29 Nisan 2020 Çarşamba

‘ Rüzgârlar Elem Söyler’ Hakkında - Kültür Çağlayanı, Sayı 62


‘ Rüzgârlar Elem Söyler’ Ahmet Sadi Okatan Şiir Kitabı Hakkında

Hata yapmak cehalet
Hatayı düzeltmek marifet
Hatayı anlamak belagat
Hatayı söylemek cesaret
Hatayı affetmek asalet
Hatadan dönmek fazilettir.

Şair Ahmet Sadi Okatan Bey’in ‘Rüzgârlar Elem Söyler’ şiir kitabının başlangıcında yer alan güzel, anlamlı ve nasihat içerikli sözle yazıma başlamak istiyorum izninizle.

‘Rüzgârlar Elem Söyler’ şiir kitabı Nisan 2017’de okurla buluştu. Yaklaşık 250 sayfa hacmindeki kitapta geçmişe dair daha çok anılarında kalan fotoğraflara yer verilmiş. Konularına göre şiirler beş bölüme ayrılmış. Sivas, vatan, toplumsal, yergi ve güzellemeleri ana başlıklar olarak sayabiliriz. Kimi şiirler okurun boğazını düğümler cinsinde. Kimi şiirlerinde ise şair (Sivas ağzıyla söylemek gerekirse) öğkelenmiştir. Yazar Fatma Pekşen Hanımefendinin takdim yazısındaki ifadelerinde Şair Ahmet Sadi Okatan’ın ilk şiirini 1944 yılında, ilkokul ikinci sınıftayken köpeğinin ölümü üzerine yazdığı ve bu şekilde şiire başladığı ifade edilmiştir. Günümüze kadar gelen süreçte çeşitli tarihlerde yazılmış 100’ün üzerinde şiiri bu kitapta yer bulmuş. Şairimiz şiirlerini daha çok manzum hikâye tadında kaleme aldığı görülmektedir. Şiirlerinin birçoğu hece ölçülüdür. Şiirlerinde yöresel kelimeler, deyimler çokça yer almaktadır.

Sivas’ta yayın hayatını sürdüren Hayat Ağacı dergisinin kimi sayılarında Sivas’ın mazisine yönelik anlatımları yer bulmuştur. Anadolu insanının yaşadığı zorluklar, vatanımız ve dinimiz uğruna tarih boyu verdiğimiz şehitlerimiz ‘Şehidin Mezarında’ şiirinde geçen ‘Rüzgârlar Elem Söyler’ mısrasıyla şiir kitabına da isim olmuştur. ‘Rüzgarlar Elem Söyler’ güftesi Mesut Kaçaralp’in yazdığı, Şerif İçli’nin bestelediği ‘ Gittin, bu gidiş bence ölümden de beterdi’ adlı şarkıda geçen ‘Rüzgarlar elem şarkısı söyler de geçerdi’ sözlerinden esinlenildiği belirtilmektedir.

Şair Ahmet Sadi Okatan Bey, 1935 yılı Sivas Merkez Çelebiler Köyü mezrası doğumlu. Okatan, Sivas Erkek Sanat Okulu Ziraat Alet ve Makineleri Bölümünden mezun. Geçimini çiftçilik ile sağlamaktadır. Sivas yakınlarında Kızılırmak kenarında yer olan tarım arazisini korumak için erozyonla mücadele ve ağaç dikimini, ömrünün geneline yaymıştır. Kendi ifadesiyle karşılaştığı sıkıntılar üzerine tapu kadastro ve hukuk üzerine bilgi birikimini yaşayarak edinmiştir.

Okatan ailesi şairi, yazarı, müzisyeni, ressamı, sporcusu ve akademisyenleri ile Sivas’ın köklü ailelerindendir. Sivas aşığı merhum Kadir Üredi Bey ile ilkokul sınıf arkadaşıdır. Kadir Üredi Bey gibi Sivas sevdalısıdır şairimiz.

Okatan, şiirlerinde geçmişi yâd eder. Özlem ve mücadele ruhunu taşır. Şair mücadeleci kişiliğinin yanında hoş sohbet ve ‘sözü dinlenir kişi’ vasfındadır. Önsöz kısmında şairimiz hayat felsefesini şu şekilde tanımlar. ‘Hazmedemediğim yüzlerce olayın karşısında, ben de kendimi güçsüzler ordusunun bir ferdi olmamak için hayatta güçlü ve adil olmaya çabaladım’

Müstahsil, tufeyli, cehlin bendi, bâsır, nakes, mesrur, saya, şuh bakışlı, keşikçi, döklüntü, yüzü azar, mahmuz, çayan, abrul, sınıkçı, ey’etsin, bayram beyi, devşek, tığ-ı teber gibi az kullanılan onlarca kelimeye, söz kalıbına şiirlerinde yer vermiş. Bu kelimelerin anlamlarını sayfa ve şiir sonlarında okurla paylaşmıştır.

Şiirlerini, Babası Ahmet Atıf Okatan, annesi Sıdıka Hanım, eşi Güler Hanım, Başbakanlarımızdan Tansu Çiller, Gazeteci Rauf Tamer, Sivas Çimento fabrikasında Montaj Mühendisliği yapan Alman Just, çocukları ve kardeşleri başta olmak üzere birçok isme ithaf etmiştir.

Şehidin Mezarında//
Tokat’ın yollarında/ Çanakkale içinde/ Anaların dilinde/ Rüzgârlar elem söyler.

Dumlupınar Sakarya/ Tunceli’nde Sivas’ta/ Malatya’da Silvan’da/ Rüzgârlar elem söyler.

Silopi’de Cizre’de/ Çukurca’da Erbil’de/ Uludere Dargeçit’te/ Rüzgârlar elem söyler.

Daha gençlik çağında/ Tahir Hoca dağında/ Şehidin mezarında/ Rüzgârlar elem söyler.

Hayat boyu çok ve planlı çalışmayı şiar edinen şair ‘Bir ekerim on biçerim inşallah’ felsefesiyle tevekkülü, umudu ve emeği düstur edinip yeni nesiller için başarılı bir portre çizer.

İlkay Coşkun
Kültür Çağlayanı Dergisi
Sayı 62, Mayıs Haziran 2020

Kültür Çağlayanı Edebiyat ve Halkbilimi Dergisi Hakkında - İlkay Coşkun

Kültür Çağlayanı Edebiyat ve Halkbilimi Dergisi 

Sanatın, edebiyatın çevresinde kozalanmış, bir araya gelmiş güzel insanları bulmak ve sayfalarında misafir etmek dergiciliğin en güzel taraflarından biri olsa gerek. Okuyan, yazan ve düşünen insanın en önemli dostlarından biridir dergiler. Yeni şair ve yazarlar filizlendirir. ‘Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmaz’ diyen Uğur Mumcu sözündeki mayadır dergiler. Sanat ve kültür adamlarının farklı bir şekilde bilinçlenmesine vesile olan mekânlardır dergiler. Edebi ürünleri, dilin, sanatın süzgecinden geçirip, unutmayı engeller dergiler. Faruk Nafiz Çamlıbel’in dediği gibi ‘Yalnız senin gezdiğin bahçede açmaz çiçek/ Bizim diyarımız da binbir baharı saklar’ dediği gibi hepsi birer bahçedir dergiler. ‘Biz bağıracağız, birileri hiç duymayacak/ Hep aynı hikâyeleri duyanlara selam olsun’ diyen İsmet Özel sözündeki gibi çabadır, emektir dergiler. Dostluğa, kardeşliğe, birliğe bütünlüğe araçtır dergiler.

Kültür Çağlayanı, Kasım Aralık 2019’da 59. sayıya ulaşan, on yaşına girmiş olan bir dergi. Hayrettin İvgin Bey’in öncülüğünde çıkan dergi, halkbilimi, halk edebiyatı ürünlerine yer vermesi ile bu alanda önemli bir boşluğu doldurmaktadır. Dergide, Hayrettin İvgin, Nail Tan, Saim Sakaoğlu, Abdullah Satoğlu, Osman Baş, Tuncer Gülensoy, Abdullah Demirci, Songül Dündar, Doğan Kaya gibi birçok ismi yazılarıyla, şiirleriyle son sayılarda daha çok görmek mümkün. Kültür Çağlayanı dergisi hakemli bir dergi olmamasına rağmen birçok akademisyen yazara kapılarını açmakta ve ürünlerine yer vermekte.  Bu arada iki sene önce aramızdan ayrılan dergi de büyük emekleri olan Şair Erhan İvgin’e Allah’dan rahmet diliyorum.

Ankara merkezli dergi olmasına rağmen güzel ülkemizin dört bir tarafından yazılarla ve şiirlerle buluşmaktayız. Başka bir taraftan dergide emekleri olan başta Hayrettin İvgin hocam olmak üzere Türkî devletlerle kurdukları sıcak ilişkiler, ortak sempozyumlar, akademik kültürel çalışmalar Kültür Çağlayanı dergisine taşınarak güzel, aynı zamanda edebiyat alanında farklı bir birliktelik oluşturulduğunu görmekteyiz. Azerbaycan, Kırgızistan, Türkmenistan başta olmak üzere Türkî cumhuriyetlerindeki edebi, kültürel, sanatsal çalışmalara yer verilmesi aramızdaki bağı kuvvetlendirmektedir. Bu bağlamda da Kültür Çağlayanı dergisi önemli bir görev üslendiği görülüyor.

Derginin bünyesinde hep batıya öykünen aydınlarımızdan daha çok, cevheri öz kültürümüzde arayan kalemler çoğunlukta.  Belki de batıdan çok doğuya yönü dönük bir dergi hüviyetini taşıyor. Bunu yaparken özellikle edebiyatta olması gereken sağ-sol ayırımı yapmadan her kesimden, her düşünceden yazılara ve şiirlere kapılar açılmış. Halkımızı ulus, millet yapan tarihimize, kültürümüze yönelik ürünlere kapılarını sonuna kadar açmakta. Ayrıca benlik duygusundan uzak mütevazı bir şekilde yayın hayatını sürdürmektedir. Dergi kapaklarında ressamların, fotoğraf sanatçılarının sanatsal ürünlerine yer verilmesi dergiye ayrı bir güzellik katmakta.
Yıllardır takip ettiğim Kültür Çağlayanı dergisiyle il halk kütüphaneleri süreli yayınlar bölümünde karşılaşmak, dergi içeriğini en az yüzde doksanını keyif alarak okumak ayrı bir güzellik benim için. ‘Zekânın tavırlarını efendileştirmek için okumak zorundayız’ diyen Cemil Meriç sözündeki gibi okumak için dergiler var. Şairler, yazarlar için dergiler var. İyi ki Kültür Çağlayanı var. 

İlkay Coşkun
Kültür Çağlayanı Dergisi
Sayı 61, Mart Nisan 2020

28 Nisan 2020 Salı

Yozgat’lı Hüznî Baba - Kültür Çağlayanı Dergisi, Sayı 60


Yozgat’lı Hüznî Baba

Yozgatlı Hüznî Baba ya da Hizbî Baba mahlasıyla bildiğimiz merhum Mehmet Bahaeddin’dir. 1879 yılında Yozgat’ın Aşağı Nohutlu Mahallesinde doğdu. Mustafa Nakşî Efendi ailesine mensup olup Mehmet Derviş Efendinin oğludur. Hüznî Baba 19.yüzyılda yetişmiş Yozgat’ın en önde gelen kalem şairlerindendir. Soyadı kanunu ile Hüznî Baba’nın ailesi ‘Öncül’ soyadını almıştır. Gazilik beratıda olan Hüznî Baba, Trablusgarp ve Kurtuluş Savaşına katılmıştır. Hüznî Baba, 17 Ocak 1936 tarihinde Yozgat’ta hayata gözlerini yummuştur. Mezarı Yozgat Çamlık mevki yakınında ki mezarlıktadır.

Hüznî Baba’nın ölümünde onüç yaşında olan en küçük oğlu Fahrettin Öncül Bey’in ifadelerine göre, babasının çok kitap okuduğu ve 3500’ün üzerinde paha biçilemeyen yazma esere sahip olduğu nakledilmiştir. Hüznî Baba’nın medrese eğitimi aldığı, iyi derecede Arapça bildiği ve Farsçaya da vakıf olduğu bilinmektedir. Hem halk ve hem de divan tarzı şiirler yazmıştır. Şiirlerinde ölçü olarak hece ve aruzu kullanmıştır. Halk şairliğinden çok divan şairliği öndedir. Hüznî Baba divanları 1988 yılından itibaren çeşitli araştırmacılar tarafından neşredilmiştir. Prof. Dr. Hayrettin İvgin, Ömer Tural, Prof. Dr. M.Öcal Oğuz,  Prof. Dr. Mustafa Güneş araştırmacılardan bazılarıdır.

Hüznî Baba’nın şiirleriyle bir yolculuğa çıkalım buyurun.

Vatan sevgisini bir dörtlükte şöyle ele alır. ‘Künyemiz gurbet ilde/ Vatanın derdi dilde/ Gözümüz kaldı yolda/ Vatan vatan diyerek’

Başka bir şiirinde vatan sevgisi hakkında şunları söyler.
‘Bir salkım üzümdür gözümde vatan/ Uzak düştüm ne gelen var ne giden/ Büküldü kametim zayıftır beden/ Ol sebebden Hüznî kara bağlarım’

Tasavvuf ehlide olan, ayrıca tasavvuf anlayışını çok iyi bilen Hüznî Baba buna şiirlerinde bolca yer vermiştir. ‘Dervişlerin’ şiirinin bir iki dörtlüğü şu şekildedir. ‘İsmin etsen hatır/ oldum yanında hȃzır/ Hazret-i Abdülkadir/ Geylanî dervişlerin/.../Şah-ı Tarikat Nakşi/ Kȃn-ı hakikat Nakşî/ Şems-î Şerîat Nakşî/ Sultȃnı dervişlerin’

İlahi aşkı birçok şiirinde gördüğümüz Hüznî Baba’nın ‘Aşkın Bana Yȃr Oldu’ şiirinin ilk dörtlüğü şöyledir. ‘Halk oldukda kȃinat/ Aşkın bana yȃr oldu/ Çekdim hayli müşkilȃt/ Hicrin dile bȃr oldu’

Azda olsa beşeri aşkı şiirlerinde konu olarak işlemişrir.
‘Sevini Sevini’ şiirinin bir dörtlüğünde şöyle seslenir sevgiliye. ‘Hoş temenna ettim yerden/ Etti hürmet can u serden/ Kollarım boynuna birden/ Saldım sevini sevini’

‘Niçin Gelmedi’ şiirinde sevdiceğine şöyle seslenir.
‘Çok zamandır hasretiyle yandığım/ Devletlȗ Sultanım niçin gelmedi/ Yolunda cân ile kurbân olduğum/ Kaşları kemanım niçin gelmedi’

Çok aşina olduğumuz bazı söyleyiş, şiir kalıplarına, nakaratlarına bir asır öncesi Hüznî Baba şiirlerinde de görmek mümkün.

İnsaf et hȃlimden bil bazı bazı/.../ Emsin ak gerdanından dil bazı bazı/.../Sende bir merhamet kıl bazı bazı...

‘Yavaş Yavaş’ şiiri dörtlük sonları nakaratı şu şekildedir. ‘Ciğerden kan akar al yavaş yavaş/ Vaslın ilacından çal yavaş yavaş/ Hasta gönlüm bir sor gel yavaş yavaş/ Kolların boynuma sal yavaş yavaş’

Arap harflerini akrostiş yaptığı ‘Elifnȃme’ isimli şiirin bir dörtlüğü şöyledir.
‘Kaf-kalem kaşlarının hayranıyım/ Kef-kömür gözlerinin kurbanıyım/ Lâm-likanın bende-i fermanıyım/ Mim-meded şems-i cihanım efendim’

Naat tarzı şiirlerini örnekleyecek olursak;
‘Muhammed’i Görelim’ şiirinin bir dörtlüğü; ‘Görürsün gözüme zahir hayâli/ Bir tecelli etsin kadd-i nihâli/ Bedr olmuş ay gibi o gül cemâli/ Göster bize Muhammed’i görelim’

Daha çok bilinen yirmi iki kıtalık ‘Yozgad Destanı’ şiirinin bir dörtlüğü şöyledir. ‘Aşa’ir her taraf yaşar yaylada/ Kurulmuş haymeler çölde sahrada/ Konarlar göçerler cay-ı sefada/ Çamlık gibi var ormanı Yozgad’ın’

‘Değer Gözlerin’ isimli destan şiirinin bir dörtlüğü şöyledir; ‘Avrupa İngiliz Sırp Karadağı/ Almanya Bulgar Japon toprağı/ Fas Şahı İtalya Mersin sancağı/ Nice bin hakanı değer gözlerin’

Garipliğini, fakirliğini, darlığını ‘Deli Gönül’ şiirinde şöyle ele alır.
‘Garîb bikes kaldım gurbet illerde/ Yâr gelir mi deyȗ gözüm yollarda/ Kaldım Hüznî gibi dağda çöllerde/ Geçti nâzik ömrüm âh vâhlar ile’

Başka bir şiirinde; ‘Ben ezildim ihtiyaçtan/ Her taraf zindan bana’

‘Ebu Hanıfe’, ‘Tâhâ Suresine Atıf’ gibi birçok farklı konularda şiirleri de mevcuttur.
‘Tarikat ehlinin hep serveridir/ Şerî’at tahtının hem mehteridir/ Hakikat bahrinin bir gevheridir/ Tasavvuf Şahıdır Ebȗ Hanîfe’

Askerlik, imamlık, vaizlik görevleri dolayısıyla Yozgat dışında da buluna Hüznî Baba sıla özlemini de işler şiirlerinde. ‘Sermayem gam benim meta’ım feryad / Hizbî gurbet ilde Hâlim pek berbad/ Vatan-ı aslimiz muhterem Yozgad/ Aceb birgün uğrar m’ola yolumuz’

Bir asır öncesi yaşamış olan Yozgat’ın ileri gelen kalem şairlerinden Hüznî Baba’nın ‘Yozgad Destanı’ şiirinden bir dörtlükle yazımı sonlandırmak istiyorum. ‘Ha’in her cihetten yaman değil mi/ Ne kadar vasf etsem şayan değil mi/ Hubbu’l-vatan mine’l-iman değil mi/ Hizbî kıymetini tanı Yozgad’ın’

Kaynaklar:

1) Hayrettin İvgin-Ömer Ünal/ Kültür Ajans Yayınları 2009
2) XX Yüzyıl Divan Şairi Yozgatlı Hüznî / Mustafa Güneş/
Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Sayı 6, 2002

İlkay Coşkun
Kültür Çağlayanı Dergisi
Sayı 60, Ocak Şubat 2020

22 Nisan 2020 Çarşamba

Okuma Zahmeti - İlkay Coşkun, Akalemler Dergisi, Sayı 27

Okuma Zahmeti

Bilgiyle donanma, dolma halinin en önemli sağlayıcısı kitaptır. Dizlerini kırıp, kendini boyalı dünyaya bir süreliğine kapama eylemine girmek sabır gerektirir. Okumak ile yazarın bilgisine, tecrübesine şahit oluruz. Kitaplardaki bilgi, tecrübe ve hayal rüzgârlarıyla okur kendi yelkenine yön vermiş olur.

Senelerce aşkla şevkle okuma gayretinde bulunan, hep bilgiyle haşir neşir olup, aklı fikri terbiye etmenin serüvenidir gelinen nokta. Dünya da rol kapmanın en baş mümessilidir. Okumakla, lisanla kibarlaşan dil, kıymeti kendisinden menkul bir olgudur. Okumanın aşk, bediî zirvesinden doluluğa ulaşıp taşma halini yakalamaktır. Merhum Üstad Nuri Pakdil’in ‘Yazma’yı her gün kanatmak; yazarın ancak kendi kendileneliğini yoğun biçimde varetmesiyle mümkündür’ sözünde yazmanın ehemmiyeti vurgulanmıştır. Kültür, değerler, idealler gibi birçok olguyu içerisinde barındıran kitaplarda saklı inciye, cevherlere ulaşmayı sağlayan bir yol hüviyetindedir. Yüreklere, fikirlere mihman olmanın en etkili ve en baş yöntemidir. Susuz kalmış toprağı bekleyen yağmur misali okurun gönlüne akar. Her bir kitap bilginin yanında dilin sembolleri ve imgeleriyle mücehhez, yazarın sanatını ve biçemini serimler. Okurun ilham ve feyiz değerlerini yükseltir adeta. Hayal dünyasını daha çok kitaplar genişletir.

Nisyan üzerine olan beyni çalışır ve az unutur kılmak daha çok kitabın faydasıdır. Çağlar ve nesiller arası bağı ve etkileşimi kuran kitap, hilafları ortadan kaldırıcı ve hakikate giden yol güzergâhıdır. Okumak insanı başka bir taraftan bu dünyanın itibarına ve konforuna teslim olmamak gerektiğini de öğretir.

En önemli sığınma alanlarımızdan olan dil vatanını, kitaplar ile yaşama çabasını küçümsememek gerekir. Düşüncelerimizi etkileyip besleyen kitaplar, ruh dünyamızı ve kişiliğimizi şekillendirir. Çölleşen ruhlara vaha olmak, sadece kendi özgürlüğümüzün müdavimi olmamak, ideallerle yola koyulmak gibi birçok olumlu halin önünü açar. Dünya yükleriyle hemhal olmak, mesuliyetlere ram olmak, paylaşır olmaktaki faydanın yeri yadsınamaz. Okuma alışkanlığını edinip sıradanlıktan çıkmak ve sınırlarını aşmak kitapla mümkündür. Aristoteles’in ‘Defalarca ne yapıyorsak oyuz. Bu yüzden mükemmellik bir eylem değil, bir alışkanlıktır’ sözü, kitap okuma alışkanlığı edinmek için pekâlâ değerlendirilebilir. Kitabı, okumayı kendimize yakın tutmanın değerini görmekle işe başlanabilir. ‘Dil insanın evidir’ diyen Alman Filozof Heidegger’in sözünü burada hatırlamak gerekiyor.

Merhum Nuri Pakdil’in ‘Okumadığın gün karanlıktasın’ tespiti bize ‘İki günü eşit olan zarardadır’ Hadisi Şerifini hatırlatıyor. Yeryüzündeki güzellikleri anlama araçlarından biridir okumak. Duygu ve düşüncelerin eğitiminde de kitapları kullanırız. Okumalarda nitelikli olanı tercih önemlidir. Okumalarda rastgele ve sıradan değil de hep bir süzgece tabi tutmak gerekir. Bir yazarın ‘Değersiz eserimin övülmesindense, değerli olana sövülsün’ uç noktada ki değerlendirmesi dahi dikkat çekicidir.

Okumak ile düşünmek arasında kuvvetli bir bağ vardır her zaman. Okumanın salt değerinin yanında düşünmek asıldır elbet. Bir bilgenin dediği gibi ‘Okumak zihni sadece bilgi malzemesiyle doldurur. Okuduğumuzu bize mal eden düşünmektir’ okumakla düşünmek, düşünmekle okumak birbirini tamamlayan iki önemli unsurdur.

Son tahlilde yazarların daha çok çoklu okuyanlardan çıktığını söylemek yanlış olmaz.‘İnsanlar kıyıcıydı, kitaplara sığındım’ diyen Cemil Meriç gibi kitaplar sığınma mekânıdır birçokları için. Kesret ve kıllet arasında gezeleyen insanoğlunun ruhunu beslemek gibi bir ihtiyacı varken kitap önemli bir besin maddesi olması kaçınılmazdır.

İlkay Coşkun

Akalemler Dergisi
Sayı 27, Mayıs Haziran 2020

20 Nisan 2020 Pazartesi

Şair Yazar Mustafa Uçurum ile Söyleşi - Güneysu Dergisi, Sayı 126


Şair Yazar Mustafa Uçurum ile Şiire ve Edebiyata Dair
Söyleşi Soruları İlkay Coşkun
Güneysu Dergisi, Sayı 126, Bahar 2020

    İlk kitabınız ‘Tenhalayın Kalbimi’ daha sonra ‘Esmerliğime Bakma’, ‘Dünya Telaşı’ ve devamında çocuk kitapları derken 10’un üzerinde kitabı olan üretken bir yazarsınız. Şiirler, öyküler, denemeler, köşe yazıları yazıyorsunuz. Artı Milat Gazetesinde de yazıyorsunuz. Yetkin birçok edebiyat dergisinde ve internet ortamında aktif olarak varsınız. Bu üretkenliğinizi sağlayan iç dinamiklerinizden bahseder misiniz bizlere?

Yazmayı boş zamanların eğlencesi olarak görmedim hiç. Sıkı bir bilinçle sarıldım kaleme. Bu, ilk yazdığım yazıda da böyleydi. Son yazdığım yazıda da. Harflere tutunmayı hayata tutunmakla eş görüyorum. Ayakta olmak için ve var olduğumu dünyaya haykırmak için cümleleri kendime yoldaş ediyorum.

İnsanların gönüllerine ulaşmak için o kadar çok yol var ki. Ben bu yolların tümünü kullanmak istiyorum. Gazetede yazmaya da bu sebeple başlamıştım. Şimdi de büyük keyifle yazıyorum gazete yazılarımı.

Yazmayı da bir şekilde hayatımın merkezine aldım. Okuduğum her kitapta, dergide, baktığım her yerde kendime bir yazı konusu arar hale geldim. Yeni konular, imgeler buldukça da yazmak bende tutkuya dönüştü.

Şiirlerinizde ve yazılarınızda kelimeleri seçerken nelere dikkat ediyorsunuz?

Yazarken, elimizdeki en büyük hazinemiz kelimeler. Onlar ne kadar canlı olursa o kadar diri duruyor cümlelerimiz. Bu yüzden özenle seçerim her kelimeyi. Çünkü yazdıklarımız dünyaya gönderilen bir mektup. İnsanlara sıradan cümleler okutmaya hakkım yok diye düşünerek kuruyorum her cümlemi. Hiçbir okuyucunun aklına soru işareti getirmeme gibi bir hassas dengeyi gözetiyorum. Açık olmayı tercih ediyorum. Ucu açık kelimeler yerine hedefi olan sözlerin ardına düşüyorum.

    Şiir yazarken, şiirin formu, yapısı, içeriği ve dili hakkında neler söylersiniz artı öncelik neler olmalı?

Şiirde biçime takılan biri değilim. Edebiyatın verdiği imkânlar neyse kullanılabilir. Yani şiir nasıl geldiyse öyle inşa edilmeli. Hece, serbest ya da aruz. Hiç fark etmez. Önemli olan kalbe dokunan duyguların bir şiir olarak meydana gelmesi.

Kendim için de geçerli bu kıstas. Şiire başlarım, baktım ki hecenin ruhuna dokunmuş dizelerim ya da serbest bir şiirin ruhuna dokunmuşum. Şiir nasıl gelirse öyle bir hâl alıyor duygular. Aruz için elbette bilinçli bir kuşanma gerekiyor. Divan Edebiyatı’na olan muhabbetimin devamı için arada bir de olsa aruzla gazeller yazıyorum.

Gelelim öncelik meselesine. Şiirin form ya da yapısı bu bağlamda çok da önemli değil. İçerik olarak şiir değerlerle çelişmemeli. Yani “Bana böyle geldi, böyle yazdım.” demek olsa olsa aymazlıktır. Çünkü “kişi önce mümindir, sonra şair.” Şiirde özellikle içerik konusunda çok da özgür olmamak gerek. Şair yaşadığı topraklarla çelişen hiçbir ifadeyi şiirine taşıyamaz. Böyle bir yol izleyenlerin yazdıklarının da pek bir kıymet-i harbiyesi yok ve olmamalı.

  Romanda, öyküde, şiirde Dede Korkut’tan günümüze yazınsal mirasımızdan ne oranda besleniyoruz? Bu büyük mirastan daha çok faydalanmak için neler yapmalıyız?

Geçmişle olan bağımızın çok da kuvvetli olduğuna inanmıyorum. Öylesine güçlü ve zengin bir edebiyat geçmişimiz var ki bu dünyanın içine hakkıyla girilse günümüz edebiyatının daha yetkin ürünlerle temsil edildiğini göreceğiz. İlk şairden – Aprın Çor Tigin- bugün yazılan şiire kadar tüm edebiyat dünyamızla irtibatta olmak gerek.

Kendine edebiyatçı diyen kişinin geçmişle bağının çok güçlü olması gerekir. İyi bir edebiyatçı çok iyi bir okur da olmalı aslında. Kişinin elinde kalemden çok kitap olmalı önce. Şiire II. Yeni ile başlayan ve onu bile hakkıyla öğrenememiş soyut şairlerle çevremiz kuşatılmaya devam ediyor. Dede Korkut’u bilmeden, Fuzuli’den gazeller ezberlemeden, Hüs ü Aşk’ın dünyasına girmeden, Dadaloğlu ile dağlara seslenmeden yazmaya başlamak ne yazık ki kör topal bir yolculuktan başka bir şey olmaz.

       Şiirlerinizin ilk örneklerinden bugüne kadar olan süreci tahlil etmenizi istersek, şiirlerinizi değerlendirebilir misiniz?

İlk şiirlerimde bireysel bir durum hakimdi. Merkeze kendimi aldığım şiirlerdi bunlar. Yani “Tenhalayın Kalbimi” diyerek yalnızlığı arzuladığım şiirler. Daha sonra sorumluluğu olan ve bireysellikten uzak, derdi olan şiirler yazmaya başladım. Elbette bu değişim yaşla da ilgili. Dünya Telaşı’nın insanları kuşattığı bir zamanda doğru olanı işaret etmek gerek diyen bir şair sorumluluğu ile hareket etmeye başladım. Ben değil “biz” diyen bir sesti bu. Biz, yani büyük bir coğrafya. Ümmet coğrafyasının sesi olan şiirler yazdım. Bu ses artık beni kuşattı. Derdi olan, meselesi olan bir sesle artık şiirler yazıyorum. Yer yer epik bir seslenişi kullandığım, “Dik durmak gerek zulmün karşısında.” dediğim şiirler bunlar.

     Türk Edebiyat dünyasında şiirinizi nerede görüyorsunuz?  Şiirde yeni soluklara, yeni şiir damarlarına, yeni şiir akımlarına ihtiyaç var diyebilir miyiz?

Şiirimiz çok canlı. Dergiler çıkıyor. Şiirler dergilerin en önemli bölümünde yer alıyor. Şiir programları yapılıyor memleketin dört bir yerinde. Bunlar elbette şiirin ruhunu okşayan güzellikler. Bütün bunların yanında bireyselliğin hakim olduğu bir şiir dünyamız var. Kendini hayatın ve şiirin merkezinde görüyor ne yazık ki birkaç dize yazan, birkaç dergide görünen gençler. Aynı dergide yazdığı şairlerden bile haberi olmadan soyut bir dünyanın sanal şiirini yazan gençlerin sayısı da her geçen gün artıyor. Böyle bir ortamda yeni bir oluşumdan ya da akımdan bahsetmek mümkün değil.

     Şiir yazarken konu neden ve nasıl öyküye geldi? Öykü yazmaya ne zaman başladınız?

Öyküyle olan bağımın günlüklerime dayandığıma inanıyorum. Ortaokul yıllarımdan beri günlük tutan biriyim. Yaşadıklarımı defterime not ederken aslında bir öykünün de damarını yokladığımı fark ettim. Ayrıca ortaokuldan beri öyküler okurum. Özellikle Sait Faik’i okumaya başladıktan sonra ben de öyküler yazabilirim demiştim. Küçük öykü denemeleri yaptım. Bunları hep defterime not ettim. Yazdıklarımın bir öykü olduğuna inandığım zaman da dergilere göndermeye başladım. İlk öyküm 2000 yılında Hece dergisinde yayımlandı. Daha sonra öykü-deneme ve şiir bende hep aynı yoğunlukta devam etti.

   Şiirler, öyküler hayattan beslenir. Özellikle öykülerinizde seçtiğiniz karakterler, kahramanlar gerçek mi?

Öykülerimi gerçek hayattan alıyorum. Kişiler, mekân ve olaylar. Bütün bunları kurguyla besleyerek öyküyü vücuda getiriyorum. Hayat bize o kadar güzel öyküler armağan ediyor ki önemli olan bunları yakalayabilmekte. Bir etkinlikte tanıştığımız Selman, yolda arabamıza aldığımız Ahmet, 12 Eylül’ü yaşadığımız dedem, büyük şehirde kendine dünya kuran annem ve diğerleri….

  Çocuk edebiyatı üzerine çalışmalarınız, kitaplarınız var. Bu çalışmalarınızdan bahseder misiniz? Çocuk edebiyatına yönelik doğru ve faydalı eserler kazandırılma yönüyle nelere dikkat edilmeli, neler yapılmalı?

Çocuk edebiyatını çok önemsiyorum. Geleceğin büyüklerine çok sağlam cümleler armağan etmemiz gerek. Çocukları bir müşteri gibi görerek yapılan hiçbir çalışmadan fayda bekleyemeyiz. Öncelikle bizim dediğimiz değerlerimizle kuşanmalı çocuklar için yazılan her cümle. Bizim masallarımız var. Efsanelerimiz, destanlarımız var. Onlardan ilhamla çocuklarımıza modern masallar yazabiliriz. Onları hayata dosdoğru hazırlayacak kitaplarla buluşturmamız gerek.  

Çocuklar için şiirler yazdım ilkin. Bunları hikâyeler ve masallar izledi. Çocukluğumdan izler taşıyan hikâyeler yazdım. Elbette hepsinde de çocukların kalbine düşecek cümleler olmasına dikkat ettim kurduğum her cümlenin. Şiirlerimi; Çocuklar Çocukluğunu Bilsin adıyla kitaplaştırdım. Çocuk hikâyelerim de; Irmaklarla Büyüyen Çocuk, Fedakâr Dost ve Kalbime Takılan Uçurtma…

   Birçok edebiyat dergisinde şiirleriniz ve nesirleriniz yayınlanıyor. Kitaplara giden yolun dergilerden geçtiğini biliyoruz. Dergilerin işlevi hakkında neler düşünüyorsunuz? Bu bağlamda Güneysu dergimizi nasıl buluyorsunuz?

Dergisiz edebiyat olmaz. Hem de ne olursa olsun dergiler hayatımızın merkezinde. Sosyal medya, dijital kuşatma ya da ne olursa olsun dergiler dimdik ayakta. Görüyoruz ki yeni dergiler çıkıyor sürekli.  Dergilerin yeni sayıları çıkınca dergi ile ilgisi olan herkes büyük bir heyecanla derginin yeni sayısını paylaşıyor. Bunlar umut veren hareketler.

Dergiler şair ve yazarların yeni ürünlerinin yayımlandığı en önemli mecra. Bu anlamda yaşamalı dergiler. Yaşayacak da. Gençlerin dergileri bir mektep görerek yetişme alanları olacak dergiler. Zaten bu düşünce ile çıkan dergiler daha kalıcı oluyor, uzun soluklu olarak edebiyat dünyamızda yer alıyor.
Güneysu dergisi üniversite yıllarımdan bu yana takip ettiğim bir dergi. Bestami Yazgan hocam vesilesi ile tanımıştım dergiyi. Birçok şiirim de yer aldı dergide. Bir duruşu olan dergilerimizden olan Güneysu’ya nice güzel sayılar diliyorum.

    Çıra Yayınlarından çıkan ‘Şairin Aynası’ deneme kitabınız 2018 yılı, Türkiye Yazarlar Birliği deneme ödülünü aldı. Ödülle alakalı aldığınız geri dönüşler nasıl oldu? Şairlere, yazarlara verilen ödüller hakkında düşüncelerinizi alabilir miyim? Ödül veren kurullar için neler önerirsiniz?

Ödül almak elbette yapılan çalışmaların, gayretlerin birileri tarafından göründüğünün bir ispatı. Ben ne yaparsam yapayım aklıma hiç ödül gelmeden bir şeyler ortaya koymaya çalıştım. Şairin Aynası kitabımın ödül alması elbette beni mutlu etti. Ödüller bir yandan işaret anlamına da geliyor. Ödülden sonra kitaba olan ilgi arttı. Kitap hakkında yazılan yazılarda çok değerli ifadeler vardı. Bunlar, daha iyi çalışmalara girişmek için bir motivasyon oluyor.

Ödül olmalı. Marifet iltifata tabidir. Önemli olan kafalarda soru işareti olmasın. Kurullar seçilirken hassas davranmakta fayda var. Mesela şiirle arası hiç iyi olmayan birini kurulda görünce insanın aklı karışıyor. Ya da günümüz edebiyatı ile irtibatı olmayan birilerinin kurulda olması da aynı handikaba yol açıyor. Ödülü seçecek kurul kendini yenileyen isimlerden oluşmalı. Yani çağıyla barışık isimler tercih edilmeli. Kurul da seçimini yaparken yeni ses, yeni soluk ve yeni bir duruşun ardına düşmeli. “Emek” gibi bir kutsal göz ardı edilmemeli.

     Günümüzün yaşam şekli, 21.yüzyıl, postmodernizm ve küreselleşme, edebiyata, şiire nasıl yansıyor?

Hayatımız gibi edebiyatımız da çokça soyut çokça karmaşık oldu. Anlaşılamamanın pirim yaptığı vakitlerdeyiz. Anlaşılır olmak avamî olarak algılanıyor. Özellikle gençler de anlaşılmaz olmak için şekilden şekle girerek kendilerine bile yabancı bir sesi dillendiriyorlar. Bu yanlış algı günümüz şiiri denen olguyu da zedeliyor.

Şiir hayatın her kesiminden payını alacak ama şiirsel duruştan taviz vermeden olacak bu. Her türlü argüman şiirde kullanılabilir. Çünkü şiir canlıdır. Tıpkı hayat gibi. Önemli olan şiirsellikten uzaklaşmamak.

Postmodernist bir bakış açısı ile bakmak günümüzde oldukça revaçta. Bunun sebebi de zihinlerin harmanlanmış bir bakış açısını arzuluyor olması. İnsan yaşadığını okuduklarında da görmek istiyor. Tarihi salt tarihi olarak değil modernizme uğramış hali ile görmek istiyor. Böylelikle ortaya fantastik eserler çıkıyor.

Bütün bu değişimler aradaki sınırları da kaldırdı. Dünya edebiyatı diye bir kavram ortaya çıktı. Edebiyatın ortak bir dili olduğu gerçeğini düşünecek olursak bu tür edebiyat da dünyamızın renklerini kuşanma anlamında herkes için bir zenginlik olarak karşılıyor bizi.  

   Sosyal medyayı, sanal dünyayı, E-dergi ve kitapları da göz önünde bulundurarak edebiyatımızın, dergilerimizin yol serüvenlerini nasıl yorumluyorsunuz?

Edebiyatımız her şeye rağmen canlılığını koruyor. Binlerce kitabın çıkması, memleketin dört yanında kitap fuarlarının olması, yeni dergilerin çıkıyor olması bu canlılığın en önemli ispatı.

Her şey kendi yolunda ilerler. Bu inanca sımsıkı sarılırsak edebiyatımız sahih duruşunu sürdürür. Sosyal medya olacak elbette. Sanal dünya bir ağ gibi saracak her yeri ama edebiyat hâlâ sıcak bir duruş olarak hayatımızda yer edecek. E-kitaplar olacak ama biz bir kitabın sayfasını çevirmenin mutluluğundan taviz vermeyeceğiz.

     Sırada neler var? Roman, tiyatro ve senaryo yazmayı düşündünüz mü?

Sırada şiir, deneme, öykü, masal var ama ne yazık ki ne roman, ne tiyatro ne de senaryo var. Kendime çizdiğim bir yol var. Bu yolda en iyisini yapmak için çaba sarf ediyorum. Daha fazla dallanıp budaklanarak zihnimi dağıtmak istemiyorum.

Güneysu Dergimiz için yaptığımız bu güzel söyleşi için çok teşekkür ediyorum. Uzun soluklu olmasını temenni ettiğim şairlik ve yazarlık yolculuğunuzda başarılar dilerim.


Mustafa Uçurum

Tokat doğumlu. İlkokulu, ortaokulu ve liseyi Adapazarı’nda; üniversiteyi Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde okudu. Arkadaşlarıyla Martı dergisini ve Yitik Düşler Edebiyat dergisini, daha sonra Tokat merkezli Polemik dergisini çıkarttı.

Şiir ve yazıları; Dergâh, Yediiklim, Hece, Hece Öykü, Kırklar, Yolcu, Türk Dili, Karabatak, Türk Edebiyatı, Aşkar, Sabit Fikir, Cins, Nihayet gibi dergilerde yayımlandı. www.dünyabizim.com sitesinde kitaplar ve dergiler üzerine yazılar yazmaktadır.

Şairin Aynası kitabı ile TYB 2018 deneme ödülünü aldı. Milat gazetesinde köşe yazıları yazıyor.

Kitapları: Tenhalayın Kalbimi (Şiir), Esmerliğime Bakma (Öykü), Fedakâr Dost (Hikâye), Çocuklar Çocukluğunu Bilsin (Şiir), Irmaklarla Büyüyen Çocuk (Hikâye), Konuştukça Memleket (Şiir), Deneme Çekimi (Deneme), Kalbime Takılan Uçurtma (Hikâye), Şairin Aynası (Deneme), Şehirde Yeni Bir Rüzgâr (Deneme), Dünya Telaşı (Şiir)