28 Haziran 2025 Cumartesi

Hayalografi

“Hayalografi” Kitabında Hayâl ile Gerçeklik

‎”Hayalografi” Yazar Emine Türker Özgen'in, Aralık 2024'te, Günce Yayınları etiketiyle okurlarıyla buluşturduğu anlatı kitabıdır. İki yüz sekiz sayfa hacmindeki kitapta, otuz yazı yer almaktadır. Yazım hayatında, şiirde, edebiyatta, resimde, musiki de, tiyatroda, sinemada, bilimde iz bırakmış olan otuz kıymetli isme yer verilmektedir. Öyle ki bu isimler, Türk edebiyatında, sanatında en temel, en gümrah, en örnek numune özellik taşımaktadırlar. Bu isimlerin en önemli özelliklerinden bir başkası da ilham veren yönlerinin olmasıdır.
‎İzninizle bu isimleri sıralamak istiyorum. “Afife Jale, Orhan Veli, Edip Cansever, Nazım Hikmet, Salah Birsel, Cemal Süreya, Gülten Akın, Âşık Veysel, Sabahattin Ali, Aziz Nesin, Yaşar Kemal, Leyla Erbil, Can Yücel, Fakir Baykurt, Behçet Necatigil, Ferhan Saylıman. Tezer Özlü, Sevim Budak, Azra Erhat, Rıfat Ilgaz, Adile Naşit, Tarık Akan, Fatma Girik, Tuncel Kurtiz, Nezihe Muhiddin, Muazzez İlmiye Çığ, Türkan Saylan, Münir Nurettin Selçuk. Timur Selçuk, Fikret Mualla Saygı” isimlerini sıralayabilirim. Anlatımlar bu isimlerle sınırlı kalmaz. Bu kıymetlerin hayatlarına dokunmuş ve çağdaşı olmuş, “Bedia Muvahhit, Halide Edip, Yıldız Kenter, Cahide Sonku, Oktay Rıfat, Metin Eloğlu, Abidin Dino, Ara Güler, Neyzen Tevfik, Ertem Eğilmez” gibi yazmakta zorlandığım onlarca başka isme de yer verilmektedir.
‎Yazıya, şiire, müziğe, tiyatroya, sinemaya, musikiye nasıl başladıkları, ilk edebi ürünleri, yazdıkları dergiler, yaşadıkları edebi sanat muhiti, mekânlar, evlilikleri, aile hayatları, hayâlleri, kırgınlıkları, mücadeleleri gibi birçok hayat evreleri samimi bir dille ve insani bir üslupla ele alınıp işlenmektedir. Anlatımlarda, kahramanların yaşadıkları, zaman zaman vakitlendikleri yerler ve mekânlarda dikkat çekmektedir. Bu nokta da İstanbul başat mekân olarak dikkat çekiyor. Ankara, İzmir, Eskişehir, Bilecik, Yozgat, Balıkesir, Çukurova, Bursa gibi Anadolu’nun birçok şehrini görmemiz mümkün. Hatta Hollanda, Almanya gibi yaşanılan başka yerleri de bunlara dâhil edebiliriz.
‎Yazılar, hayâl ile gerçek arası bir buluşmayı kapsamaktadır. Alanında iz bırakmış çoğu ismin tanınmış, bilinen olmalarından mütevellit anlatımın gerçekçi ve biyografiye daha çok yaslanmış olduğunu söylesek yeridir. Başka bir ifadeyle, hikâye tarzı, biyografi anlatımlarının kurmaca gerçeklikten ziyade daha çok nesnel gerçekliğinin etkisi altında olduğunu söylesek yeridir.
‎Yaşanılan zaman diliminin ve geçmiş çağın yaşanmışlıkları, hayatlar üzerinden anlamlı bir şekilde resmedilmektedir. Adeta bir nostalji yolculuğuna çıkılmaktadır. Yaşanmışlıklara yönelik bu anlatım dili, yer yer ilgili kahramanın ağzından yapılsa da daha çok Hayalografi yazarının sesini gür bir şekilde duyurmaktadır. Birinci tekil şahıs üzerinden anlatılan hayatlar, ilk elden “içeri”den bir bakışla ele alınmaktadır. Bu da okura içten gelen bir değini güzelliği sunmaktadır. İz bırakan bu kişiler ünlerini, tanınmışlıklarını, zorluklarla yaşayıp sahici hayatlarını yaşamışlardır.
‎Kitapta altını çizdiğim bazı bölümleri burada paylaşmak istiyorum izninizle. Bunlardan birisi, 26 Kasım 1954 yılında Kapalı Çarşı'nın yirmi sekiz gün boyunca yanması hadisesidir. Bu süreçte 1364 dükkân zarar görmüştür. Sabahattin Ali, Almanya'da Frolayn Puder isminde bir kadına âşık olur. “Kürk Mantolu Kadın” eserinin oradan geldiğine inanılır. Başka alıntılar da şu şekildedir. “İnsan yıldızları ne zaman göremez bilir misiniz? Ya hiç bakmamışsa ya da çok bakmışsa! Ya açlığındandır görmeyişi ya da artık doymuş, kanıksamış olduğundan” (s. 105 - Behçet Necatigil), “Prometheus’un tanrılardan çaldığı o ateşin ışığı nereye kadar uzayıp giderse? Yeni bir yolu, Mavi Anadolu Hümanistlerinin yolunu haberdar ediyordu sevdiğine” (s. 133), “Bildiği şeyleri yaşayan insanlardan sıkılıyorum” (s. 171 - Tuncel Kurtiz) Son bir örnekle bu bahsi sonlandıralım. “Sevgi her şeyin temel taşı değil miydi? Eski Türklerde çarıkların burunları yukarı doğrudur; neden biliyor musunuz? Yürürken otları kesmesin, incitmesin diye” (s. 185)
‎Yazılar içeriğinde yıldız işaretiyle alıntı bölümleriyle, yazarın kendi değerlendirmelerinin ve anlatımlarının mecz edildiğini görmekteyiz. Bu birliktelikten öykü tadında bir anlatım çıkmaktadır. Yazılarda ki tanınmış isimleri kaldırın ve tanınmamış isimlerle yer değiştirin, tam bir öykü okuması tadına ulaşırsınız. Başka bir taraftan yazar, anlattığı aksiyoner isimlere sonunda öldü demez. “Kanatlandı, bulutların üstünde dünyaya baktı, en acıklı öyküyü bırakıp erkenden yumdu gözlerini” şeklinde daha incelikli bir perspektiften olaya bakar. Ek olarak, Aziz Nesin’in gerçek isminin
‎Mehmet Nusret olduğunu öğreniyoruz. “Dramaturg, kaknem, tonika, türs, mahlep, tevessü, lepracı” gibi kimi kelimler için de sözlüğe bakmak gibi bir durumu da yaşamaktayız.
‎Yazar, muhtemeldir ki Hayalografi serisini devam ettirecek daha çok sayıda iz bırakmış olanlarla kitabın devamını sağlayacaktır. Yazarın havsalasında bu yazılara namzet belli kişiler vardır ama benim gözlemlediğim hem muhalif hem de aksülamel duruşları olanların çoğunlukta olduğudur. Yaşam felsefeleri üzerinden, felsefi derinliği ve anlamı olan edimler bütününün bir resmi çiziliyor. Başka bir taraftan Kemal Özer sözüne mülhem genişleterek söylersek; “Şair, yazar, kültür ve sanat insanları bilinç işçileridir” sözündeki gibi “bilinç işçiliği” olgusunun içerisini dolduran karakterde olduklarını söylesek yanlış olmaz. Adeta şiirde, edebiyatta ve sanatın diğer dallarında örnek bir rol model silsilesi takip edilmektedir.
‎Özet olarak, geçtiğimiz son yüzyılın tarihi derinliklerinde edebiyatta, sanatta memba edinmiş iz bırakmış, otuz tanınmış ismin hayatlarının, alışılmış biyografi yazılarının dışında, bir öykü üslubuyla işlendiğini söyleyelim. Böylelikle okurun yüreğine dokunan, içten bir anlatım üslubu üzerinden hayatlara dokunalım. Öyle ki yazar sadece övme ve ululama perspektifinden hareket etmez. Bütün hayâlleriyle birlikte hayatlara nüfuz eder adeta. Bu nokta da yazarın başarısı, ismi geçen kahramanları yüreklerinden yakalamış olduğu gerçeğidir. Anlatıda geçen bütün bu mücadeleler, toplumun özgür ve kendi kendine yeterli bireyler olma çabalarını desteklemektedir. İyi okumalar dilerim.
‎İlkay Coşkun
‎Papatya Edebiyat Kültür Dergisi
Sayı 17, Haziran Temmuz 2025




11 Haziran 2025 Çarşamba

Baba

Anne Gölgesinde Ulu Bir Çınar

Anne ile baba arasında irsiyetten, yaratılışından gelen herkesçe malum belirli farklar vardır. Bunlar hayatı renklendiriyor bir bakıma. Babalarda, anneler gibi benzer yapıda olsalardı hayat daha yeknesak daha tekdüze olmaz mıydı? Her ne kadar babalar sevgilerini göstermekte pek mahir olamasalar da baba yüreğinin mahbesinde çok sevgiler taşındığını biliriz. Evladın, annenin, babanın genel anlamda her insanın iyisi de var kötüsü de vardır elbette. Bütün bu değerlendirmemiz ortalama iyi insanlar cihetinde ele alınmaktadır. 

Her çocuğun yolculuğu anne ile başlıyor gözükse de en baştan beridir baba da bu yolculuğun asli üyesidir. Anne, çocuk cihetiyle babanın her zaman önündedir. Bu değer kıymeti de hak ediyor elbette. Bir itirazımız olamaz ama babayı da ihmal etmemek gerekiyor. Bu durumu çok güzel bir izahatla biraz da ajite ederek “Baba, evin en garibanıdır” diyerek bir tespitte bulunur Yazar Vedat Güneş. “Yok canım, o kadar da değildir hani” diyenler olabilir ama böyle bir de gerçekliği yok sayamayız.

Öyle ki hayat şen şadıman değil sadece. Sıkıntılar, zorluklar ve kütüklükler hep insanlarda olan haller. Varlıklarında çok bir kıymetini bilemediğimiz babalarımız, yokluklarında da sırtımızı yaslamayı arzuladığımız dağlar gibidirler. Aynı evlat, anne, eş ve kardeş ölümleri gibi baba ölümleri de büyük ağızlı acılar yaşatır bizlere. Hatta sıladan göçlerde dahi gurbete çıkan hep evlatta olsa daha çok garip kalan babalar ve annelerdir. Hani hep söylenegelir ya özellikle yaşlılıkta, babalar, anneler gibi eve çok kolay sığmadıkları. Doğrudur elbet. İçi içine sığmayan bir baba profilinin yanında, annelerin eve alışkın ve yatkın olmaları burada önemli bir etken olmalı.

Erkek adama çokta yakıştırılamayan hüzün, ağıt; el alem denilen koronun bilmediği öyle çok kırgınlıkları, kırılmaları taşırlar ki bilemeyiz. “En son babalar duyar” isminde bir dizi filmimiz vardı bilirsiniz. Hatırlanacağı üzere, kültürümüzde de olan, babaya her şeyi söyleyememe, yerine göre çekince gibi bazı kültürel sınırların olumlu yanları kadar olumsuz yanları da barındırdığını biliriz. Öyle ki toplumumuz her ne kadar ataerkil anlayış üzerine inşa olunsa da ataerkilin bünyesinde anaerkil damarın daha baskın olduğunu da biliriz.

Baba özlemlerinde, Fatih Kısaparmak’ın şarkısında geçen sözler hep hatırımdadır. “Ağlama mazlum babam/ Ağlama naçar babam/ Kara gün geçer babam, hey/ Bir kapıyı kapayan/ Gene açar babam/ Allah büyük babam, hey” Kulaklarımız ne kadar aşina değil mi? Aziz Nesin'in şiirinde de bahsettiği gibi kimi zaman baba- evlat birbirine uymasa da babalar hep el üstündedir. “...Dünyada tek elini öptüğüm/ Babamdır/ Kırkını geçtin, adam olmadın der/ Başım önünde dinlerim/ Önünde tek baş eğdiğim babamdır/ Sabahlara dek Kur'an okur/ Anamın ruhuna, / İnanır ona kavuşacağına/ Bana gâvur der/ Diş bilemeden / Dünyada tek bağışladığı ben/ Tek bağışladığım odur/ Başım derde girdikçe bakar çocuklarıma/ Bitürlü ölemiyorum der senin yüzünden/ Çocuklar ortada kalacak/ Ölemez kahrımdan benim/ Yaşamak zorunda benim yüzümden./ Gözlerindeki ateş bakışlarında söner/ Tuttuğun altın olsun der./ Çocukluğumu tek anlayan odur/ Dünyaların en iyi babası benim babamdır...”

Sözü dinlenen belagat sahibi büyüklerimize, babalarımıza, dedelerimize hep gıpta ve hayranlıkla ile bakmışımdır. Nasip olursa yaşlılığımı ben de hep böyle hayal etmişimdir. Öyle ki baba, amca, dede muhabbeti diye bir şey hep vardır. Bu muhabbetlerde hayatı daha yumuşatıp, daha yaşanılır kılmayı gösteren şifreler taşınır. Üzerinde asaleti taşıyan izanlar vardır. Nazenin, soylu yükselişlerin güzelliklerini ihtiva ederler. Adam, adam gölgesinde yetişir anlayışının içini dolduran cevherlerdendir.

Her ne kadar anne hakkında sarf edilen sözler kadar olmasa da baba üzerine de çokça şey söylenmiştir. Japonlar, “Baba sevgisinin dağlardan yüce, ana sevgisinin ise denizlerden derindir” demektedirler. George Herbert; “Bir baba, yüzlerce okul hocasına bedeldir” diyerek bir kıyaslamada bulunur. Ebeveynler içinde her ne kadar anne üzerine yazılan kitaplar çoğunlukta olsa da baba üzerine yazılanlar da yok değil. Kitaplar, türküler, şarkılar şeklinde sıralayabileceğimiz uzunca bir liste var elbette. Bunların en çok bilinenleri Franz Kafka’nın “Babaya Mektup” kitabıdır. Bu kitap daha çok problemli, sorunlu bir baba ile çekingen bir evladın yaşadıklarının yazıya dökülmüş halidir. Bizden de Orhan Kemal’in “Baba Evi” otobiyografi eserini örnek verebilirim. Türkülerimiz de şarkılarımız da baba temasına değinileri bolca görmemiz mümkün.

Son yıllardaki kadın ve erkek arasında ki rol değişimleri olsa da yine de evlerin çoğu umuru babaların üzerindedir. Çocukların ihtiyaçları, evin bütçesini hala yola koymak gibi uğraşlar başat görevlerindendir. Bıçağı keskin olan bu çağımızda babalar çoğu olumsuz gidişatlardan etkilenmektedirler muhakkak. Her ne kadar Montaigne, olumsuz gidişatları her çağa özgü hastalıklar olarak görmüş olsa da yaşadığımız çağa özgü hastalıklarda bir o kadar var elbette. İnsanların içinde uluyan yalnızlık zamanlarını da yaşıyoruz maalesef. Saygı ve sevgi olgularının çokça örselenmelerini de… Sonuçta huzur bulunan, baba omzu denen bir yer var ve bu baba gölgesi çınar gibi dağ gibi kuvvet verip insanlığı aydınlatmaktadır.

İlkay Coşkun
Kültür Ajanda Dergisi
Sayı 139, Haziran 2025






Aslın Astarı

“Aslın Astarı” Kitabının Şifreleri

“Aslın Astarı”, Yazar Aynur Özçelik’in Mart 2025’te, KDY Yayınları etiketiyle okurlarıyla buluşturduğu ilk deneme kitabıdır. Elli deneme yazısı ile çiçeği burnunda yeni bir eser. Yüz yetmiş iki sayfa hacmindedir. Kitaptan edindiğim ilk intiba bütün yazıların, Müslümanca bir duruşun, duyuşun ve tavrın sabitesinde yol aldığını söyleyebilirim. Başka bir ifade ile, Kur'an'da geçen “denge” ve “ölçü” doğrultusunda bir bakış serimleniyor.

Kitabın içeriği üzerinden devam edecek olursam; Tematik olarak, “batının şarkiyatçı-oryantalist zihniyeti, göç, acılarımızın ön cephesi hüviyetindeki Kudüs-Filistin zulmü, bu bağlamda İslam düşmanlığı, Rusya-Ukrayna savaşı, ırkçılık, deprem, modernleşme, bütün darbelerle beraber 15 Temmuz darbe girişimi, Fetö, Lgbt, kadınlardaki güzellik algısı, camilerde kadınlarımıza ayrılan yerler üzerine bir eleştiri, evlilik, köy odaları, türkü, kilim, çeyiz sandığı, turnalar, tatil, bayramlarımız, sıla-i rahim, sağlık, yol-yolcu. Soyut kavramlar olarak da saygı, dua, sevgi-aşk” gibi birçok konuya değinildiğini görmekteyiz. Bütün anlatımlarda, titiz bir irdeleme ile birlikte derin bir sorgulayış, ayrıntı sekmenleriyle beraber konuların içeriğine nüfuz edilmektedir. Beklenti ve arzuhal yaklaşımlarla içerik daha da zenginleştirilmektedir.

Mamafih, kadim medeniyetimizin kökleri üzerinden yeniden filizlenecek dönüş ile beraber bir medeniyet arzusu tasavvur edilmektedir. Bu bağlamda anlatımlarda hep bir senkronik duygudaşlık haliyle yol alınıyor. Bu da soylu bir yükselişin basamaklarını oluşturuyor. Orta Doğu başta olmak üzere bütün Müslüman ülkelerde hep bir ağır yaşam sancıları çekilmektedir ne yazık ki. Batıya öykünmeden, sorunlarımıza yönelik bütün çözümlerin kendi içimizde olduğu, bu doğrultuda hareket etmemiz gerektiğinin özgüveni ve erki, vurgularıyla altı çizilmektedir. Merhum Nurettin Topçu’nun “Millet dini, onun ahlâkını, örflerini ve kalbini yoğurmuş, Türk-İslâm medeniyetine yön ve kaynak olmuş İslâm dinidir” anlayışındaki Anadolu mahreçli medeniyet tasavvuru da böyle olsa gerek. Tarihten ve kadim medeniyet anlayışımızdan gelen daha çok sevgi, merhamet, hak, adalet ve vicdan nehirlerinden ziyadesiyle nasiplenmemizle olacaktır. Öyle ki ırmaklar, denizin kokusunu böyle böyle yanlarına alacaktır.

Yazarın, anlatım dilini anlayabilmemiz adına, kitapta altını çizdiğim, alıntıları da içeren birkaç bölümü burada paylaşmak istiyorum izninizle. “Mete Han'ın, savaşacağı Çin ordusunun kendi ordusundan sayıca üstünlüğünü gördüğünde vezirinin, “Ne düşünüyorsunuz efendim?” sorusuna “Bu kadar Çinliyi nereye gömeceği mi” şeklinde verdiği cevabı ve aldığı netice, rasyonel aklın kaidelerinin dışındaki olaylardır” (s. 79), “Nice azlar, çoklara üstün gelecek ve inanmış toplulukların direnişinden bir şuur filizlenecektir” (s. 80), “Kaç kişi duyuyor bilinmez. Herkesin kulağı kendi sesinin peşinde...” (s. 92) Son olarak da Yazar Nesrin Çaylı Hanımdan alıntı bir sözle örneklendirmelerimizi nihayetlendirelim. “Keder göçebedir ve göçebeler maddî-manevî beslendikleri diyarı yurt tutarlar. Ömrümüzdeki kederleri besleyip ağırlamamalı ki kalbimizi yurt tutmasınlar” (s. 110)

Bunlarla beraber anlatımlarda, dilimizden ve kadim ruh medeniyetimizden çokça kelimeye de yer verilmektedir. Bunların bazıları şu şekildedir. “Rüçhan (üstünlük), Necef, ampirik (deneysel), kuvve (düşünce, tasarı), estet (güzel duyu), akut, gayya, ifsat (kargaşa), hezaran (pek çok), Faris, tenakus, broş, tenasüd (dayanışma), râz (sırlı, esrarlı), rikkat (nezaket), mazruf, hükümferma (hükmeden), setret (gizlemek), natür, malayani (boş, anlamsız), kirkit (dokumacılıkta dişli tarak aracı), ve argaç, arış, çözgü” gibi bazı dokumacılık terimleriyle birlikte uzunca bir liste yapabiliriz.

Bütün bu anlatımlarda, konunun kritiği gerek kavramsal olarak gerekse de geçmişten gelen siyak-sibak bakış açılarıyla birlikte derinlikli olarak konuların ele alındığını farklı cümlelerle de olsa söylemiştik. Yerinde tahlillerle gerek ülkemizin gerekse de diğer Müslümanların gelmiş oldukları durum, tarihi olgularla beraber ele alınmaktadır. Sonuçta tarih, bizi daha az hata yapmaya sevk edecek bir tecrübeler bütünüdür filhakika. Ayrıca bütün bu anlatımlarda konular, çözüm önerileri ve teklifler ile birlikte sunulmaktadır. İçeriğin derinlikli ve etraflıca analiz edilmesinden müstefit oldum. Kitabın okunmasını tavsiye ederim. İyi okumalar dilerim.

İlkay Coşkun
Kültür Ajanda Dergisi
Haziran 2025, Sayı 139




1 Haziran 2025 Pazar

Sonra Akşam

“Sonra Akşam” Şiirlerinin Çağrıştırdıkları

Şair Ercan Ata’nın aldığı ödüllerin devamında gelen ilk şiir kitabı, “Ten ve Gölge”nin ilk baskısı 2015 tarihinde yapılmış. Devamında‎ “Sonra Akşam”¹ Şairin ikinci şiir kitabıdır. Bu iki şiir kitabı üzerinden şairin şiir sesini, biçemini daha iyi gözlemleyebiliyoruz. Şiirlerde kullanılan kimi kelimeler ve imajlar üzerinden şiirlerin gelenekten beslenmiş ama modern bir söyleyiş güzergâhında yol almış olduğunu öncelikli olarak söyleyebiliriz. Her ne kadar ‘Ten ve Gölge’ de lirik bir anlatım kendisini hissettirse de her iki şiir kitabındaki ses benzerliği, üslubu ve şairin şiir dokusuyla müsellem sabitkadem bir dil üzerine yol almış olduğunu, mütenasip bir değerlendirme olarak ifade edebiliriz.

‎Şiirler tema olarak, daha çok akşam ve gece olguları üzerinden ölüm konusu işlenmektedir. Başka bir ifadeyle akşam, gece ve zaman olgularının tematize edildiğini söylesek yeridir. Bu anlatımlarda daha ziyadesiyle günün ve dahi hayatın bitimine vurgu yapılmaktadır. Öyle ya her canlının sesleri süpürülüp siluetlerinin tamamı gerisin geri kalplerine gömülecektir. Ayrıca kitabın içeriğinde, şair olgunluğunun getirisi olan hayatı ve zamanı sorgulayış şeklinde bütüncül bir bakışla konular ele alınıp işlenmektedir. Şiirlerde öne çıkan temler olarak da “ölüm, akşam, gece, zaman, ayna, kuyu, ırmak, ceylan, gül, çiçek, kuş, yağmur” gibi ifadeleri sıralayabiliriz.

‎‎Şair, çok çeşitli zengin içerikli kelimelere ve imgelere yer vermektedir. Bu farklı kelimeler, imgeler içerisinde ustalıkla yedirilmektedir. “Projektör, integral, metamorfoz (başkalaşma), liberation (kurtuluş), ahar, paradise (cennet), sabık (eski), mezamir, lal ü ebkem (dili tutulmuş), turfa (işe yaramaz), teşrin (ekim-kasım ortak adı), ariyet (karşılıksız verilen mal), sulb, mutantan (görkemli), requim (ağıt), balaylayka, biteviye (tek düze)” Bunlar gibi çok farklı kökenlerden gelen kelimeleri şiirlerde kullanabilmek, imgeler içerisinde bunların anlam bulmasını sağlamak, gerçekten usta bir şairin tezgahından geçmeyi gerektirmektedir. Ek olarak, bazı şiir bölümlerinde şair, eğik çizgi (/) ve kelime bölme ile ikili okumaya ve ikili anlama imkân vermektedir. “y’ağsam göğsüme”, “z’alim bir şehzade”, “te/cim”, “ney/iz” gibi.

‎Şiirlerde gerek alıntılar üzerinden gerekse de felsefi bakış açısından birçok şaire göndermelerde bulunmaktadır. Bu isimlere bir göz atacak olursak, “Ece Ayhan, Resul Tamgüç, Hilmi Yavuz, Necatigil, Ali Ural, Cafer Turaç, Ahmet Muhip Dranas, Turgut Uyar, Bülent Parlak, Sabahattin Ali, Kundera, Nuri Pakdil, Cemal Süreya, Rıdvan Kadir Yeşil” gibi bazı isimleri sıralayabiliriz. Şiirlerde kullanılan bu alıntılama yöntemi, Behçet Necatigil’in, “Şiir, geçmişe atıflarla ilerler” sözünün bir uygulama timsali gibi gözüküyor. Bunlarla birlikte akşam şairi Ahmet Haşim, Ahmet Hamdi Tanpınar, Sezai Karakoç gibi birçok şairlerimizin manevi izlerini de bir nevi nazire şiir anlayışıyla duyumsamaktayız. Bizim de Şair Sinan Ayhan ile birlikte hazırladığımız, zaman temasını işlediğimiz, “Tekrarın Tiryakisi Zaman” nazire şiir kitabımızı da tema ve yazım türü olarak burada örnek olarak vermek istiyorum.

‎Şairin, şiir dilinin daha iyi anlaşılabilmesi adına şiirlerden kısa kısa bazı bölümleri burada paylaşmak istiyorum izninizle. “Kudurgan gövdelerimizde depreşen arzu/ darağacında insandan geriye kalan üç beş söz” (s. 12), “Nice özge can vakitsiz koparken hayattan/ ölüm, en çok bir genç kızın alnına yaraşır!” (s. 13), “Hastalıklar ağır, yalnızlık katran karası/ mevsimler biteviye yanar/ gitgide ağırlaşır dünya/ müzmin kaybedeni değilsek bu hayatın/ ney/iz ki biz?” (Eklenti şiiri, s. 32) “Sokakta bulmadık bu savaşı/ -damarlarımızı kesseler mavi akar Marmara'mız/ sonsuza çıkar daima özgürlük yolumuz-”(s. 47) Bu anlatımlarda biraz hayattan imgeler, birazda şiirlerden yeni bir hayat devşirilmiş gözüküyor değil mi?

‎Öz olarak şiirler, gelenekten beslenmiş gözükse de daha çok şehirliliğiyle maruf, fütüristtik bir tarzda konumlandırabiliriz. Daha çok içvarlığa hitap eden mücerret, soyut bir söyleyişin hâkim olduğunu söylesek yeridir. Şiirlerde mananın müphemliği yok denecek kadar az, daha sarih bir cihette yolunu almaktadır. Son tahlilde, şiirlerde imge, simge, çağrışım ve tezyinatta abartıya hiç kaçılmamış ama imkânlarından da bolca istifade edilmiş gözüküyor. Öyle ki şair, yazdığı bu şiirlerle, kendi şiir çatkısını pekâlâ kurmuş gözüküyor. Şairi, okunası bu derinlikli eserinden dolayı kutlarız.

¹ “Sonra Akşam”, Şair Ercan Ata’nın, Şubat 2025'te Çıra Edebiyat etiketiyle okurlarıyla buluşturduğu, “Ten ve Gölge”den sonraki ikinci şiir kitabıdır. Otuz iki şiirin yer aldığı kitap yetmiş sayfa hacmindedir. Şiirler, dört bölüm başlığında tasniflenmiş. Şiir bölümleri şu şekildedir. “Akşama Doğru, Durgun Zaman, Ölüme Doğru, Kayıp Zaman”

‎İlkay Coşkun
‎İstanbul Birnokta Dergisi
Sayı 281, Haziran 2025


31 Mayıs 2025 Cumartesi

Allahverdi Çanga_İlkay Coşkun

Allahverdi Çanga Kütüphanesi - Havamız Olsun

Rahmetli Şehidimiz Allahverdi ÇANGA adına yapılan Ankara Meteoroloji Genel Müdürlüğü kütüphanemiz ile kıymetli yazarımız İlkay COŞKUN’un son eseri Havamız Olsun buluştu. Okuyanı bol olsun. (Yazar Dr. Mesut Demircan)



Yüzümün Atlas Rüzgarı

 Yüzümün Atlas Rüzgarı






28 Mayıs 2025 Çarşamba

"Havamız Olsun" Kitapyurdu

"Havamız Olsun" Kitapyurdu

Son çıkan, "Havamız Olsun" 11. kitabımı edinip okuyan dost, arkadaş ve okurlarıma çok teşekkür ederim. ‎Kitapyurdu üzerinden temin edilebilir.

‎‎#ilkaycoskun #havamizolsun #edebiyat #yenieser #yenikitap 
#deneme #kdy #kitapyurdu #buzzagimedia #kesfet



sapanıma düşen kan

sapanıma düşen kan

maltızlar pişirsin tüm yemeklerimi
düşlerimden kayan kuşların anısına
_____

cenk meydanlarına serilmiş hünerler
özgürlüğün kenarında ayrıntı
lastik sapanlar kuşlarıma gerilen
kanadın dibinde rüzgârı esen

kuşbazlık bağımlı hastalıkmış
kuşlar ağlar

mayıs yağmurları gibi hür
tuzakları sezmiş kuşlarım kadar şen
şeyda bülbüller gül dalında fır
ava çıkmış Hüdavendigar
Pasinler ovasında Alparslanlar var
çek kılıncın, kalkanında kan
can havlinde can

kuşbazlık bağımlı hastalıkmış
kuşlar anlar

şizofren yan
öldürmeye kurulmuş
defteri dürülmüş an
sırra kadem ar

kavgası var
adamın, kuşun, kedinin vesaire
devşirme hislerin tarumar
t/aşırma yürek dehlizlerim
siz ki mangallarım
siz ki dağlarımda yankılanan avazım

fenerimle yalpalayan avlarım
geyik seslerim, kurt ulumalarım
baruta sinmiş bütün acılarım

sis, kar, boran
siz ki zemheri
anısına yazılmış masal
eli boş avcılarım
hücuma geçmiş bütün dostlarım

kavgalarım, çırpınışım
savaşım, barışım ve titreyişim
maltızımda pişen bütün yemeklerim
yeter ki sapanıma düşmesin kan

İlkay Coşkun
20.04.2009

22 Mayıs 2025 Perşembe

Korkunun Kıvamı

“Korkunun Kıvamı” Küçürek Öykülerdeki Büyük Dünya

‎“Korkunun Kıvamı” Yazar Ahmet Doğru’nun sekizinci, öykü olarak da ikinci kitabıdır. KDY Yayınları aracılığıyla Ocak 2025’te okurlarıyla buluşturulmuş eser, kırka yakın küçürek öyküden oluşmaktadır. Öyküler ortalama ikişer sayfa hacminde ve toplamda seksen sekiz sayfadır. Kitap ismi olan “Korkunun Kıvamı” kitapta yer alan aynı isimli bir öyküden almaktadır.

‎Öykülerde, hayatın bölüm bölüm kesitleri işlenmektedir. Öykülerde belli başlı konuları, temayı şu şekilde sıralayabilirim. “Yazma hakkında, inanç mevzusu, şiir konusu, hastalık hali, deprem, ölüm, Gazze, ramazan ayı, Cuma camii, askıda ekmek” gibi aklıma gelenler olarak bir kısmını sıralayabilirim. Bütün bu hayatın içinden farklı farklı temadaki anlatımlarının ehramının tepesinde hep insan duyarlılığı, duygudaşlığı ve sevgi gibi insani temleri soyut kavramlar olarak görmekteyiz.

‎Öykülerde “sen ve siz” şahıs kipi üzerinden bir anlatım bütünlüğü yer almaktadır. Ayrıca yazar zaman zaman dış anlatıcı olarak da kendisini hissettiriyor. Başka bir ifadeyle anlatımlarda yazarın sesi birinci tekil şahıs olarak duyuluyor diyebiliriz. Şair Ahmet Doğru’nun şiirlerinde ki ses yüksekliğinin yanında öykülerinin daha dinginliğe ulaşmış olduğu, sükûnete kavuşmuş bir tarzda konuların ele alınmış olduğunu söylememiz mümkün. Yani eski zaman dervişi sakinliğinde ve olgunluğunda öykülerin işlenmiş olduğunu söylesek yeridir.

‎Öykülerin genelinde öykü kahramanları belirgin değildir. Çok az da olsa yer verilen öykü kahramanlarının bazıları şu şekildedir; “Rıza, Niyazi, Hacelilerin Hayrettin, İrfan Dede ve İhsan Emmi” şeklindedir. Öykülerde belirli bir zaman mefhumu olmamakla beraber öykü teması üzerinden yaşanılan zamanı kestirebiliyoruz diyebiliriz. Bu bağlamda öyküler daha çok zamansızlığa ayarlı desek yanlış olmayacaktır. “Dertsindi, görmesindi, dayansındı, ışındı (aydınlandı), bükmelilerdi, şiirsi, şairimsi” gibi farklı kelime yapılarıyla da öyküler daha dikkat celp etmektedir. Bunlarla beraber “daraba (kepenk, perde), hambelesin (bir meyve), cidal, tahra, çağıl” gibi az kullanımda olan bazı kelimeleri de bunlara dahil edebiliriz.

‎Öykülerde yer yer özlü alıntı ve türkü sözlerine, ayrıca yaşanmış bazı tarihi alıntılara yer verilmektedir. Bunlardan kısa da olsa birkaç örnek verecek olursam; Özlü sözler olarak; Ulu bir bilgenin sözü şu şekildedir; “Dili tutmak zorun zorudur…” Başka bir sözde eskiler; “Her ağaç on kuş besler” demişlerdir. Kitaptan alıntıladığım bir bölüm ise şu şekildedir; “Haklı görmek, haklı kılmaz kimseyi. Haklı olmak, hakkı görmek değil hakkı vermektir” (s. 66, Satürn Öyküsü)

‎Alıntı hikâye olarak; “Kürşat ve Kırk Çerisi” destanıdır. Kürşad, 7. yüzyılın ortalarında yaşamış Göktürk hükümdarı Çuluk Kağanın oğludur. Türklerin bağımsızlığını sağlamak amacıyla, Çin imparatorunu tutsak almak için giriştiği bir baskınla ün kazanmıştır. İlk defa Nihal Atsız tarafından kaleme alınan, Çin kaynaklarında, “Chie-Shih-Shuai” olarak geçen tarihi şahsiyettir. Türk tarihindeki önemi, Çin Sarayını 40 kişi ile basıp Göktürk Kağanlığını özgürlüğüne kavuşturma serüvenini anlatmaktadır. Ayrıca destanlaşmış bir hikâyedir. İlgili kaynaklardan, hikâye hakkında daha geniş malumat edinilebilir. Son olarak, kitapta yer alan bir türkü sözünü de buraya taşımak istiyorum izninizle. “Kar Yağar Kar Üstüne” Diyarbakır türküsünü özellikle Neşet Ertaş ve İzzet Altınmeşe çok güzel okumaktadır. Türkü şu şekildedir. “Kar yağar kar üstüne/ Derdim var dert üstüne/ Cellat boynumu vursa/ Yâr sevmem yâr üstüne// Amman ey amman ey/ Halım yaman ey/ Seni gelin getirem/ Arpa buğday zaman(ı) ey.// Kar yağar ayazlanır/ Gün doğar beyazlanır/ Ben yârimi görmezsem/ Şu gönlüm marazlanır.// Amman ey amman ey/ Halım yaman ey/ Seni gelin getirem/ Arpa buğday zaman(ı) ey.” Şeklindedir.

‎Öz olarak, öyküler arasında ve içeriklerinde bir insicam hali, behemehâl benzerlik durumu kendisini hissettiriyor. Öykülerin birbiriyle kurmuş olduğu bu ünsiyet haliyle beraber teşmil gücü okura bütünlüklü bir roman okuyor hissini uyandırmaktadır. Öyküler, hayattan alıntılar, pasajlar şeklinde ilerliyor demiştik. Böylelikle gerçek yaşanmış hayattan alıntılar olduğu hissini daha çok ediniyoruz. Bu bağlamda öyküler kurmaca gerçeklikten ziyade nesnel bir gerçekliğe daha çok yakın diyebiliriz. Açılması gereken bir parantez de anlatımdaki edebi üslubun yalın ve gayeli bir anlatımda olmasıdır. Yazar Ahmet Doğru’nun kaleminden bu küçürek öyküleri keyif alarak okudum. Herkese tavsiye ederim. İyi okumalar.

‎İlkay Coşkun
‎Şehir Defteri Dergisi
‎Mayıs 2025, sayı 19