’ni titrek bir kurbağa olarak
görmesi ise ilginçtir. ‘Öper Sultanahmed
Ayasofya’yı göneşe karışır zülüflerinde’ benzetmesini yapar. İstanbul’un Tophaneler Parkı, Galata Kulesi,
İstinye, Küplücük, Kuzguncuk, Kadıköy-Moda Şeridi, Erenköy horozları, Telli
Kavak Sokağı, Tunuslu Sokak, Suadiye, Cağaloğlu, Kapalıçarşı gibi onlarca mekânı
yazılarıyla ve şiirleriyle taşır bizlere. İstanbul’un mutlak öğreti’ye çeken
bir yönünün olduğundan bahseder. Eminönü’nde balık, ekmek yenmesinden
martıların havada direnti ikmali yapmasından ve daha niceleri. Yazılarının bir
yerinde İstanbul ile Paris’i şöyle karşılaştırır. ‘Güvercin bir sevincin, yükselişin ve umudun simgesi. Köpek;
yalnızlığın, korkunun, savunma gereğinin simgesi. İstanbul’da ne kadar güvercin
varsa Paris’te o kadar köpek var’ demiştir.
Üstad
Nuri Pakdil bazı şehirler için ‘Tanrı’nın
gazabına uğrayası kentler’ tanımlaması, bir çok noktada üzerinde durulması
gereken bir ifadedir. İngiliz’in yurdunu, nifak çıkaracağı her yer olarak görür.
Roma’yı put kuyusu olarak niteler başka bir taraftan. Avrupa gidişlerindeki gözlemi bu
anlamda olumsuzdur.
Kudüs Şairi olarak nitelendirilen Nuri Pakdil’in kutsal
mekânlara ilgisi dikkat çekici ve Müslümanca bir yaklaşımdır. 2015 yılı Mart
ayında ilk kez Kudüs’e gittiğinde El Aksâ’nın kapısını görünce titrediğinden
bahseder. ‘Tutsak El Aksâ, bütün Müslümanların inançlarını yıkmayı amaçlayan bir inanç cinayetinin
suçsuz kurbanı olarak, Müslümanların kalplerinde, sayfaları yırtılmış kitap
gibi’ durduğundan
bahseder. Mesela, ‘Kudüs’ü düşünme saati’
teziyle bir yaklaşım sergiler. Kudüs bilinciyle yeni günleri gözetmeyi önceler.
Başka bir yerde Kudüs hakkında şöyle der. ‘Akmaya başladılar mı yıldızlar ellerine/ oturup Kudüs’ü çağır ağır
ağır kalbine’
En bilindik sözlerinden birisi, ‘yüreğimizin yarısı Mekke’dir. Geri kalanı da Medine’dir. Üstünde bir
tül gibi Kudüs vardır’ Kudüs üzerine yazdığı şiirlerde ve yazılarında başka
neler var bir bakalım.
* ‘Kudüs sevilmeyen
insanlığa girilemez’
* ‘Kudüssüz ve
İstanbulsuz aşk yoktur. Kudüs kuzeye doğru akar, İstanbul güneye’
* ‘Gel/anne ol/ çünkü
anne/ bir çocukken bir Kudüs yapar’
* ‘Yürü kardeşim ayaklarına
bir Kudüs gücü gelsin’
* ‘Adam baba olunca
içinde bir Kudüs canlanır’
Kudüs’den başka
Müslümanların kutsal mekânları ve Müslüman coğrafyalara şiirlerinde ve
yazılarında bolca yer verir. Mesela, ‘sözcüğün onun
kavlinden/ bütün yönler silme Mekke’ Ayasofya’ya karşı hüznünü ‘Ah Ayasofya’ diyerek yansıtır.
‘Secdeye varacak (mekân)ı/
Duruyor Kâbe’de (zaman)ı’ olarak Kâbe’yi ele alır. Mekke Medine Hicret hattından bahseder. ‘Gelip yanında durdu mu Afrika/ Bilâlidir ufkunda ki yağmur da’
Yazılarında şiirlerinde Ankara’ya da birçok yerde yer
verdiğini görmekteyiz. ‘Geçmeyegöreyim
Ulucanlar’da/ düşer yoluma gölgeleri tek tek’ der. Ulucanlar için, Ankara
İstiklal Mahkemesi infazlarının çoğu Samanpazarı’nın bu bölümünde yapıldığından,
halkın, asılan Müslümanların anılarını yaşatmak için bu semte Ulucanlar adını
verdiği söylenir diyerek birde bu konuda not düşmüştür. 1997 Sincan’ın
portresini şöyle çizer. ‘Dururken de
yürümüyor mu ki Think/ Tank derisi tıkalı insanlara’
Üstad, Erciyes’i ‘Beyaz
saklı ahi/ Hu emekçi Erciyes’ olarak tanımlar. Cudi Dağı hakkında şunları
dillendirir. ‘Cudi Dağı’nda vah vah
kurşundan ağır gelir’. Ardından Hacıbektaş’ta mağrur bir kavaktan bahseder.
Başka bir yerde ‘Namaz Dağı yaslandı
Gabar Dağı’na/ şakır şakır varıyorlar İstanbul’a’ demiştir.
Yazılarında, şiirlerinde İslam düşüncesini, medeniyetini
önceleyen, edebiyatçılığının yanında fikir insanı olarak tanıdığımız yedi güzel
adamdan biri olan Nuri Pakdil mekânların dili olmuştur adeta. Gitmeyenlere
görmeyenlere aracılık yapmıştır satırlarında. Daha çok Anadolu ve ulaşabildiği,
okuduğu Müslüman coğrafyasını gözlemleriyle fikirleriyle okurlarına taşıma
isteğini hakkıyla yerine getiren, ‘Kudüs
Şairi’ gibi haklı bir unvana sahip olan Üstad Nuri Pakdil’i bu yazımla
rahmetle ve minnetle anmak istedim.
İlkay Coşkun
Ricat Düşünce, Kültür ve Sanat Dergisi
Sayı 4, 2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder