‘Behlû-i Dânâ Öyküleri’ isimli derleme kitabı Sivas ve Ünye’de söylenegelen öyküleri ihtiva ediyor. Edebiyatçı Araştırmacı Yazar Memet Zeki Gündüz Bey’in 1960’lı yıllarda Sivas’ta anlatılan öyküleri daha çok babası Ahmet Turan Gündüz’den dinledikleri ve Ünye’de öğretmenlik yaptığı 1966-1974 yılları arasında öğrencilerinin desteğini de alarak derlendiği görülmektedir. Kitap, Nisan 2019 da okurla buluştu. Yirmi iki öykü Sivas’ta derlenmiş, yirmi öykü Ünye’de derlenmiş. Yüz elli sayfa olan kitap üç bölümden oluşuyor. Son bölüm olarak da Behlû-i Dânâ hakkında literatürde, ansiklopedilerde yer alan anlatımlara ve fıkralara yer veriliyor.
Kaynaklarda
yer alan bilgilere göre Behlû-i Dânâ başlangıçta saf ya da yarı deli değildi.
Sonradan ilahi cezbeye tutularak kendinden geçtiği hatta fikirlerini,
nüktelerini serbestçe ifade edebilmek için işi deliliğe vurduğu rivayet
edilmektedir. Yalnızlığı seven, mezarlıklarda, harabelerde dolaşan, nükteli ve
iğneleyici söylemleri olan, ferasetli, hikmet sahibi halk filozofu hüviyetinde,
kimilerine göre deli kimilerine göre ise veli sayılan, işsiz güçsüz, çarşı pazar
gezen, öğütler veren, hikmet sonlu öykülerde yer alan sofu, eren bir zattır.
Her olayda evliya kerametlerini gösterir. Düzene karşı muhalif birisidir.
Davranışları anlamlı ve ikaz edicidir. Zaman zaman çocukların maskarası olur. Gerçekte
onun deli olmadığı, ferasetli bir insan olduğu fıkralar dikkatli irdelendiğinde
görülecektir. İş yapmanın öncü eylemi olan düşünmeyi öncelemiş biridir. Söylencelere
karışmış öykülerde deli görünüşlü akıllı portresi çizer. Öykülerde hicivler yer
alır. Öyküler, sosyolojik ve psikolojik unsurlar ve mizah nüveleri taşır. Hatta
şair olduğunu söyleyenler vardır. ‘Tanrı
öyle bir Tanrı’dır ki zaman içinde zaman, mekân içinde mekân yaratır’ gibi
sözlerinde tasavvufi şuur ve bilge yönünü göstermektedir.
Her
tür hırs ve ihtirası reddeder ve mücadelesini yapar. Allah aşkı ile yanıp
tutuşan Behlû-i Dânâ, her şeyi terk eder. Bundandır deli olarak nitelenen bir
Hak âşığı olması. Behlû-i Dânâ ve Harun Reşid ikisi de akrabalıklarından
şikâyetçidir. Hatta Behlû-i Dânâ’nın eleştirel öykülerinden rahatsız olan
devlet ricalleri tarih boyu rahatsız olmuş, dönem dönem yasaklayanlar olmuştur.
Behlül’ün pejmürde kılık ve kıyafeti, garip halleri Halife Harun Reşid’i
utandırır ve rahatsız eder. Ayrıca Harun Reşid ve devlet ricalinin, zevk sefa
halleri Behlül için endişe konusudur. Uzaktan insanları daha iyi gördüğü için
belki de insanlardan uzak durur. ‘Karıncayı
bile incitmem’ deme ‘bile’ den incinir karınca söz söylemek irfan ister anlamak
insan’ diyen Fuzuli sözünün yanında irfani, hikmetli sözlerinin söylerken
hak eden insanları kızdırmaktan, üzmekten geri durmaz Behlû-i Dânâ. Kadrajına
koyduğu doğru hayatı dobra dobra yaşar.
Behlû-i
Dânâ gibi zulme başkaldırı, itirazlar tarih boyu hep vardır ve olagelmiştir.
Behlû-i Dânâ yalnız değildir. ‘Dünyayı
gönlümce olacak sandım’ diyen Neşet Ertaş sözünde olduğu gibi yanılmalarla,
sıkıntılarla doludur hayat. Ömer Hayyam bir dörtlüğünde şöyle seslenir: ‘Girme şu alçakların hizmetine/ Konma sinek
gibi pislik üstüne/ İki günde bir somun ye, ne olur!/ Yüreğinin kanını iç de
boyun eğme.’ Malın mülkün püf
diye gidebileceği, gönüllerin deve kervanlarının dahi götüremeyeceği ağır bir
imtihan halini yaşıyoruz maalesef ki nefislerde.
Altıncı
hissi gelişmiş olan Behlû-i Dânâ, insanların akıllarından geçenleri okuyabilen
bir evliya, veli ve bir halk filozofu olarak bilinir. Mistik güçlere sahip Behlû-i
Dânâ fıkralarını ilk olarak Ferideddin Attâr derlemiştir. (Nişabur, İran 1120-1230)
Hz. Mevlâna Mesnevisinin bir bölümünde Behlû-i Dânâ hikâyesine yer vermiş. Behlû-i
Dânâ öykülerinin Sivas ve Ünye’de anlatıların yanında kaynak olarak ayrıca,
Türk Ansiklopedisi, İslam Ansiklopedisi, Ağâh Sırrı Divanı, Bektaşi Şairleri ve
Nefesleri, Hayrettin İvgin’in ‘Deli
Görünümlü Akıllı Behlül’, Prof. Dr. Ahmet Uysal, Ferideddin-i Attar,
Abdulbaki Gölpınarlı gibi kaynaklardan faydalanılmıştır.
Kitapta da yer alan Behlû-i Dânâ hakkında yazılanlara bir göz atacak olursak;
Yunus
Emre bir dörtlüğünde:
‘Halife oldum bindim/ Çok türlü
hallere girdim/ Behlül ile sinlerde/ Ol kelle kıran menem’
Taşlıcalı
Yahya divanının bir bölümünde, Behlû-i Dânâ hakkında şöyle der.
‘Adı dîvane kelâmı ma’kul/ Ya’ni
sultan-ı velâyet Bühlûl/ Gâh vîranede eylerdi mekân/ Gâh şehr içre ederdi
seyran’
Ondokuzuncu
yüzyılda yaşamış olan Hitabî bir dörtlüğünde;
‘Hitabî derdinizle oldu hasta/
Sizin ile beraber düştü aşka/ Bana gerekmez artık bir yol başka/ Yolunuzda bir
Behlûl olayım ben’
İzninizle kısaltaraktan kitapta
yer alan bazı örnek öykülere burada yer vermek istiyorum.
‘Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, deve tellal, horoz
berber iken. Anam eşikte, babam beşikte, ben babamın beşiğini sallar iken,
memleketin birinin bir padişahı ve onun da Behlül adında bir kardeşi varmış’ diyerek öykülere başlanır.
Büyük veli Behlû-i Dânâ bir eline bir kürek ateş, öbür
eline ibrik almış, telaşlı gidiyormuş. –Böyle nereye? –‘Cenneti yakmaya, cehennemi söndürmeye gidiyorum. İkisi de ortadan
kalksın da halk, Allah için ibadet etsin’ cevabını vermiş?
Başka
bir öykü de Ünye’de Ahmet Ocak’ın anlatımını Mustafa Yörük şu şekilde derlemiş.
Behlû-i Dânâ, sözleri ve davranışlarıyla çevresindekilere ders verirdi. Bir gün
Halife Harun Reşid’e ders vermek istedi. Harun Reşid’in sarayının önüne gelir.
Nöbetçilerin dalgınlığından yararlanarak saraya girer ve tahta oturur.
Nöbetçiler yetişirler, Behlû-i Dânâ’yı yaka paça tahttan indirirler. Orada bunu
bir güzel döverler. Behlû-i Dânâ hem dayak yemekte hem de gülmektedir. Bu
sırada Harun Reşid yetişir Behlû-i Dânâ’yı nöbetçilerin elinden kurtarır.
Tahtına izinsiz neden oturduğunu ve dayak yerken neden güldüğünü sorar. ‘Bak, ben birkaç saniye o tahta oturdum. Bir
ton dayak yedim. Ya sen? Bir ömür boyu üstünde oturduğun bir taht için ileri de
ne dayaklar yiyeceksin. Kim bilir ne çileler çekeceksin! Onun için gülüyordum
dayak yerken’ der.
Ferideddin-i
Attar’dan nakledilen Behlû-i Dânâ’nın başka bir öyküsünde;
Behlül,
elinde sopa, mezarlıkta geziyor, her mezara, o mezarı kırıp dökecek kadar
vuruyordu. Dediler ki: A deli herif! Neden bu mezarları döversin? Dedi ki: ‘Bunlar gittiler ama sayıya sığmaz yalanlar
söyleyip yattılar, uyudular. Gâh bu, benim sarayım dedi. Gâh o, malım dedi,
altınım dedi. Gâh bu, işte tarlam, asmam dedi. Gâh o, işte bağım, çardağım’
dedi.
Harun
Reşid’e, Behlû-i Dânâ’ın çalışmadığı, boş boş gezdiği şikâyeti üzerine Kardeşi
Halife Harun Reşid, Behlû-i Dânâ’ya çalışmasını söyler. Kendisi de başkasına
danışmak ve düşünmek ister. Harun Reşid,
‘Kimin ile danışmak istersen danış?’
der. Behlû-i Dânâ doğruca kenefe gider. Bir müddet orada kalır. Sonra da saraya
döner. Harun Reşid, ‘Kiminle danıştın? Ne
dedi?’ der. Behlû-i Dânâ; ‘kenefte ki
b… lara danıştım.’ Şöyle dediler. Biz bir zamanlar et, ekmek ve baldık ama
insan içine girdik, sonra halimiz böyle oldu. Sakın insan içine girme, sen de
bizim gibi olursun. ‘Ben de onların
sözünü tutacağım ve insan cemiyetinde bulunmayacağım’ der.
Hâsılı
kelâm, emek verilerek hazırlanmış güzel
bir derleme eser. Her olaya bir öykü ekleyen, sözlü kültürün daha önde olduğu
bir medeniyetin evlatları olarak Behlû-i Dânâ öykülerini severek, keyif olarak
okudum. İrfani dersler içeriyor. Behlû-i Dânâ öyküleri okullarda gençlere
pekâlâ okutulabilir. Gerekli dersler ve ilhamlar alınarak okunacağını umut
ediyorum. Keloğlan, Nasrettin Hoca yanında ders verici hikmetli yönleriyle
Behlû-i Dânâ hak ettiği yerini alacaktır. İyi okumalar.
27.04.2019
Sayı 20, Mayıs 2019
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder