17 Nisan 2025 Perşembe

Şah İsmail Hikâyeleri

Şah İsmail Hikâyeleri Üzerine İzleksel Bir Değini
‎“Şah İsmail Hikâyeleri” Yazar Hayrettin İvgin’in, Ocak 2025'te, Kültür Ajans Yayınları etiketiyle okurlarıyla buluşturduğu, doksan altı sayfa hacmindeki eseridir. Kitap, konusu dâhilinde değerlendirmeler, kaynaklar ve derlemeler üzerinden yol alınmaktadır. Ayrıca tarihi bir şahsiyet olarak Şah İsmail’in ölümünün 500. yılı münasebetiyle bu eserin neşredilmesinin anlamı olduğunu düşünüyorum.
‎Hikâyelerin içeriğine girmeden, etraflıca bir değini de bulunmak istiyorum izninizle. Kitapta yer alan Şah İsmail hikâyelerinde mücadelenin, acınız, hüznün, kederin, kavuşamamanın işlendiği aşk-sevda hikâyeleri daha çok yer almaktadır. Anlatımlarda doğaüstü hadiselerle beraber, destanlaşmış bir üslup kendisini hissettirmektedir. Daha öz manada, siyasi devlet adamlığı ve Şiîlik anlayışından ziyade Şah İsmail etrafında oluşturulmuş hikâyeler, anlatılar, masallar (nağıllar), sevdalar ve şiirlerle oluşturulmuş bir kültür adacığının önde tutulduğunu söyleyebiliriz.
‎Hikâyelerden, “Şah İsmail ve Gülizar Hanım”, ”Şah İsmail ile Gülperi Hikâyesi” Ayrıca Şah İsmail hikâyeleriyle benzerlikler gösteren “Güzel Ahmet Masalı” gibi bir kısmını burada sıralayabiliriz. Bunların Azerbaycan, İran, Anadolu ve hatta Balkanlar ve Kırım varyantlarıyla birlikte verilmesi dikkat çekicidir. Çeşitli varyantlarıyla verilen örnek hikâyelerde ki benzeşen ve ayrışan yönlerini de böylelikle görmekteyiz. Gerek toplumumuzda gerekse de ruh coğrafyamızda etki alanına şahit olduğumuz bu hikâyelerle anlatma, nakletme yani sözlü kültürümüzün ulaşmış olduğu noktaları da görmemiz açısından önemli buluyorum. Hikâyelerin bir kısmını Hayrettin İvgin Hoca gün yüzüne çıkarmış olmakla birlikte birçoğunu da on dokuzuncu yüzyıldan günümüze değin çok kaynakta ve anlatılarda yerini bulmuştur. Hikâyelerin, beş asır zaman diliminden günümüze değin daha çok muhayyel bir alana evirilmiş olduğunu söylesek yanlış olmayacaktır.
‎Şah İsmail hakkında kısa bir özet bilgi geçecek olursam; Safevî Devleti'nin kurucusu ve ilk şahı olan İsmail, 1487-1524 yılları arasında yaşamıştır. 1501 yılında kurucusu ve ilk şahı olduğu Safevî hanedanlığı 1736 yılına kadar hüküm sürmüştür. Hayatı boyunca, Osmanlı Devleti ile birtakım çekişmeler ve mücadeleler yaşamış olan Şah İsmail, Çaldıran Savaşı'nda Padişah Yavuz Sultan Selim tarafından yenilgiye uğratılmıştır. Şah İsmail aynı zamanda Azeri-Türk şairi olarak da bilinir. Şah İsmail, devlet adamlığının yanında Alevi- Bektaşi kültüründe ulu bir halk şairi ve aşığı olarak bilinir. Nesimî, Fuzulî, Yeminî, Viranî, Pir Sultan Abdal, Kul Himmet ile beraber Hatayî (Şah İsmail) yedi ulu ozan (şair) arasında anılmaktadır. Şah İsmail, 1524 yılında otuz yedi yaşında Tebriz’de Hakka yürümüştür.
‎Şiirlerinde “Hataî veya Hatayî ” mahlasını kullanmıştır. Kurduğu devlet, Şiîlik temeli üzerine inşa edilen bir tarikat devletidir. Divan’ının yanı sıra Dehnâme ve Nasihatnâme adlı bilinen eserlerinde de ideolojik tavır açık bir biçimde kendisini göstermektedir. Şah İsmail hem halifeleri hem de şiirleri vasıtasıyla kendisini özellikle Anadolu’daki konar-göçer Alevi Türkmen halkına tanıtmıştır. Şah İsmail, Erdebil sufiliğinin yanı sıra Akkoyunlu hanedanının da varisidir. Uzun Hasan’ın torunu olması ona ayrıca daha güçlü bir siyasi kimlik kazandırmıştır.
‎Kitabın kırk altıncı sayfasında şöyle bir eleştiri de bulunulmuş; “Neredeyse 500 yıldır Türk kaynaklarında Şah İsmail yok. Çünkü Şah İsmail mezhepleşme sebebiyle inkâr edilmiş ve yok sayılmıştır” Bu tespitin doğruluk payı vardır muhakkak. Buna benzer durumlarda da hep özeleştiri yapılmasının gerekliliğine de inananlardanım. Ama kabul edelim veya etmeyelim şöylede bir şerh hali de vardır. Şah İsmail’in Çaldıran’da Osmanlıya yenilmesiyle, tarihi yazan vakanüvislerin yenilenden ziyade, yeneni yazması daha çok ihtimal dâhilinde olduğunu da düşünmemiz gerekiyor. Kaybedenin dostu azalırken, kazananın dostlarının artması da hayatın bir gerçeğidir.
‎Velhasıl, Şah İsmail’in devlet adamlığı ve fikriyatı yönleri geri planda tutularak daha çok yaşanılan zorluklar ve sevdaları-aşkları başat alınmış demiştik. Şah İsmail hikâyelerinde ki bütün anlatımlar kadim kültürümüzün odacıklarından birisi hüviyetindedir. Şah İsmail hikâyeleri gibi anlatılar, gönül mülkümüzün ihyasına yönelik birer katkı hüviyetindedir. Şah İsmail gibi birçok devlet ve kültür insanları hatalarıyla, sevaplarıyla tarih sahnesinden çekilmişlerdir. Ayrıştırıcı ve ötekileştirici dilden uzak durarak daha çok kucaklayıcı ve birleştirici yönlerine odaklanmak elzem olacaktır. Bu bağlamda Hayrettin İvgin hocamın dilinin birleştirici ve kaynaştırıcı olduğunu söylemek istiyorum. Mamafih bütün insanların benzer fizyolojiye, benzer ihtiyaçlara ve benzer naçarlığı taşıdığı dünyamızda insanın kendi varsıllığını bilmesi ve bu doğrultuda hareket etmesi en büyük erdem olacaktır. Çeşitli fikirlere, anlayışlara katılmasak da saygılı olmamız gerekiyor. Kendimizden olmadığını düşünerek perva etmemeliyiz. Yazar Hayrettin İvgin hocamın, bu kitabı vasıtasıyla Şah İsmail üzerine atfedilen hikâyeler ve tatbikî fikriyatı üzerine bir yolculuğa çıkmış olduk. Bu konuda diyebileceğim başka bir şey yok ama demediğim çok şeyin olacağı muhakkak. Okumaya ve bilgilenmeye davet ediyorum efendim. Buyurunuz.
‎İlkay Coşkun
‎Kültür Çağlayanı Dergisi
Ocak Şubat 2025. Sayı 90


"Havamız Olsun" - Fahri Tuna

Son yıllarda beni heyecanlandıran az sayıdaki güzel kalemden birisidir İlkay Coşkun. 'Uç'uyor her ay, her sayı, her yazı. Bir de 'Bir Yüzü Esmer' bir ayakdaş bulmuş kendisine, değmeyin keyfine. Kutluyorum İlkaycığımı. Candan hem de. 

Fahri Tuna
17 Nisan 2025

10 Nisan 2025 Perşembe

Havamız Olsun - Vedat Güneş

Havamız Olsun” kitabına dair

Vedat GÜNEŞ / Şair Yazar

Kavram olarak “Havamız Olsun” ifadesi, bazen neşeyi, bazen kederi, bazen de üstünlük taslamayı belirten bir deyimdir. Kullanım alanına göre insanın ruh hâlini anlatır: “Bir tarafımızda çiy damlaları biriktirmişken, başka tarafımız zemheri taşımakta. Hayatımızın dönüm noktaları hep nevruz etkisi yapmakta.” (syf.13)

Bu deyim, bir uzmanın ağzından çıktığı anda hem insanın ruh hâlini, hem de dünyanın içinde bulunduğu durumu, atmosferi ortaya koyar. Hayatla atmosferi bir araya getirir, “Baharda çocukluğu, yazda gençliği, sonbaharda olgunluğu, kışta yaşlılığı görmez miyiz?” (syf. 24)

Havamız olsun dendiğinde, anlık durumu anlamaya, içinde muhafaza ettiği mizahın kaynağına inmeye çalışırız. İçinde bulunulan zamanın, durumun, şartların ifadesi olarak “havamız olsun” diyerek bir böbürlenmeye, rahatlamaya, havaya girmeye, havadan havaya geçmeye veya bir konudan kaçmaya vesile kılarız. Aynı havayı teneffüs etmek ya da aynı havada olmakla bir dayanışmayı da izah edebiliriz..

Havamız Olsun, İlkay Coşkun’un yeni deneme kitabının adı. Yazar ve şair olan Coşkun, aynı zamanda bir Meteoroloji Uzmanı. Bu nedenledir ki, yazdığı denemelerle insanı iklimlere benzetir ve yaşanılan tabiatla karşılaştırır: “… insanda olan her hâlin bir karşılığı vardır” (syf. 111) der ve ekler; “Gelgitleri de yaşar insan, doğumu da ölümü de benzer yaşar. Aynı tabiat gibi, havanın durumu gibidir. Kümülüs, nimbus, stratus gibi bulutları da sulu sepken, çiy, çisenti gibi yağış ve diğer hava olaylarını da birlikte yaşar.” (syf. 111)

Havamız Olsun, İlkay Coşkun’un yeni deneme kitabının adı. Yazar ve şair olan Coşkun, aynı zamanda bir Meteoroloji Uzmanı. Bu nedenledir ki, yazdığı denemelerle insanı iklimlere benzetir ve yaşanılan tabiatla karşılaştırır: “… insanda olan her hâlin bir karşılığı vardır” (syf. 111) der ve ekler; “Gelgitleri de yaşar insan, doğumu da ölümü de benzer yaşar. Aynı tabiat gibi, havanın durumu gibidir. Kümülüs, nimbus, stratus gibi bulutları da sulu sepken, çiy, çisenti gibi yağış ve diğer hava olaylarını da birlikte yaşar.” (syf. 111)

Yazdığı denemelerde de Coşkun uzmanlığını konuşturur; “atmosfer şartları, yağmur, kar, rüzgâr, ekstrem, zemheri, basınç, çiy, ilkbahar, yaz, sonbahar, kış gibi atmosferik kavramları kullanır.

Hava: Kulağımıza Fısıldanan
Hava: Her Mevsim Başrol
Hava: Dört Elementin Şahı
Hava: Okunacak Kitap
Hava: Heva ve Heves
Hava: Gül Pazarında Nefes Satmak
Hava: Bir Nefes Sıhhat bölümlemeleri ile yaşanmışlığı ve yaşanılası hayatı anlatır okuyucularına.

Havamız Olsun gibi bir sade söylemi “Farklı annelerden doğan aynı semanın çocuklarıyız” (syf.48) diyerek felsefeye, arkedipe ram eder deneme yazılarıyla. Zira farklı bir yaşam tarzı içinde olsak da aynı havayı soluduğumuzu, aynı semanın altında olmanın birlikteliğini vurgular.

“Havamız Olsun” kitabında “Cemre Düştü Yaz Göründü” (Vedat Güneş), “Hava Nasıl Tarih Yazar?” (Ronald D. Gerste), “El Hikmetu Fi Mahlûkatillah” (Gazali) kitaplarına ait değerlendirmeler ile Sezai Karakoç’un İmgelerinde İklimler analizine de yer vermekte İlkay Coşkun.

Yazar aynı zamanda şair olunca deneme yazısı da bir başka oluyor, şiir gibi denemeler ortaya çıkıyor. “Yağmur, toprağın çatlayan dudaklarından öper” (syf. 83). “Apoletlerini söken zemheri ve neon aydınlığı” (syf.22). “Her canlı ruşeyn ve rayiha arayışıyla dağılıyor dünya tarlasına” (syf. 23). “Toprağın teni..” (syf.25)

Coşkun; hava, su ve toprak üçgeninde ateşi değerlendirir. Su=balgam; ateş=safra, toprak=sevda benzetmelerine yer verir söylemine (syf. 114). “Güneşle özleştirilen hava sıcaklığı, ışık ve ateş birlik olsalar da soğuk ve sıcak, buzul ve ateş gibi zıtlıklar savaşı hep olacaktır” (syf.58) Bu zıtlıklar içinde devam eden yaşamın; “Gökkuşağı gibi bütün güzellikleri yüreklerde soldurmayıp iyiliklere teşne, mutluluklara müzahir kılmak gerekiyor” (syf. 89) diye ekler.

Kitabı okurken birçok tanıdık isme konuk olursunuz; Albert Camus, Charles Bukowski, Ronald D. Gerste, Mevlana, Tevfik Fikret, Aşık Veysel, Gazali, Cahit Zarifoğlu, Sezai Karakoç, A. Hamdi Tanpınar, Nazım Hikmet, O. Seyfi Orhon, Kanunî Sultan Süleyman, Cahit Sıtkı Tarancı, Orhan Veli gibi.

Deyimler, atasözleri, fıkralar ve türküler ayrı bir akıcılık katıyor yazılanlara…

Okuyucuyu sıkmayan ve her cümlede tabiatla özleştiren İlkay Coşkun’a bu güzel denemeler için teşekkür ediyor; kitabın son sayfasına geldiğimiz de de havamız yerine geliyor. Sizin de havanız yerine gelsin istiyorsanız, 120 sayfa olan “Havamız Olsun” kitabını mutlaka okumalısınız…

Havamız Olsun, İlkay Coşkun
KDY Yayınları, 2025, İstanbul

9 Nisan 2025 Çarşamba

GETEM - Havamız Olsun

"Havamız Olsun" son kitabımı GETEM için seslendiren, Handan Özbey hanıma çok teşekkür ediyorum. ‎GETEM (Boğaziçi Üniversitesi Görme Engelliler Teknoloji Ve Eğitim Laboratuvarı) 

https://getem.boun.edu.tr/?q=yazara-gore-listeleme&field_yazar_value=ilkay+co%C5%9Fkun

8 Nisan 2025 Salı

Eksik Parçalar

İnsanı Tamamlayacak “Eksik Parçalar”

“Eksik Parçalar” Yazar Öykücü Nuran Köse Baydar’ın ilk öykü kitabıdır. Çıra Kültür etiketiyle, Ocak 2025’te matbuat âlemine dâhil edilmiş. Yirmi üç öykünün yer aldığı kitap, yüz yirmi sayfa hacmindedir. Kitabın ilk öyküsü olan “Eksik Parçalar” isminden mütevellit kitaba bu ismin verildiğini anlıyoruz.

Öykülerinin konusu çoğunluğunda çocukluk dönemi ve çocukluk şeklinde kendisini hissettiriyor. Bu da yazarın çocukluğunun da geçtiği, doksanlı yılların nostaljik hallerine ve daha kanaatkar zamanlarına tekabül etmektedir. Mahalle kültürünün, yardımlaşmanın, kıt kanaat yaşamanın yaygın olduğu zamanlardan bahsediyorum. Bu noktada Yazar Şair Robert Southey’in güzel bir sözünü hatırlamak gerekiyor. Bu söz, çocukluk konusu geçtiği zamanlarda hep hatırıma gelmektedir. “Ne kadar uzun yaşarsanız yaşayın ilk yirmi yıl, ömrünüzün en uzun yarısıdır” İsterse yüz yıl yaşayın, ilk yirmi yıl, bu yüz yılın en büyük yarısıdır değil mi? İnsanın ömrünün ilk yirmi yılı, insanı daha çok gönendirir değil mi? Öykülerde seçilen konularda bu durumu fazlasıyla gözlemlemekteyiz. İşitme engelli çocuğun anlatıldığı öykü, yetim çocuk ve dedesi, ev kızı, öğretmen-öğrenci öyküsü. Ayrıca erkek kahraman Halil’in öyküsü, babaanne üzerinden aile olgusu, çocukların çok sevdikleri panayır, illüzyon gösterisi gibi. Bunlardan başka kedilerin dört dolandığı mahalle yaşantısı, Hocazade Apartmanı, köy hayatı şeklinde hayatın içinden birçok konuya yer verildiğini görmekteyiz. Öyküler az da olsa hayıflanmalar içerse de geçmişe dair burkucu özlemlere pek yer verilmemektedir.

Öykülerin bir kısmı dış anlatıcıyla olsa da buralarda da yazarın nefesini hissetmekteyiz. Bir kısmında da birebir yazarın birincil tekil şahıs olarak öykülerde yer aldığını görmekteyiz. Yani kadın-hanım sesinin ve duygudaşlığının etkisini fazlasıyla hissediyoruz. Birçok öykü ismi de bu tezimi desteklemektedir. “Dantel, Avuç İçi, Mavi Toka, Sandık, Dedemin Radyosu, Kenar Süsü, Saç Fırçası” Gibi. Öykülerin kimilerinde günümüzün izlerini de bulmamız mümkün. “Reels kovalamak, trend peşinde koşmak, passat araba” Bunlar gibi kimi güncel ifadeler yer alsa da daha çok mazi anlatımları şeklinde yol alınmaktadır. Bazı öyküler günlük yaşantılardan alıntılar şeklinde de ilerlemektedir. Ek olarak; “Rasim Özdenören, Süleyman Çelebi, Ayşe Ovalı” gibi kimi kıymetli isimlere göndermelerde de bulunulmaktadır.

Öykü dilinin daha iyi anlaşılması adına altını çizdiğim kısa kısa öykü bölümlerini buraya taşımak istiyorum izninizle. “Kalbinde uzun zamandır uykuda olan heyecanı uyandırmaya yeterdi” (s. 12) “Yaşım ilerledikçe yıldızlar uzaklaşıyordu göğümde. Bitimsiz bir boş kâğıtta cevapsız sorularım uzayıp gidiyordu” (s. 25), “Eski inançlarının, kalbinin derinliklerinde çatırdadığını hissediyordu” (s. 32), “Silik zamanların muamma beşiğinde uyanma vaktiydi artık. Besmele ilk adımı…” (s. 38), “Abdestini nur bilen, yetimi de nar bilir. Onu bir sevindiren bin bereketle sevinir” (s. 56) “Sevmenin bir sahibi yoktu. Sevmek, sadece kendisine has bir hâl olmuştu” (s. 82) “Yazmak, belki de insanın içsel bir harita çizmesidir” (s. 93)

Öykülerde yer alan başkahraman ve diğer kahraman isimlerine bir bakacak olursak; “Mahmure, Sacide Teyze, Bakkal Amca, Nalan, Halim, Ahmet, Öğretmen Sabri, Ceyda, Bilge, Sinan, Gülistan, Mehmet, Kıymet Hanım, Selçuk Bey, Çelebi, Şeref Amca, Serhat.” Bunlardan başka, “Kahveci Sami, Cami İmamı Salih Efendi, Halil, Nefise, Alâeddin, Hasan Amca, Ahmet Efendi, Yusuf Paşazade, Nihan, Selim, Nevin Hanım, Nevzat, Yavuz, Hale, Gül Sara, Uzun İbrahim, Necla, İsmail, Serkan, Hayat” gibi isimleri sıralayabilirim. Bu karakterler, öykülerde üçer beşerde olsa yer almaktadır. Öykülerin geçtiği mekânlar genellikle flu gözükse de yer verilen isimlere göz atacak olursak; “İzmir, Konya, Ankara, Doğu Ekspresi, Bafa Göl, Muğla Beşparmak Dağları, Üsküdar Yokuşu, Kütahya, Narlıdere, Kars ve Van” gibi yerleri sıralayabilirim.

Bir kitabı okuduktan sonra, öğrendiğim kelimelere, söz kalıplarına veya alıntı sözlerinin neler olduğuna da dikkat kesilirim. En azından bu bağlamda arının çiçeklerden polenleri alması gibi bir rayiha edindiğimin hissine kavuşurum. Bu polenler nelermiş bir göz atalım; Bunlardan birisi ‘gerbera’dır. Aslında gözümüzün çok aşina olduğu gerbera, papatyagiller familyasının gerbera cinsinden rengârenk bir tür çiçek olduğunu öğreniyoruz veya bilgimizi tazeliyoruz. Bir diğeri ‘huş’ ağacıdır. Bu ağaç bitkisi ülkemizde, Doğu ve Kuzeydoğu Anadolu'da, Nemrut Dağı krateri içerisinde 1800-3000 m yükseltilerde yetişmektedir. Kap kacak yapımında da kullanılır. ‘Mahreç’ (ses yolu harflerin çıkışı, kıraat), ‘Braille’, görme engelli insanların kullandığı 1821 yılında Louis Braille tarafından geliştirilmiş bir alfabe, ‘Meddücezir’ (gel git olayı), ‘balsamik’ (sirke tadı), ‘ozalit’ (ışığa duyarlı bir kopyalama kâğıdı) Romanca da veya çingenece de ‘sökendan’ (nasılsın?) cevabı da ‘laço’ yani iyiyim demek olduğunu öğreniyoruz.

Çocukluk, tilmizleri olmayan bir yaşanmışlık hissini taşımaktadır. İyi veya kötü çocukluğun en saf hali tarihin belleğine çocuksu duygularıyla ve güzellikleriyle emanet edilmektedir. Aynı mevsimler gibi insanın ömrü de dört mevsime karşılık gelmez mi? Bu bağlamda çocukluk, insanın ilkbaharıdır. İmkânlar, şartlar ve nasip-kısmet hayat serüvenimizi belirlese de hayat bir taraftan da yaşayanın gösterdiği tavrı da içermektedir. İnsan bu, sevgilenmeyi yaşadıkça ve yaşattıkça daha da güzelleşmektedir. Çocukluğun o saf halini zamanla kaybediyoruz maalesef. Bu yüzden belki de hep o saflığı arıyoruz. Bir yerde hayat, vurulmuş kuşlar gibi bırakıyor bizleri. O saflık bizim en büyük eksikliğimiz olarak nüksediyor.

Öz olarak, çocuklukla beraber daha çok yazarın hatıralarının nakış nakış işlendiği anlatımlarda özlem, başat unsur olarak havsalamızda yerini alıyor. Anısı olmayan günlerin büyük bir kayıp olduğu vurgusunu ve anı biriktirmenin kıymetini bize bir kez daha hatırlattığı için Nuran hanıma çok teşekkür ediyorum. Bununla birlikte, gerek geçmişte gerekse de yaşadığımız şu anki hayatımızda hep bir eksikler vardır ve olagelmektedir. Pazılın eksik parçası misali bir boşluk hali her zaman taşınmaktadır. Öyle ki hayatımızda eksik parça yok diyen büyük bir yalancı olmalıdır. Belki de bu duygu bizim naçarlığımızı, hiçbir zaman tam olamayacağımızı yüzümüze şamar gibi vurmaktadır. Ondandır ki hayatlarımızda hep direnci, şükrü ve ümidi kendimize şiar edinmeliyiz. Yazar, bütün bu anlatımlarında eksik parçayı sorgulamakta, o eksik parçanın ardına düşülmesi, aranılması gerektiğini vurgulamaktadır. İnsanların ortak eksik parçaları olduğu kadar, her insanın ayrı ayrı eksik parçası da vardır muhakkak. İlk kitap olmasına rağmen gayet başarılı bulduğumu söyleyebilirim. Daha nice güzel eserler temennisiyle iyi okumalar dilerim.

İlkay Coşkun
Kültür Ajanda Dergisi
Sayı 137, Nisan 2025




6 Nisan 2025 Pazar

Gökyüzüne Bakmanın Faydaları

Gökyüzüne Bakmanın Faydaları

En Kıymetli Bir Nimet

Havanın, nimetler içerisinde en kıymetlisi olduğu muhakkak. Nefessiz yaşayamadığımız, bu kıymete en önemli delildir. Bunun dışında da çok delil vardır elbet. İmam-ı Gazali'nin “Allah'ın Mahlûkatında Yarattığı Hikmetler” anlamına gelen “El- Hikmetü fi Mahlukatillah” eserinde havanın kıymetine dair Kur’an ve hadislerin ışığında bolca tespitlerde bulunulmaktadır. Arzın, insanların, hayvanların ve nebatatın yaratılışına açılan hikmet kapılarına yönelik açıklamaların paralelinde havanın yaratılışındaki hikmetlere de ehemmiyetle değinilmektedir. Hatta anlatımlar, semanın yaratılışındaki hikmetlerle başlanıp diğer varlık mertebeleriyle devam etmektedir. Mesela hava ile ilgili anlatımların bir kısmı şu şekildedir: Rüzgârın havayı arıtıcı yönü, havanın vücut ısısını ayarlama özelliği, yağışların bulutlar ile taşınması gibi onlarca ayrıntı üzerinde durulmaktadır.

Mesela bir tespitte “canlıların nefes alması kesilse, kalplerinde yükselen hararet sebebiyle helak olurlar” şeklinde ifade edilmektedir. Kitaptaki başka bir alıntı da “semayı yaratmakla kudretinin noksan sıfatlardan temiz olduğunu gösteren Sübhan, onun renklerini, renklerin en şiddetlisi ve göz için en uygun şekilde yaratmıştır. Onun yeşillikleri ve mavilikleri göz için uygun yaratılmıştır. Nefisler semaya döndüklerinde onun genişliğinde bir nimet ve rahatlık bulur. Özellikle de yıldızlar saçılıp ayın ışığı yayıldığında. Hikmet sahipleri derler ki; "evindeki nimet ve rahatlık semayı görebildiğin yer kadardır.”

Havayı anlatan bölümde referans alınan Ayetlerin bir kısmına yer verelim. “Üstlerindeki göğe bakmazlar mı onu nasıl bina edip ve süsledik, onun hiçbir çatlağı yoktur” (Kaf Suresi, Ayet 6) “Şanı ulu ve noksan sıfatlardan yüce olan Allah, “Yedi sema yarattı.” (Talak Süresi, Ayet 12) Hicr Süresi 22. Ayette “Ve biz, rüzgârları yüklü olarak gönderdik, böylece semadan su indirdik de sizi onunla suladık. Ve onun hazinelerini (denizleri, nehirleri, toprak altı ve toprak üstü su kaynaklarını, gölleri) oluşturan siz değilsiniz” Nahl Süresi, 10 ve 11. Ayetler de “Size gökten su indiren O'dur ve hayvan otlattığınız çayırlar O'nun sayesinde gelişir. Allah su ile sizin için ekinler, zeytinler, hurmalar, üzümler ve çeşit çeşit meyveler bitirmektedir. Bunda düşünen kimseler için -Allah'ı tanıtan- deliller vardır.”

Son olarak, İmamı Gazali'nin semaya bakmayı değerli bulduğu on faydayı şu şekilde sıralayabiliriz. “Üzüntüyü eksiltir, vesveseyi azaltır, evham korkusunu giderir, Allah'ı hatırlatır, kalbinde Allah'a karşı saygıyı yeşertir, olumsuz fikirleri siler, sevda hastalığına fayda verir, müştak olanları teselli eder, birbirini sevenlere ünsiyet verir. O sema ki dua edenlerin kıblesidir.”

Gür Yağmurun Bereketi

Yağmur, bereketin yanında başka çok güzelliği de imler. “Yağmurda düşmanın koyunu, dostun atı satılsın” diyen atalarımızın sözünü gözümüzde canlandıralım. Ve bu satış manzarasının isabetli halini dimağımızda tasavvur edelim. Hatta hayatta olması gereken, yağmur gibi faydası çok dokunan şeylerde ki olumsuz cihetler dahi göz ardı edilir. Çünkü esas olan şey öz, ana unsurdur. Tali unsurlar, ikincil derece mühim hüviyetindedir. “Yağmur yağsın da varsın kerpiççi ağlasın” sözündeki gibi bir durum yani.

Yağmurun yağması önemlidir ama yağdığı zaman dilimi, yağışın çok fazla afet düzeyinde olmaması ve karar düzeyinde olması gibi birçok varyasyonu taşımaktadır. “Nisan yağar sap olur, mayıs yağar çeç (tahıl yığını) olur” Yağmur veya bütün nimetleri zamanında değerlendirmek ve zamanında kıymetini bilmek elzem olacaktır. “Kışın koca öküze bakmazsan yazın derisini yüzersin” Hep bir tedbir ve zamanında değer bilme arzusu aranmaktadır. Hatta sonbahar veya ilkbahar yağmurlarının, âşıkların romantizmine katkısını kim göz ardı edebilir ki?

Yağmur¹ daha genel anlamda yağış, her mevsim ve zaman diliminde kıymetli olsa da Nisan ayı yağmurunun ayrı bir kıymeti harbiyesi vardır. İstiridyenin bir damla Nisan yağmurunu inci (dürdane)’ye dönüştürmesine ne demeli. Hatta öyle ki nisan yağmurunu içen bir yılanın ağzındaki yağmur damlası ya zehre dönüşecek ya da bir tiryak, panzehir olup can kurtaracaktır.

Es Deli Rüzgâr

Hani bir söz vardır, bir insan acıdan delirdiğinde diğerleri onun acısını değil, sadece deliliğini görürler diye. Aynı bu sözde olduğu gibi biz de rüzgârın sadece hoyratlığını ve yıkıcılığını görmeyelim. Basınç ve sıcaklık farklılıklarından doğan rüzgârın (yel) öyle çok çeşidi ve faydası var ki saymakta zorlanırız. Yıldız, lodos, poyraz, meltem, karayel, keşişleme, kıble, samyeli, gündoğusu, günbatımı, seher yeli, imbat, bora, föhn, mihrican, sazak, garbi, ayaz, alize, harman yeli gibi yöresel isimlendirmelerle beraber daha onlarca ekleyebiliriz.

Sıladan, vatandan püfür püfür koku getiren rüzgâr, yeri gelir insan, hayvanat ve tabiatı ağlattığı olur. En bilindik haliyle lodos, ne çok soba zehirlenmesi ölümlerine sebep olmaktadır, değil mi? Özellikle uzak okyanus ülkelerinin kasırgalarla beraber uğradıkları zararlar herkesçe malum. Bir Uzak Doğu inanışında anlatıldığına göre, aniden esen rüzgâr, kucağında bebeğiyle bir annenin boğazına salkım söğüt dalları dolanmasıyla sonuçlanır. Oracıkta anne ve bebeği ölür. Bundan kelli, söğüt ağaçlarının hep ağladığı söylenir.

Türk, Altay, Tatar ve Macar mitolojisinde rüzgârla Yel Ana ilgilenir. Macarlar Szel Atya (Yel Ata) veya Szel Kraly (Yel Kralı) adı da verirler. Eski Türk kültüründe destan kahramanları ve Yada Taşı'nı kullanan seçkin kişiler rüzgâr çıkarabildiğine inanılır. İslamiyet’le birlikte Mikâil isimli melek Yaratıcı adına doğa olaylarını gerçekleştirmeye başlamış, bu bağlamda yeli kontrol etmektedir. Eski çağlarda Norveçlilere göre rüzgâr, büyük kanatlarını çırparak rüzgâr oluşturan mitolojik Hraesvelgr isimli yaratığın işidir.

Anadolu’da karakışın yirminci gününde (Miladi 4 Ocak) başlayıp gücüğün dokuzuncu gününe, yani miladi olarak yirmi iki Şubat’a kadar elli gün devam ettiğine inanılan “Amansız Elli” fırtınalarının varlığına inanılır. Bunlardan başka “Hıdırellez Fırtınası”, “Vakit Yeli” gibi daha birçok zamansal sınıflandırmalarda bulunulur.

Rüzgâr ölçüm cihazları da çokça var elbette. Kısaca birkaçına değinecek olursak; rüzgârın ne kadar süratle estiğini anemometre cihazı ile ölçeriz. Bu terim Yunanca rüzgâr anlamındaki Anemos kelimesinden türetilmiştir. Bir de rüzgâr hız skalasından örnek verecek olursak; Beaufort (bofor) rüzgâr ölçeği, 1805 yılında, İngiliz Kraliyet Donanmasında görevli olan Amiral Sır Francis Beaufort tarafından tasarlanmış ve bu isimle anılır olmuştur. Rüzgâr hızını küçükten büyüğe doğru 12 derece olarak sınıflandırılmıştır. Mesela 12, kasırga ya tekabül etmektedir.

Rüzgârın türlü çeşit mükevvenatının faydaları yanında, delilikleriyle de esmeye devam edecektir. Önemli olan rüzgârdan olumlu anlamda faydalanmak ve bu çılgın gençlerin deliliklerinden sakınmak olmalıdır.

Zirvedeki Görüntü: Sis

Zirvelerden ovalara, aşağılara misafir olan bulutlar bazı zaman ne kadar güzel bir görüntü sergilerler. Pamukçuklar gibi öbek öbek serpilmiş halleriyle, gözlere hayret veren banyosunu yaptırırlar. Etraflıca toz beyaz başka bir ifadeyle dört bir yan kör duman içerisindedir. Böylelikle adeta yeryüzünün yaralarını sararlar. Başka boyutta bir nevi bütün nebatatı ve mahlûkatı nem ile doyururlar. Karın kuytularda eğleşmesi gibi sis ve pus da çoğu coğrafyanın bir yerlerinde kıvrılıp yatmaktadırlar.

Şehirleri, ovaları geçitlerle birbirine bağlayan yollarında sisin veya pusun içerisine girmişsinizdir. Trafikteki aksama ve kazaları bir tarafta tutar isek gizemi ve şaşırtmacayı yaşamayan yok gibidir. Puslu havayı seven kurt görünümlüdür her şey. Sisli havalar stratus bulutu olup dört bir yandan yağsa da sisli, puslu, pusarık² hal, kararsız bir durum kadar kararlı havayı³ da imlemektedir. Her ne kadar hava kirliliğini yanında taşısa da bu kararlılık hali kısa dönemler dâhilinde kararsızlığa evrilecektir. İşin teknik boyutundan ziyade insanın ruh hali gibi bir durumu da her daim yansıtacaktır. Orman yolu kenarında sis altında çeşme lülesine ağzını dayayıp su içmişliğimizin fotoğraflarını anımsayalım. Sis veya pus sonrası güneş yüzlere gülümseyecek ve gizemli örtüsünü kaldıracaktır. Ötelere, rüya misali yeni coğrafyalara doğru yolunu alacaktır.

Sis ve pus daha çok kışı, karı ve boranı çağrıştırmaktadır elbette. Bahardan öncesi kış patlaması gibi bir durumdur bu. Bir silkelenme bir ığralanma halidir. Bu son durum yeni ahvallere yerini bırakacaktır. Ve yaratan kudretini farklı şekillerde de olsa kullanmaya devam edecektir. Hz. Mevlâna’nın dediği gibi “sanmasınlar yıkıldık/ sanmasınlar ki çöktük/ başka bir bahar için/ sadece yaprak döktük.”

Bir örtü gibi her bir şeyi örter bu gizem, küçük küçük aralıklarla da olsa siluetini sunacaktır. Genellikle öğleye doğru kendini açarak, bir anda bütün görüntüyü faş edecektir.

-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
1 Gerçek şudur ki yağmur damlaları buharlaşmadan yeryüzüne ulaşandır. Çapları çisenti için 0,2, yağmur damlaları için ise 0,5 mm’dir. Çapı yaklaşık 5 milimetre olan bir yağmur damlası saniyede yaklaşık 10 metre (yani saatte 36 kilometre) hızla hareket eder. Daha küçük yağmur damlalarının hızı ise daha düşüktür.

2 “Pusarık Hava” Hafif sisli ya da hafif sisle beraber hafif yağmurlu hava.

3 “Kararlı Hava” Her düzeyde, etrafındaki havayla aynı sıcaklık ve yoğunlukta olacaktır. Bu hava ne yükselmeye ne de alçalmaya devam etme eğiliminde olduğu için bu atmosfere nötr şekilde kararlı denilmektedir.

İlkay Çoşkun
Kültür Ajanda Dergisi
Nisan 2025, Sayı 137

21 Mart 2025 Cuma

İlkay Coşkun Kitaplığı

İlkay Coşkun Kitaplığı (Kütüphaneler)

210 Üniversite kütüphanesinin tamamında ve seksen bir il halk kütüphanesi ile birçok büyük ilçe ve şehir kütüphanesi başta olmak üzere toplamda beş yüzün üzerindeki kütüphanede, kitaplarımın tamamına yakını okurlarıyla buluştu. İyi okumalar dilerim. Mart 2025

https://toplukatalog.tr - İlkay Coşkun

koha.ekutuphane.gov.tr - İlkay Coşkun




Havamız Olsun" - Buzzağımedia

"Havamız Olsun" - Buzzağımedia

İlkay Coşkun’un bu eserinin öne çıkan en belirgin özelliği, hava durumu ve iklim olaylarına, mesela dört elemente, insani bir mühür vurması. Deyim yerindeyse meteorolojiyi insanlaştırmasıdır. İnsanın halleriyle hava olayları edebiyatın potasında eriyerek “nevi şahsına münhasır” estetik bir eser vücuda gelmiş, içinde soluduğumuz coğrafi atmosfer insani bir nitelik kazanmıştır.


#KitapyurduDoğrudanYayıncılık #kitapyurdudogrudanyayincilik #kdy #kitap #yazar #şair #kitapyurdu #kitapyurducom #kitapkurdu #kitapsever #buzzagimedia #BuzzağıMedia #KDY #Buzzagi #buzzagi #şiir #roman #hikaye #akademi #sorubankası #çocukkitabı #kişiselgelişim #bilimkurgu #distopya #polisiye #tiyatro #havamızolsun #ilkaycoşkun


19 Mart 2025 Çarşamba

Edebiyat ve Meteorolojiyi Birleştiren Kitap: Havamız Olsun

Edebiyat ve Meteorolojiyi Birleştiren Kitap: Havamız Olsun

‎Şair-Yazar İlkay Coşkun’un hava durumuna, iklim olaylarına edebiyatın dolayısıyla insanın penceresinden bakan deneme kitabı Havamız Olsun, KDY (Kitap yurdu Doğrudan Yayıncılık) etiketiyle çıktı…

‎İçinde yer aldığımız ve debelenip durduğumuz yapay zekâ ve simülasyon çağında insan merkezli edebî eserlere her geçen gün daha çok ihtiyaç hissediyoruz. Tanıtımını yapacağımız eserin artıları da mevcut. İnsan ve coğrafya eksenli bir eserdir bu. İnsanı içinde bulunduğu coğrafyayı da kuşatarak atmosferik durumuyla hava olayları, iklim bilinci ekseninde ele alan, içtenlikli deneme metinleriyle değinip insana dokunan bu edebî eser Şair-Yazar İlkay Coşkun imzalı.

‎Şair İlkay Coşkun şiir sanatıyla ilgili oluşundan mülhem mesleğinin gerektirdiği formasyon bilgisini de işin içine katarak coğrafya ve meteoroloji bilimine edebiyatı ve edebî bakışı da ekleyerek “kendine münhasır” bir çalışma ortaya koymuştur.

‎Şiirsel, estetik duyarlılığı haiz, numara yapmayan, özenli, duygu yüklü bir deneme üslubu var Şair Coşkun’un. Kaleminin aynıyla şiire, şiir sanatına yatkın oluşundan mütevellit düzyazıya da yatkınlığını görüyoruz eser boyunca. Türkçe ve dil duyarlılığı son kertede temiz bir membadan beslenmiş ve akışı kendiliğinden devam eden bir kaleme, bir deneme üslubuna sahiptir.

‎İlkay Coşkun’un bu son eserinin öne çıkan en belirgin özelliği, hava durumu ve iklim olaylarına, mesela dört elemente, insani bir mühür vurması, deyim yerindeyse meteorolojiyi insanlaştırmasıdır. İnsanın halleriyle hava olayları edebiyatın potasında eriyerek “nevi şahsına münhasır” estetik bir eser vücuda gelmiş, içinde soluduğumuz coğrafi atmosfer insani bir nitelik kazanmıştır.

‎Sosyal Bilgiler Öğretmenliği okudum, 4 yıl boyunca. Fakültede oldum olası Coğrafya derslerine ısınamamışımdır. Türk ve dünya coğrafyası kitapları, kuru bir anlatım ve duygusal bir iklimden yoksun içeriğiyle beni hep derslerden uzağa düşürmüştür.

‎İşte Havamız Olsun eserinin bir niteliği de okurunu bu çıkmazdan kurtarması, coğrafyayı ve meteoroloji ilmini sevdirmesidir, diyebiliriz.

‎Havamız Olsun, deneme üslubundaki estetik yapısı ve durumuyla okuruna coğrafya bilimini sevdirmesinin ve benimsetmesinin yanında, hava durumlarına duygusal bir iklim katarak yani onu edebîleştirerek de katkıda bulunmaktadır. Yani yazarın edebiyat birikimi, mesleğine destek olduğu gibi meslekî formasyonu da edebiyatla zenginleşmiştir demek mümkündür.

‎Havamız Olsun eserinin bir diğer alameti farikası, bu sahada, yani meteoroloji alanında farklı iki disiplini bir deneme formatında birleştiren “nadirattan” bir kitap oluşudur. Bir diğer farklılık ise Yazar Coşkun’un hava olaylarına ve hava unsurlarına içeriden, duyumsayarak, hissederek bir bakış getirmesidir. Yani insani hâller ile atmosferik hâller birbirine katışarak beşerî vasıfları da içine alan benimsetici bir yönle yazılar kaleme alınmıştır. Yani ki biz de “su” unsuruyla birlikte duruluyor, biz de “ateş”le birlikte kavruluyoruz. Biz de dağ doruklarında özgürlüğün tadını çıkarıyoruz, vb.

‎Ve Şair-Yazar İlkay Coşkun’un bu “nadide” ve “nadirattan” yapıtını kutlamaktan kendimizi alamıyoruz…     

[1] İlkay Coşkun, Havamız Olsun, KDY, Mart 2025, İst.

Mustafa Nurullah Celep
Mart 2025

https://haberedebiyat.com/edebiyat-ve-meteorolojiyi-birlestiren-kitap-havamiz-olsun

Not: Mustafa Celep hocamın, bu güzel kitap değerlendirme yazısı için çok  teşekkür ederim.

Kitabı sipariş edip okumak için tıklayınız:

https://www.kitapyurdu.com/kitap/havamiz-olsun-/713707.html

#ilkaycoskun #havamızolsun #hava #deneme #kitap #kitapönerisi #okur #kdy #buzzağı #meteoroloji #kütüphane 


18 Mart 2025 Salı

Havamız Olsun - Mustafa Celep

Edebiyat ve Meteorolojiyi Birleştiren Kitap: Havamız Olsun

‎Şair-Yazar İlkay Coşkun’un hava durumuna, iklim olaylarına edebiyatın dolayısıyla insanın penceresinden bakan deneme kitabı Havamız Olsun, KDY (Kitap yurdu Doğrudan Yayıncılık) etiketiyle çıktı…

‎İçinde yer aldığımız ve debelenip durduğumuz yapay zekâ ve simülasyon çağında insan merkezli edebî eserlere her geçen gün daha çok ihtiyaç hissediyoruz. Tanıtımını yapacağımız eserin artıları da mevcut. İnsan ve coğrafya eksenli bir eserdir bu. İnsanı içinde bulunduğu coğrafyayı da kuşatarak atmosferik durumuyla hava olayları, iklim bilinci ekseninde ele alan, içtenlikli deneme metinleriyle değinip insana dokunan bu edebî eser Şair-Yazar İlkay Coşkun imzalı.

‎Şair İlkay Coşkun şiir sanatıyla ilgili oluşundan mülhem mesleğinin gerektirdiği formasyon bilgisini de işin içine katarak coğrafya ve meteoroloji bilimine edebiyatı ve edebî bakışı da ekleyerek “kendine münhasır” bir çalışma ortaya koymuştur.

‎Şiirsel, estetik duyarlılığı haiz, numara yapmayan, özenli, duygu yüklü bir deneme üslubu var Şair Coşkun’un. Kaleminin aynıyla şiire, şiir sanatına yatkın oluşundan mütevellit düzyazıya da yatkınlığını görüyoruz eser boyunca. Türkçe ve dil duyarlılığı son kertede temiz bir membadan beslenmiş ve akışı kendiliğinden devam eden bir kaleme, bir deneme üslubuna sahiptir.

‎İlkay Coşkun’un bu son eserinin öne çıkan en belirgin özelliği, hava durumu ve iklim olaylarına, mesela dört elemente, insani bir mühür vurması, deyim yerindeyse meteorolojiyi insanlaştırmasıdır. İnsanın halleriyle hava olayları edebiyatın potasında eriyerek “nevi şahsına münhasır” estetik bir eser vücuda gelmiş, içinde soluduğumuz coğrafi atmosfer insani bir nitelik kazanmıştır.

‎Sosyal Bilgiler Öğretmenliği okudum, 4 yıl boyunca. Fakültede oldum olası Coğrafya derslerine ısınamamışımdır. Türk ve dünya coğrafyası kitapları, kuru bir anlatım ve duygusal bir iklimden yoksun içeriğiyle beni hep derslerden uzağa düşürmüştür.

‎İşte Havamız Olsun eserinin bir niteliği de okurunu bu çıkmazdan kurtarması, coğrafyayı ve meteoroloji ilmini sevdirmesidir, diyebiliriz.

‎Havamız Olsun, deneme üslubundaki estetik yapısı ve durumuyla okuruna coğrafya bilimini sevdirmesinin ve benimsetmesinin yanında, hava durumlarına duygusal bir iklim katarak yani onu edebîleştirerek de katkıda bulunmaktadır. Yani yazarın edebiyat birikimi, mesleğine destek olduğu gibi meslekî formasyonu da edebiyatla zenginleşmiştir demek mümkündür.

‎Havamız Olsun eserinin bir diğer alameti farikası, bu sahada, yani meteoroloji alanında farklı iki disiplini bir deneme formatında birleştiren “nadirattan” bir kitap oluşudur. Bir diğer farklılık ise Yazar Coşkun’un hava olaylarına ve hava unsurlarına içeriden, duyumsayarak, hissederek bir bakış getirmesidir. Yani insani hâller ile atmosferik hâller birbirine katışarak beşerî vasıfları da içine alan benimsetici bir yönle yazılar kaleme alınmıştır. Yani ki biz de “su” unsuruyla birlikte duruluyor, biz de “ateş”le birlikte kavruluyoruz. Biz de dağ doruklarında özgürlüğün tadını çıkarıyoruz, vb.

‎Ve Şair-Yazar İlkay Coşkun’un bu “nadide” ve “nadirattan” yapıtını kutlamaktan kendimizi alamıyoruz…

‎Mustafa Nurullah Celep
Mart 2025

Kitap Sipariş:



5 Mart 2025 Çarşamba

Turnalar

"TURNALAR" ŞİİRLERİNDEKİ YAŞANMIŞLIKLAR

“Turnalar” Halk Ozanı Şair Gülnuri Yedek'in hatıra şiir kitabıdır. Emin Yayınları etiketiyle, Ekim 2024'te okurlarıyla buluşturulmuş. Yüz seksen sayfa hacmindeki kitapta yüz civarında şiir yer almaktadır. Kitap isminden de anlaşıldığı üzere şiirler hasret temasındadır. Hasret şiirleri sekiz bölümde tasniflendiğini görüyoruz. “Zamana Hasret, Mekâna Hasret, Sılaya Hasret, Duaya Hasret, Efrada Hasret, Askerde Hasret, Ozanca Hasret, Yollara Hasret” şeklindedir. “Turnalar” kitap ismini, gurbeti, ayrılığı betimleyen, çağrıştıran “Turnalar” (s. 138) isimli kitaptaki şiirden alıntılanmıştır.

Şiirlerde başat olarak hasret duygusu, devamında eski ile yeni karşılaştırmaları, özlemler, sıkıntılar, yakarış, dua, vatan sevgisi, milli manevi değerler, yöre kültürü, tabiat güzellikleri, Artvin, İstanbul şehrengizleri, taşlama gibi uzunca bir tema listesi yapmamız mümkündür. Duygu olarak da, hasreti en fazla yaşatan olgu, çaresi olmayan ölümdür. Ölüm insan için bir şal olsa da aynı zamanda hasreti, özlemi çokça yaşatan gerçekliktir. Bir ayağı gurbette bir ayağı sılada olan insan genellikle kendine göçmendir, yalnızdır ve çoğu şeyi kendi içerisinde yaşayandır. Şair, gece gibi, zemheri gibi anne yokluğuna sarılır adeta. Başka bir ifadeyle şair, ana yoksunudur, ana yoksuludur. Bunu da sık sık şiirlerinde aksettirir. Bundan kelli hasretini, özlemini hep canlı ve hüzünlü yaşar. Yetimlik ve yalnızlık hali böylelikle şiirlere nakşolur. Bu özlem hali hem gıyaben hem de vicahen yaşanılır. Öyle ki hasret, ayrılıkların özrü olsa da şair, şiirlerini müstecap duası gibi görür.

Kitabın Editörlüğünü yapan aynı zamanda da şairimizin en küçük oğlu olan Yavuz Selim Yedek tarafından her bölüm başlangıcında, şiir bölümünü açıklayıcı bilgiler verilmektedir. Kitapta şairin anne babası, kardeşleri, hanımı, çocukları ve bazı torunları şeklinde ailenin fotoğrafları yer almaktadır. Zaman içerisinde şair, ozan arkadaşlarıyla beraber atışmalar da yapmaktadır. Atışmaları daha çok karşılıklı deyiş ve şiir söyleme şeklinde nitelendirebiliriz. Atışma yaptığı şairler şunlardır. “Gülhanî, Niyazi Coşkun (Coşkunî), Hasan Hüseyin Yazıcı (Dervişân), Servet Yazıcı (Yazıcı), Avni Ünsal (Ünsal), Muammer Demir, Süleyman Havadar, Ahmet Yoramoğlu” gibi isimleri sayabiliriz. Ayrıca Hattat Cemali Gündoğdu’nun “Ne Dem Bâkî Ne Gam Bâkî Hüve’l Bâkî”, “Hoş Gör Ya Hû” anlamlarını taşıyan hat sanatı örneklerinin kitapta neşredildiğini de görmekteyiz. Şairin torunu Ravza Zülal Yedek’in eskiz çalışmasına da yer verilmiştir. Şairin eşinin şiirleriyle beraber, oğulları Rahmet, Süleyman, Hürmet ve Yavuz Selim hocaların birer şiirlerine de yer verilmektedir. Hatıra hüviyeti taşıyan bu kitapta, şairin şiirleriyle beraber ailesini de etraflıca tanımış oluyoruz.

İzninizle, şair ve kitap hakkında etraflıca bir bilgi verelim ve devamında şiirlerin içeriğine değinelim. Daha önce söylediğimiz gibi kitabın editörlüğünü de yapan, Yavuz Selim Yedek, Halk Ozanı Garip Gülnuri'nin dört çocuğunun en küçüğüdür. Baba Gülnuri ve dört evladı da imamdır. Hatta bu aynı meslek durumu bir şiirde de işlenmektedir. Şairin babası rahmetli Molla Sisam efendidir. Esasen şiirler ve anlatımlar Şairin babası Molla Sisam Yedek ve şairin annesi Ezine Yedek hanımla başlatılmaktadır. Şair, annesini iki yaşındayken kaybeder. Ozan Gülnuri’nin beş ablası ve küçük yaşlarda kaybettikleri bir kız kardeşleri vardır.

Ozan, Artvin, Ardanuç, Anaçlı Köyü doğumludur ve imamlıktan sonra da hayatına burada devam ettirmektedir. Şair; Ardanuç’lu Âşık Efkârî’nin yeğenidir. Ayrıca Şairin amcası Âşık Kerem’de, Yolüstü Köyü’ne yerleşmiş bir halk ozanıdır. Şairin yeğeni Emekli Albay Süleyman Havadar da yazar ve şairdir. “Livana’da Bin Yıl” romanının ve “Anadolu Destanı”, “Acı Elma”, “Köy Öğretmeni” gibi kitaplarının yazarıdır.

Anaçlı Köyü isminin 1925’te verildiğini öğreniyoruz. Bu yıllardan önce Gürcü dilinde Ança Tepesi anlamına gelen Ançgora isminde bilinmekteydi. Şair, köyünün ismini Ançgora olarak da kullanmaktadır. “Ardanuç, Anaçlı Köyü (Ançgora), Şavşat, Şavgula Köyü, Yolüstü Köyü, Cevizli Köyü, Kürdevan Dağı” ve aynı zamanda şairin mazide vakitlendiği “İstanbul, Sivas” gibi birçok yer ismiyle de karşılaşmaktayız. Şiirlerde ve kitap anlatımlarında zengin Artvin kültürüne ve söz varlığına yönelik bilgilerde ediniyoruz. Bunlardan bir kısmına bir göz atacak olursak; “Çobanların kaldığı baraka cinsi yapılara “kohta” denir. Satara: uçurum; Pilacı: tokalı terlik, horom: elle sarılan ot balyası. Bunlarla birlikte; buğa (boğa), sant, varro ayı, kav, horşa tutmaç, soğanlı harşosi, puçuko aşı, horoda, yerbeyil, sobayı odlamak, şaşort (Yayladaki işleri halleden hanımlara denir), yerbeyil, karpoti, cillanmış, bah, çismat, kitik, hopopi, lazut, yügürmek, tapul etmek, termaş, meyle, şadıra, korkimela, pozika.” Bütün bu yöresel farklı kelimeler, isimler bizi Laz’ıyla, Poşa’sıyla, Gürcü’süyle çok kültürü barındıran Artvin’in zenginliğine taşımaktadır.

Şiirlerin, hece şiirinin ahenk unsurlarından, halk edebiyatının imkânlarından ve geleneğimizden bolca beslenmiş olduğunu söyleyebiliriz. Şiirlerin geneli, 11’li ve 8’li hecelidir. Az sayıda da olsa yedi heceli şiirler vardır. Yer yer Artvin yöresi söyleyiş ağzında şiirler de yer verilmektedir. Şair, şiirlerinde genellikle “Garip Nuri” mahlasını kullanmaktadır. Hatta ve hatta Artvin’in zengin yemek gülbankının şiirlere kokusunun sinmiş olduğunu dahi söyleyebiliriz. Tilkiye yazılan şiiri en ilginç şiir olarak nitelendirebilirim. Şiirlerde çok az da olsa intizar halini görmekteyiz.

Şiirlerden kısa kısa da olsa örnekler verecek olursam; “Garip Nuri al sazını/ Bekle gelecek yazını/ Bıraktım Büyük kuzumu/ Gözüm yaşı durmaz akar.” (s. 41), “Garip Nuri yapma çok âhuzârı/ Neylersin dünyada zerrece varı/ Koyun kuzu inmiş kovanda arı/ Yol bulamam öyle gidem köyüme.” (s. 43) “Garip Nuri Hacer’i de hatırla/ Efkâr defet, yaz da üç beş satırla/ Gözyaşım taşınır yüz bin katırla/ Tepe ağlar, yamaç ağlar, düz ağlar.” (s. 65), “ Garip Nuri gel sen Mevlâ’nı tanı/ Hoşça kayırdıysan anan babanı/ Günün sona erdi, yükle kervanı/ Yalvarırım Mevlâ’m yolum dar etme.” (s. 80), “İlkten sabreyledik temel dediler/ İhtisas besbeter genel dediler/ Bitince dönmeye umut verdiler/ Medet senden Rabbim, sen imdat eyle.” (s. 137), “İşte böyle hep neşeli olunuz/ Kurttan kuştan köyümüzü sorunuz/ Haydi artık açık olsun yolunuz/ İyi haberlerle dönün turnalar.” (s. 139), “Dünyada kalmışız hep kalma kala/ Satsalar dünyayı almaz bir pula/ Hakk’ın divanında cezasın bula/ Kalbini secdeye indiremeyen.” (s. 149), “Ben bir kuş besledim can kafesimde/ Akıbet bir pinhan aldı da gitti/ Dedim cânâ, dur benimle sefa sür/ Benim bu sözüme güldü de gitti.” (s. 155) Bütün bu şiir dörtlüklerinde, şairin değişik zaman dilimlerinde ve farklı ortamlarda yaşadıklarından kesitler sunulmaktadır.

Şair, özlemleriyle, hasretlikleriyle beraber; çevresine karşı hep bir müstağni duruş içerisindedir. Bir nevi bu şiirler, şairin hayat mücadelesinde kendisiyle kalmalarının ürünleridir. Dünyanın zorluklarıyla, ölümlerle, yeni doğumlarla hayatı herkes kendince yaşar böylelikle. Sonuçta her insan kendi hayat felsefesine, vicdanına göre yaşamaktadır bu hayatı. Şiirlerde kötüye yanlışa karşı bir muarız duruş hali vardır. Hayırların fetholduğu, şerlerin def olduğu bir dünya arzulanır. Yalnızlığın, hüznün ve dahi acının titreyişinde yazılır bu şiirler. Sevdikleriyle, özlem ve hasret duyduklarıyla efrâdını câmi ağyârını mâni dedikleri anlatım böyle olsa gerek. Gerek şiir kitabıyla gerekse de şairin efradıyla tanışmama vesile olan kadirşinas dostum Muhsin Kemikli’ye de çok teşekkür ederim. Sağlıklı huzurlu güzel bir ömür dilerim. İyi okumalar.

İlkay Coşkun

İnternetin Silindiği Gün

İnternetin Silindiği Gün” Yaşanacaklar

“İnternetin Silindiği Gün” Yazar Polat Onat'ın toplamda altmış ikinci, roman olarak da on dördüncü kitabıdır. Q Yayınları etiketiyle Ocak 2025'te ilk baskısıyla okurlarıyla buluşturulmuş. Eser; karton kapak ciltli, üç yüz altmış sekiz sayfa hacmindedir. Roman, internetin silindiği tasavvurunun ilk günüyle başlayıp yedinci günde sonlanmaktadır. Yedi ana bölüm ve alt bölümleriyle birlikte on sekiz başlıkta romanın kurgulanmış olduğunu görmekteyiz. Yirmi sekiz bölümün içerisinde, İstanbul, Ankara, Batman başta olmak üzere, Diyarbakır, Elazığ, Malatya ve Kayseri'deki internetsiz haller de işlenmektedir. Ayrıca romanda geriye doğru zaman atlamalarında da bulunulmaktadır. Bu zaman atlamalarıyla, internetin olduğu zamanlar da anlatımlara dâhil edilmektedir. Mesela “Bir Yıl Önce Ankara”, “Altı Ay Önce Ankara” konu başlıklarında olduğu gibi.

Kitabın içeriğine çok fazla girmeden, kitap hakkında etraflıca bir değini de bulunmak istiyorum izninizle. Yazar, bu kitabını iki bin yirmi dörtte aramızdan ayrılan -Polat Onat Bey’in kayınpederi de olan- Yazar Abdurrahman Fırat’a ithaf etmiş olduğunu anlıyoruz. Merhum Abdurrahman Fırat’ın “Hayat Romana Benzemez” ve “Hayat Bana Çok Şey Öğretti” isimlerinde iki kitabı bulunmaktadır. Ayrıca fantastik bilimkurgu kitaplarıyla tanınan Yazar Stephen King'in anlamlı bir sözüyle kitaba girizgâh yapılmaktadır. “İnsanlar hep başlarına gelen kötü şeyler için sebep arar. Ama bazen sebep yoktur”

İnternetin silinmesiyle beraber dijital bir kıyamet oluşur. Bu kıyamet medeniyetleri yok edecek şiddettedir. Eş zamanlı olarak bütün dijital ağlar, kendi kendini kopyalayan milyonlarca silici virüs ile yok edilir. Güncelleme yapılan ve yakın zamanda çevrimiçi olmuş dünyadaki tüm elektronik cihazlar tamir olmayacak şekilde bozulur. Tablet, telefon ve sosyal medya bağlantıları kesilir. Tüm elektronik ve elektrikli cihazlar bozucu etkiye maruz kalır. Elektronik kilit sistemi komple zarar görür. Doğalgaz, elektrik kesilerek, metro ve tramvay çalışmayacak konuma gelir vs.

Bunlardan başka yaşanabilecek diğer öngörüler de şu şekildedir. Dünyada kısa vadede milyonlarca insanın ölümüyle beraber, dünya çapında bir kargaşa oluşacaktır. Suların akmaması, otoritenin ve güvenliğin kalmaması, kanunların uygulanamaması, yağma, keşmekeşlik, kargaşa, yıkım vs. Bütün insanlarda katıksız bir depresyon hali de cabası. Uzun vadede insanlık Orta Çağ karanlığına dönecektir.

Peki, olumlu hiç bir şey olmayacak mı? Az da olsa olacak elbet. Bunlardaki tasavvur da şu şekildedir; Mesela bu kıyamet halinde, hayvanlar daha az etkilenirler. Hatta evcil hayvanlar bu bahaneyle özgürlüklerine kavuşmuşlardır. Sigara üretiminin sonlanmasından dolayı sigara içilmemeye başlanmıştır. Kaosu Önleme Merkezleri gibi yeni meslekler doğmaya başlamıştır şeklinde bir liste yapabiliriz. Bunlar gibi her sonun ardında yaşanabilecek yeni başlangıçlar da kendisini göstermektedir. İnsanlık adına umudu diri tutma ve yeni başlangıçlara kapıları aralayan çabalar şeklinde sıralamalar yapabiliriz.

Genelde modernleşme, küreselleşme ve batılılaşma, özelde internet, sosyal medya; avantajlarıyla olduğu kadar olumsuzluklarıyla da hayatımızda yerini aldı maalesef. Daha çok hazcı, behemî anlayışları besleyen ve büyüten bir alan olarak da işlevini sürdürmektedir. Bu araçlar vasıtasıyla insanlık, dünyanın kirlerini daha da çok yüreğine değdirmektedir. Bir de üstüne üstlük bu kötülüklerle mücadele edecek erke ve felsefeye de mesafeli durmaya başladık. Eski günahların gölgesinin uzun olacağı gibi bağımlılık ve tektipleşme hallerini büyüttük de büyüttük maalesef. Ne hatıra biriktirme güzelliği kaldı ne de harcanan zamanın tesbihini çektiğimiz hatırlayışlar. Yine de yeni gelişmelere önyargıda bulunmamak, insafsız yergi ve temelsiz övgülere tevessül etmemek gerekiyor. İnternetin imkânlarından faydalanmak olmalı ama bir dirhem bal için bir çuval keçiboynuzu yeme zahmetinde de bulunmamamız gerekiyor. Bize sunulan her bir şeyi hayatın her alanının teksifi noktasında görmememiz, gerekli durumda da aksülamel duruşlarımızı sergilememiz gerekiyor.

Biz yine romana dönecek olursak; Roman kahraman ve karakterlerine bir göz atalım. “Yetkin, Harun, Hülya, Zühal, Salih ve Şeniz” başta olmak üzere, “Burhan, Huriye, Cavit, Yalçın, Veli Ağabey, Bekir, Jale, Belkıs, Yakup, Muhsin, Cevahir, Turgut, Raziye Hanım, yaşlı Harun, Özcan, Yüzbaşı Lokman” gibi bizden dediğimiz başka isimlerle de karşılaşmaktayız.

Romanda altını çizdiğim bazı bölümleri paylaşmak istiyorum izninizle. “Hiçbir balon sonsuza dek şişmez. Bir yerden sonra muhakkak patlayacaktır.” (s. 16), “Gerçek iletişim, insanların birbirinin gözlerine bakarak söylediği sözlerle şekillenir.” (s. 18), “Kocaman bir depodaki suyun içine her saniye kendini kopyalama özelliği olan öldürücü bir zehir atarsanız, depodaki su sonsuza dek içilmez hale gelecektir.” (s. 25), “Teknolojisiz de internetsiz de bir yaşantı ve toplumsal hayat elbette mümkün. Yeter ki insanoğlu, ruhundaki o saf mücadele gücünün ışıltısını koruyabilsin.” (s. 367)

Fantastik ve heyecan unsurlarıyla birlikte bir gençlik romanı okudum. 50-100 yıl veya daha da kısa bir zaman sonrasını, ülkemiz örneğiyle dünyanın internet ve teknoloji noktasında gelebileceği nokta trajik bir şekilde işlenmiş gözüküyor. Ve yaşanabilecek zor şartlar vurgusuyla bir şamar gibi sillesini savurmaktadır. İnternetin olmaması ve internetin silinmesiyle doğabilecek olumsuzluklar, dünya ile hayatların arasını fazlasıyla açmışa benziyor. İnsanlığın bu kadar varlık içinde dünyadan hep bir şeyler çalma ve mükemmele ulaşma çabalarına şahitlik ediyor. Bütün bunların yanında insanların çok şeyinin eksik olduğunu, daha çok da kadim medeniyete ulaşamamış olduğunun hissini uyandırıyor. İyi okumalar dilerim.

İlkay Coşkun
02.03.2025

4 Mart 2025 Salı

Eşikte Üç Kadın

"Eşikte Üç Kadın" Bacıyân ve Babayânî Bir Tavır

‎"Eşikte Üç Kadın" Yazar Mithat Önal'ın, 2024 yılı, Kavim Yayıncılık etiketiyle okurlarıyla buluşturduğu hikâye kitabıdır. On iki hikâyenin yer aldığı eser, yüz on yedi sayfa hacmindedir. Yazar; kitabını, ablası Elif Yılmaz'a atfederek girizgâhta bulunmaktadır. Hikâyeler, sekiz-on sayfa kitap hacminde ve orta uzunluktadır. Hikâyeler de illaki az çok kurgu vardır. Ama daha çok gerçek hayatta yaşanmış hissini uyandıran aşkınlıkta hikâyeler okudum diyebilirim.
‎Hikâyelerde iyi bir gözlem ve sezgisel muhakeme hali kendini hissettiriyor. Hikâyeler bozkırın, taşranın düşlerini, umutlarını ve zorluklarını taşımaktadır. Daha çok kasaba ve köy hayatı hikâyelerde yer almaktadır. Kırsal yaşam ve bozkırın esintileri önde gözükmektedir. Öykülerin önemli bir kısmında kadın tasvirlerinin, betimlemelerin baskın bir şekilde işlendiğini görmekteyiz. Ayrıca insana ve kalbe odaklı, bireysel ve toplumsal duyarlılığı taşıyan temleri de taşımaktadır. Anlatımlarda yer alan karakterler sofi mistisizmi ve miskinliğinden uzaktadır. Bunun yanında karakterler hem hareketlidirler hem de üretkendirler. Hikâyelerde iki tür anlatıcı kendisini hissettiriyor. İlki, bazı hikâyeleri dış anlatıcı ağzıyla dinliyoruz. Diğerlerini de hikâye baş kahramanının ağzından dinlemekteyiz.
‎Anlatım, günlük yaşantılardan alıntılar şeklinde yol almaktadır. Anlatımdaki insanî ilişkiler samimi ve doğaldır. Başka bir ifadeyle kişi portreleri üzerinden pasajlar şeklinde konular işlenmektedir diyebiliriz. Öykülerin geçtiği tarihlerin nirengi noktaları tam olarak belli olmamakla birlikte, 70’ler, 80’ler hatta 90’lar da yaşanmış izlenimi uyandırmaktadır. Bunun da yazarın çocukluk ve ilk gençlik yıllarına tekabül ettiğini söyleyebiliriz. Hadiselerin yaşandığı kabul edilen yerler fludur. Sadece bir yerde ‘Sivas günleri’ ibaresi geçmektedir. Ama genel anlamda bütün Anadolu coğrafyası özellikle bozkır ve taşranın baz alınmış olduğunu söylesek yeridir.
‎Hikâyeleri, kahramanlar boyutuyla üç izlek kategori de tasnifleyebiliriz. Birincisi başat olarak, bolca kadın tasviriyle beraber kadın olgusudur. İkincisi dünyayı ve hayatı farklı boyutlarıyla yaşayan enformel karakterlerdir. Başka bir ifade ile mugayir kişiliklerdir. Bunun en iyi örneği, karıncaları beslemeyi kendisine görev edinmiş olan Ahmet karakteri ve gıcır paraları toplayan, biriktiren Gıcır Kazım karakteridir. Ve üçüncü olarak da babayânî ve bacıyân karakterleri sıralayabiliriz. Bunlarla beraber “bakkal, öğretmen, köy bekçisi, minibüsçü, kamyoncu, ev kadını” gibi bu listeyi kimi meslek gurupları üzerinden de sıralayabiliriz. Ama her şeye rağmen ana tema ehramında kadın var desek yeridir.
‎Hikâyelerde yer bulan baş kahramanlar ve diğer karakterlerin çoğunluğu isimleriyle beraber lakaplarıyla ve yaptıkları meslekleriyle anılmaktadır. Bazı hikâyelerde isim geçmemektedir. Bu bağlamda flu bir anlatım kendisini hissettirmektedir. Bunun yerine “Kadın, kız, anne, adam” gibi kimi isimlendirmeler üzerinden anlatımın şekillendirildiğini görmekteyiz. Hikâyelerde yer alan kahraman isimlerine bir bakacak olursak; "Melahat, Firuzan, Mümine, İnci, Kamyoncu Salih, Melih, Gıcır Kazım, Kuruyemişçi Asım, Mali Müşavir Murtaza, İsmet Usta, Kel Mürsel, Bodos Zülküf, Porsuk Rıfat, İklime, Hikmet, Bal Döken, Tel Mevlit, Pala, Deli Fişek, Rıfat Ağabey, Durmuş, Firdevs, Hilmi Emmi, Süleyman, Kulaksız Kerem, Hacce Bacı, Nebahat Nine, Deli Fişek, Kerime Kadın, İllez, Zehra, Zennure, Kıvırcık Hacer, Nevra Kadın, İbrahim, Şaziye, Rukiye Hanım, Şemsi Bey, Rasim, Sema Hanım, Hamit, Gülce, Asım Bey, Nazan Hanım, Karınca Ahmet, Gülnaz Hanım, Şevki Bey, Nalbur İlhan, Özlem Abla, Şengül Teyze, Bisikletçi İdris, Muhtar Şemsettin, Çopur Musa, Simitçi Nedim" gibi birtakım isimleri sıralayabilirim. Sanki Yeşilçam filmlerinden çıkıp gelmiş film karakterleri gibi.
‎Yazarın, hikâye dilinin anlaşılabilmesi için kitapta öne çıkarılan "Eşikte Üç Kadın" hikâyesinden bir bölümü paylaşmak istiyorum. Kitapta yer alan bu ilk öykü hem kitaba isimlik yapmakta hem de kitap arka kapak sayfasında bir bölümüne yer verilmektedir. "...Ben aslında üçünün yaşantılarından çok gözlerinden okumuştum neler yaşadıklarını, neler hissettiklerini. Melahat'ın gözlerinde geçmişin acılarını, İnci'nin gözlerinde geleceğin hayallerini, Firuzan'ın gözlerinde ise şimdinin sevincini görmüştüm.// Bir kadının gözleri özlemi anlatırken, bir başka kadının gözleri huzuru arıyordu sesli kalabalıklar arasında. Bir başka kadının gözlere ise mutluluğun resmini çiziyordu hiç durmadan.// Üç kadın, üç hayat, üç hikâye... Ortak noktaları ise gözlerinde taşıdıkları duygularıydı.// Gözler, bir insanın ruhunun aynasıydı; bu üç kadının gözleri, onların yaşamlarının yansımasıydı"
‎Hikâyelerin sonlandırılmadığını, uçlarının açık bırakıldığını görmekteyiz. Her hikâyenin bir devamı var gibi bir hissiyata kapılıyor okur. Hikâyelerde yer yer yöresel söyleyişler ve deyişler de yer almaktadır. Bunlara bir göz atacak olursak; "Çetik, çitmik, hannıpçı, elmalık, günlendirmek, gardaşlık, gözek" Bunlarla beraber “gara, beğencek, gız, geliyom, Hacce" gibi kimi yöresel ifadeler ve isimlendirmeler de yer almaktadır.
‎Yazarın tasvir, betimleme ve metin kuruculukta mahir olduğunu görmekteyiz. Sonuçta yazar duyumsatma ve hissettirme ustasıdır. Yazarın önemli bir görevi de anlatımdaki güzelliklerle filiz ve meyve hamiliği yapmasıdır. Yazılanlarda öz olarak, tezyinatla birlikte köpüğü alınmış arılıkta ve sarihlikte bir anlatım kendisini hissettiriyor. Ayrıca betimleme ile tezyinat öykülerin teşmil gücünü artırmaktadır. Bütün bu anlatımlarda milletimizin yaşantısını, irfanî yönünü ortaya çıkaran temler olarak da görebiliriz. İyi okumalar.
‎İlkay Coşkun
Kültür Ajanda Dergisi
Mart 2025, sayı 136 -Kitaplık-