Okunacak Kitap "Hava"
Sezai Karakoç’un İmgelerindeki Hava
Genelde birçok şairin şiirinde de olagelen ruh halleri betimleme, pastoral durum tespiti ve kimi çağrışımlar cihetiyle hava, iklim, mevsimler, yağışlar vs. temaları oldukça fazlasıyla yer almaktadır. Bu bağlamda Sezai Karakoç’un bazı şiirlerinde de bu durumu görmekteyiz. “Rüzgâr, Yağmur Duası, Kar Şiiri, Yaz, Güz Anıtı, Gök Gürültüsü Anıtı, Kış Anıtı, Fırtına, Sonbahar, Kış, Eleğimsağma Şiiri” gibi şiir isimleriyle karşılaşıyoruz. Sezai Karakoç'un Monna Rosa şiiri başta olmak üzere birçok şiirinde bu temada ki betimlemeler dikkat celp etmektedir. Bütün şiirlerini ve şiir kitaplarını kapsayan “Gün Doğmadan” toplu şiirlerinde “Birinci Sağanak: Bahar Sağanağı - İkinci Sağanak: Ateş Sağnağı - Üçüncü Sağnak: Gölge Sağnağı”... “Onüçüncü Şağnak: Kış Sağnağı Ölüm” şeklindeki kitap bölümleriyle bu durum daha da belirgindir. Her bölümde hayatın evrelerine işaret ederek işlenmektedir. On üç merhale ile şiirlerin inşa hali tamamlanmaktadır. Ve devamında diriliş döngüsü baştan başlatılarak tekraren çark döndürülmektedir.
Şiir içeriklerinde daha çok “yağmur, rüzgâr, kış, kar, bahar, eleğimsağma, yaz” gibi adlandırmalarıyla karşılaşmaktayız. Şiirlerdeki bazı alıntılarla konunun içeriğine yönelik bir pencere aralayalım. “Rüzgâr” isimli şiirin ilk bölümü şu şekildedir; “Uçurtmamı rüzgâr yırttı dostlarım!/ Gelin duvağından kopan bir rüzgâr/ Bu rüzgâr yüzünden bulutlar yarım/ Bu rüzgâr yüzünden bana olanlar…” Başka bir şiir; “Yağmur Duası”nın ilk bölümü şu şekildedir. “Ben geldim geleli açmadı gökler/ Ya ben bulutları anlamıyorum/ Ya bulutlar benden bir şeyler bekler/ Hayat bir ölümdür, aşk bir uçurum/ Ben geldim geleli açmadı gökler” Şairin bütün bu yazdıkları, ortak bir gönül dili çerçevesinde ele alınıp işlenmektedir tabi. İslami değerleri içine almış kadim bir kültür anlayışında yol alınmaktadır. 1952 yılında genç yaşlarda yazılan Monna Rosa şiirinde de yağmur ve rüzgâr imgeleri çokça yer almaktadır. Rüzgâr ve yağmur hareketliliği, gençliği, gürbüzleşmeyi imlemektedir adeta. “Yeri gelir, yağmur iğri iğri düşer toprağa” denmektedir. Başka bir yerde “bir mumun arkasında rüzgâr bekler” denmektedir. “Yağmurlardan sonra büyürmüş başak/ Meyvalar sabırla olgunlaşırmış/ Bir gün gözlerimin ta içine bak/ Anlarsın ölüler niçin yaşarmış/ Yağmurlardan sonra büyürmüş başak” Ayrıca Şehrazat şiirinde şöyle bir benzetme yapılır. “...Bir ömür boyu yağan bir ömür boyu karsın/ Sen merhamet sen rüzgâr sen tiril tiril kadın” Monna Rosa şiirinin “Pişmanlık ve Çileler” bölümünde, “Rüzgâr eser, yağmur yağar, tilkiler üşür/ Bir odun parçası aydınlatır ocağı/ Anne ateşin önünde perişan/ Anne ateşin içinde hür/ Rüzgâr eser, yağmur yağar, tilkiler üşür” denmektedir.
Leyla ile Mecnun şiir kitabında yer alan “Doğum” şiirinde, “Bir ilkbahar günü doğdun sen/ Baharın ta kendisi oldun sen” denilerek bahar imgesiyle Leyla'ya seslenilmektedir. “Zamana Adanmış Sözler”de; “Bir rüzgâr çarptı yüzüme bahar diye bağırarak/ Bir köleyi özgürlüklere çeker gibi beni sana çağırarak”, “Çöl Muştusu”nda “Gül gelmiş gül gelmiş/ Şam’dan bir bulut inmiş/ Bağdat'tan bir rüzgâr esmiş/ Sabah rüzgârları esmiş” diyerek ruh coğrafyamıza bir göndermede bulunulmaktadır. “Gül Muştusu” kitabından “Baharla karışık su/ Eleğimsağma damlaları/ Kar marmeladı/ Her damlasında şimşek/ Bir avuç suyunda yıldırım/ Gök gürültüsünün salkımı...” Son olarak da “Hızır ile Kırk Saat”te Çocuklar, gök çiğinin tüveyçlerine benzetilmektedir.
Üstad Sezai Karakoç’un bu şiir örneklerinde olduğu gibi hava, pastoral bir övgüden ziyade daha çok mevcut hali anlatmada bir araç olarak kullanılmaktadır. Kalbe odaklı dokunaklı ve duyarlılıkta olan imge örgüsünde dört mevsim havamızın her hali böylelikle sergilenmektedir. Yaşamın içinde insan, dünya ve canlı olgusu yolunu böylelikle almaktadır. Şiirlerde yer alan hava ile ilgili bütün bu bölümler her ne kadar fikirleri ve mevcut durumu anlatmada kullanılıyor gözükse de havanın özüne dair anlatımları da ihtiva etmektedir. Hz. Mevlana’nın dediği gibi “Saman elde etmek için buğday ekilmez” sözü ne kadar doğru olsa da samanında buğdaya yakın bir derece de kıymete haiz olduğunu biliriz.
Hava Nasıl Tarih Yazar
Ronald D. Gerste'nin "Hava Nasıl Tarih Yazar" kitabında havanın bu işleviyle alakalı verilen örneklerle bu konuya etraflıca cevaplar aranmaya çalışıldığını görmekteyiz. 2015 yılında baskısı yapılan kitabın çevirisi 2017 yılında Meltem Karaismailoğlu tarafından yapılmış. Kitap ülkemizde, Kolektif Kitap etiketiyle okurlarıyla buluşturulmuş. Kitap isminin alt başlığı “Antik çağdan günümüze iklim değişiklikleri ve felaketler” şeklindedir. Kitapta verilen bütün örneklemeler daha çok bir batılının, bir Alman’ın bakışı ve görüşüyle şekillenmiş olduğunun notunu da öncelikle olarak düşmek istiyorum.
Antik çağdan günümüze değin özellikle ekstrem iklim değerlerinin geriye doğru tespit edilmesinin, bunlara dair kimi tahminlerin yapılabilmesinin yol ve yöntemleri de yer almaktadır. Gelişen teknolojilerle beraber bu yöntemler daha da bir çeşitlenmiştir. Mesela kimi kireçtaşı mağaralarında ki sarkıt ve dikitler üzerinde yapılan incelemelerde keskin iklim değişiklikleri kimi analizlerle tespit edilebilmektedir. Bu incelemeler, kayaçlar gibi başka birçok nesne üzerinde de yapılabilmektedir. Eski ağaç halkalarının karşılaştırmaları, analizleri bir diğeridir. İklim hakkında kimi tarihi vesikalar ve söylenceler gibi bu listeyi pekâlâ daha da uzatabiliriz. Bütün bu çalışmalar ile beraber geriye doğru iklimsel bir bellek oluşturulmaktadır.
Romalıların altın çağına iklimin olumlu etkisi, dokuzuncu yüzyılda Maya yüksek kültürünün sonlanması ve iklimin bunda aldığı yol bir bir irdelenmektedir. 800 ile 1000'li yıllar arasında etkili kurak bir dönem yaşanmış ve bu da Maya medeniyetinin sonlanmasında etkili bir güç unsuru olmuştur. Ayrıca Justinianus veba salgınında (M.S. 541-549) iklimin rolünü yadsıyamayız. 1281 de Cengizhan'ın torunu Moğol Hükümdarı Kubilay'ın, Japonlarla yaptığı deniz savaşında etkili olan tayfun nedeniyle bozguna uğramıştır. Yaşanmış başka ekstrem değerlere de bakacak olursak; Ocak 1709'da hafızalarda en soğuk kış yaşanmıştır. 1739 - 1741 tarihleri arasında İrlanda ve çevresinde etkili olan soğuklar küçük bir buzul çağını andırmaktaydı ve üç yüz bin kişinin hayatına mal olmuştur. 1812- 1815 yıllarında Napolyon'un karşılaştığı olağanüstü Rusya şartları bir diğer etkili örnektir. 1815- 1816 da dünyanın kimi bölgelerinde yazsız geçen bir yıl yaşanmış olduğu vurgulanmaktadır. 1914 yılında etkili olan Halsey tayfunu özellikle Amerikan donanmasına büyük zararlar vermiştir. 1941 kışında Moskova'ya ilerleyen Alman Nazi ordusu donmuş ve soğuklar nedeniyle büyük bir kayıp vermiştir. Yine 5-6 Haziran 1944 tarihinde Normandiya'daki fırtınalı yaz havasının geçici olarak sakinleşmesinin önceden tahmin edilmesi ile beraber çıkarmanın başarıya ulaştığını görüyoruz. Son olarak 29 Ağustos 2005'te yaşanan Katrina Kasırgasının zararları bir diğeridir. Bunun gibi Maria, Irma, Hilary gibi birçok kasırga isimlerini de örnek olarak verebiliriz. Bu örnekler bize gösteriyor ki bu olağanüstü hava şartları dün olduğu gibi bugünde yarında yaşanacak maalesef ve tarihe hem damgasını vuracak hem de tarihin akış istikametini değiştirip başrolünü oynayacaktır.
Orta çağ döneminde 300-400 yıl, sıcak bir dönem yaşandığını görüyoruz. Bin’li yıllarda Grönland da çok daha soğuk havalar yaşanmıştır. 1315-1350 yılları arasında özellikle dünyanın kimi bölgelerinde uzun süreli yağmurlar görülmüş. Yine 1315-1850 tarihleri arasında kimi bölgelerde küçük buzul çağı yaşanmıştır. Bütün bu örneklerde olduğu gibi bin yıllar içerisinde gerek sıcak dönem gerekse de soğuk dönemler devri daimî olarak yaşanmıştır. Kayıtlara geçen, dünyamızda en sıcak on beş yaz mevsiminin 14'ü yirmi birinci yüzyılın başlarında yaşanmış olduğunun da notunu düşmemiz gerekiyor. Ayrıca bu dönemlerin bir birisiyle kıyaslaması şu şekilde yapılmaktadır. "Geçtiğimiz 2 bin 3 bin zaman diliminde iklim tarihi incelendiğinde, sıcak dönemler daha ziyade kültürel ve toplumsal hareketliliklerin, gelişmenin ve ilerlemenin daha iyi olduğu, soğuk dönemlerde ise istikrarsızlık ve krizler daha çok kendini göstermiştir" (s. 21) Şeklindedir. Bu tespitleri salt doğru kabul edemeyiz elbette. Yoksa Asya'nın ve Orta Doğu’nun steplerinden Avrupa üzerine yapılan kitlesel göç hareketlerini sadece bu kabul üzerinden nasıl izah edebiliriz?
Antik çağdan günümüze gelene kadar yaşanmış olan bütün bu iklim değişiklikleri ve ekstrem değerler bize, küresel ısınmanın ve iklim değişikliklerin sadece insanlar eliyle ve fosil yakıtlar marifetiyle olmadığını göstermektedir. En azından kimi bilim insanlarının bu doğrultuda fikir beyanında bulunduklarını söyleyebiliriz. "Suçlu bir bağırmış suçsuzun ödü kopmuş" durumuna da düşmemek gerekir. Daha dengeli düşünüp iklim değişikliğinin ne sadece insan odaklı ne de sadece insandan bağımsız olmadığını görmemiz gerekiyor. Ağaca tekme atarak, tepesine çiçekler yağdıran İranlı bir âlimin nezaketi ağaçtan öğrenmesi gibi bir durumda yaşanacaktır.
Yine de iklim değişikliklerinin nedeninin antropojenik olduğu fikri ağır basmaktadır. En azından iklim değişikliğinin insan eliyle olan etki kısmının minimize edilmesi için gayret göstermeliyiz. Bir Danimarka atasözün de dendiği gibi "İyilikte kötülükte bumerang gibidir, mutlaka size geri döner" Aynı bunun gibi biz dünyamıza iyilik edelim ve daha çok iyilik bulalım. Yoksa çok şeye geç kalacağız maalesef. Konya'da söylene gelen "Bayram gelince şırlan yağını başına dök" örneğinde olduğu gibi geç kalmışlığı yaşamayalım. Savaşlarla, mücadelelerle yarış halinde olan dünya insanının, düzen ve sıradan hayatının karşısında, doğru ve hakkaniyetli aksülamel bir duruşu da her daim yaşatmalıyız.
İlkay Coşkun
Kültür Ajanda Dergisi
Mart 2025, sayı 136
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder